29 Nisan 2008 00:00
ALBATROS
Doğan Özgüden, Türkiye basınının duayenlerinden biridir. 50li yıllarda İzmirde genç yaşta başlattığı gazeteciliğinin 50. yılını aştı. Ve her gün sabahın 6sından çalışmaya başlayarak mesleğini hâlâ sürdürmekte. TGCnin ona geçen yıl bir onur belgesi vermesi yerinde bir davranış olmanın ötesinde, TGCye de onur kazandırdı.
Uzun yıllardır büyük medyada Avrupa ve Amerikada bir Türk lobisinin olmayışından yakınılır. Artık böyle bir lobi var. Ve şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir lobi bu. Özellikle birlikte yaşadığımız halklarla olan sorunları empati ve diyalogla çözmek yerine, düşmanlığı körüklemeyi tercih eden bir lobi. Bir bakıyorsunuz, Taner Akçamın New Yorktaki konferansının önünde tehditkar tavırları ile beliriveriyorlar. Bir bakıyorsunuz Lyonda, Londrada, Alforvillede, başka yerlerde anıt bombalıyorlar, Berlinde Lyonda Talat Paşa yürüyüşleri yapıyorlar. Mülheimde diyalog toplantılarını protesto edip, konuşmacılara saldırmaya kalkışabiliyorlar.
Ülkeden gelen paşalar, Türkiyelileri toparlayıp görevlerini yapmadıkları konusunda konferanslar çekebiliyorlar.
Doğan Özgüden, geçenlerde Ekin dergisinde yayınlanan bir yazısında bu olguya dikkat çekti. İzninizle bu yazısının bir bölümünü aktaracağım:
Avrupanın başkenti Brüksel, sadece Türkiyenin Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkileri açısından değil, aynı zamanda yıllardır dünyanın dört bir yanında oluşturulmaya çalışılan Türk lobisinin tek merkezden sevk ve idare edilebilmesi açısından da büyük önem taşıyor. Bu amaçladır ki, Türkiyeden gelmiş ekonomik ya da politik göçmenleri Türk devletinin kontrolü altında tutabilmek, kontrol altına alınamayan etnik grupları ya da rejim karşıtlarını etkisiz hale getirebilmek için şiddet de dahil her türlü yasal ya da yasadışı yöntem sonuna kadar kullanılıyor.
Son yıllarda Brükselin merkezindeki Kürt, Ermeni ya da Asuri derneklerinin ve işyerlerinin arka arkaya saldırıya uğraması, ateşe verilmesi, bizzat TC Büyükelçisinin kendi hizmetindeki Türk dernekleri ve medyası aracılığıyla Belçikadaki rejim karşıtı kuruluş ve kişileri hedef göstermesi de ortaya koyuyor ki, Türk devleti terörle mücadele adı altında bizzat Avrupanın başkentinde terör uygulamaktan çekinmemektedir.
Belçikada bu devlet terörü mekanizmasının oluşturulmaya başlaması 1980 cuntası dönemine rastlar İç düşmanlarımız şimdi dış düşmanlarımızdan da destek alıp Türk düşmanı lobiler oluşturarak Türk yurdunu bölmek için seferber olmuşlardır. Vatanını seven her Türk bunlara karşı vatanperver güçlerin safında yerini almalı, bir an önce Türk lobileri oluşturmalıdır.
Ordunun yurtdışındaki göçmen kuruluşlarını tek merkezden kontrol operasyonu 15 Nisan 2003 tarihinde MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınçın Brükseldeki TC Büyükelçiliğinde Türk dernek yöneticileri ve iş adamlarıyla yaptığı bir toplantıda iyice açığa çıkmıştır.
Tabii ki, günlük gazeteleriyle, televizyon kanallarıyla, radyo yayınlarıyla ve de Internet siteleriyle Türk medyası, üstüne düşen lobicilik, kışkırtıcılık ve kara çalma misyonlarını büyük bir işgüzarlıkla yerine getirmekten geri kalmamaktadır.
Türk derneklerini lobinin vurucu gücü haline getirme operasyonu öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, artık MHP yanlısı derneklerle CHP ya da DSP yanlısı olanlar, Milli Görüş ya da Fethullah yanlısı olanlarla Atatürkçü Düşünce Dernekleri, büyükelçiliğin bir işareti üzerine rahatlıkla bir araya gelmekte, Ermeni ve Kürt topluluklarının istemlerine karşı birlikte toplantılar, yürüyüşler düzenlemekte, Türk medyasının kışkırtma ve kara çalma kampanyalarına tüm varlıklarıyla destek sağlamaktadır.
Türk lobisinin kışkırtmaları zaman zaman o düzeye varmaktadır ki, beyinleri yıkanmış Türk gençleri Brükselde yıllardır faaliyet gösteren Kürt, Asuri ve Ermeni kuruluşlarına polisin gözü önünde Bozkurt bayrakları ve işaretleriyle saldırabilmektedir.
1994 yılı başında Almanyadan Brüksele özgürlük yürüyüşü yapan Kürtler, Saint-Josse Belediyesinde konakladıklarında saldırıya uğramış, 17 Kasım 1998de Brüksel Kürt Enstitüsü, Kürt Kültür Derneği ve bir Asuri lokali ateşe verilmiş, 10 Aralık 2005te DTPnin Brüksel bürosuna molotofkokteyli atılmış, 2 Aralık 2006da Kürt Kültür Derneğine karşı yeniden saldırı düzenlenmiş, aynı dernek 1 Nisan 2007de gece yarısı yangın bombası atılarak yakılmıştır.
Yine lobinin teşvik ettiği saldırganlar, en son Türkiyedeki silahlı çatışmalarda askerlerin ölmesini bahane ederek yaptıkları bir yürüyüşün sonunda Saint-Josse Belediyesindeki bir Kürt mağazasını ve bir Ermeni restoranını tarumar etmişlerdir.
Ermeni düşmanlığı esasen yıllardan beri Belçikadaki Türk lobisinin ana silahlarından biridir. 1915 Ermeni Soykırımı kurbanlarının anısına Ixelles Belediyesindeki Ermeni kilisesinin yakınında dikilen anıtın kaldırılması istemi, ilk kez 1999da Belçika Parlamento seçimlerine katılan Türk kökenli adayların Türk seçmenlerden oy alabilmek için kullandıkları başlıca propaganda konularından biri olmuştur.
Saint-Jossedeki kriminel saldırılardan sonra bu belediyede yaşayan Türkler, Kürtler, Asuriler ve Ermeniler arasında bir diyalog ve barışçıl ortak yaşam projesi hazırlayan Belediye Başkanı Jean Demanneze, Büyükelçi Tanlay, Hürriyet gazetesinin sayfalarında aynen su ifadelerle saldırmaktadır:
Arkadaş sen kimsin? Sana bu misyonu kim verdi? Nasıl oluyor da sen benim vatandaşımı Türk, Kürt, Ermeni, Süryani diye tanımlarsın? Bunların temsilcilerini çağırıp masaya oturursun? Vatandaşlarımı kimse bu şekilde ayrıma, hele hele etnik temelde ayrıma tabi tutamaz. Bugün Kürtlerle görüştüm. Yarın Türkleri, öbür gün Ermeni ve Süryanileri kabul ediyorum demek, bize göre bölücülüktür. Vatandaşımızın bu şekilde bölünmesine müsaade etmeyiz. (Hürriyet, 21 Nisan 2007)
Türk lobisinin bu saldırganlığına karşı Belçikada birlikte mücadele veren Belçika Demokrat Ermeniler Derneği, Belçika Asuri Dernekleri, Brüksel Kürt Enstitüsü ve Info-Türk Vakfı, bu vahim gelişmeler üzerine daha Ekim 2006 seçimleri sırasında Belçika kamuoyuna şu ortak çağrıyı yayınlamışlardı:
Irkçı Türk lobisinin göçmen mahallelerinde barış içinde kardeşçe yaşamı tehdit eden, Ermeni, Asuri ve Kürt göçmenlere karşı etnik temizlik uygulamayı amaçlayan kriminel komplolarından artık sadece Türk resmi ve derin devletleri değil, bunlara bu cesareti veren Avrupa hükümetleri de, Avrupa Birliği yöneticileri de sorumludur.
Bu ilginç yazının tamamını Yazın dergisinden okuyabilirsiniz. (Yazın, N°114, Mart 2008)
Ragıp Zarakolu
Evrensel'i Takip Et