23 Mart 2008 00:00

nasıl kültürlü oldum?

Biz televizyonda her gördüğümüze inanmaya alıştık. Adamların yalan söyleyecek hali yok diye düşündük. Yıllarca biriktikçe birikti. Ben de neredeyse öğrendiğim her şeyi ekrandan öğrendim.

Paylaş

Biz televizyonda her gördüğümüze inanmaya alıştık. Adamların yalan söyleyecek hali yok diye düşündük. Yıllarca biriktikçe birikti. Ben de neredeyse öğrendiğim her şeyi ekrandan öğrendim.
Mesela, bilgi yarışmalarındaki sorularla genel kültürümü geliştirdim. Şimdi Ahmet Çakar kadar değilse de, en az Kenan Işık kadar bir şeyler biliyorum. Bir de Metin Uca gibi yanlışın neden yanlış olduğunu anlatmayı becerebilsem, iyice kültürümü konuşturmuş olacağım. Çalışıyorum, o da olacak.
Hukuk da öğreniyorum televizyondan. Bir dizide kefaleti ödeyip içerideki esas oğlanı çıkarmışlardı. Amerika’da olduğunu görüyordum da, bizde olduğunu bilmiyordum. Dizilerden öğrendim.
Ama en heyecan vericisi, bilimsel bir şeyler öğrenmek. Kanıt Peşinde diye bir dizi var. Orijinal adı CSI, yani Olay Yeri İnceleme birimi. “İnsanlar yalan söyler ama kanıtlar asla” mantığıyla, didik didik kanıt arıyorlar. Dünyada en çok izlenen dizi. Meşhur Lost’u sollamış durumda. İşte onun New York ayağının son bölümünde yeni bir şey öğrendim: Bir ceketin içine “nano kablolarla” örülmüş bir tel, ucuna da bir çip yerleştirmişler. Ortada başka bir elektronik cihaz falan yok. Ama o kablo ve çip sayesinde, Olay Yeri İnceleme’nin bütün binasının bilgisayarlarını izleyebiliyorlar. Neyse ki laboratuvar polisleri uyanık çıkıp, kablodan meseleyi çözdü. Biz de şaşkınlıkla izledik, “adamlar neler yapıyor” diye...
Las Vegas adında başka bir dizi var. Bir kumarhanede dönenleri anlatıyor. Orada öyle uygulamalar yapıyorlar ki, izleme teknolojisinin bu kadar gelişmiş olduğuna inanmak istemiyor insan. Biraz ürkütücü. Birini arıyorlar diyelim, ehliyet kayıtlarına girip fotoğrafını buluyorlar. Bunu yapanlar kumarhaneciler bu arada, çünkü bu teknoloji poliste bile yok. En azından dizide öyle diyorlar. Sonra o fotoğrafı bilgisayar alıyor, kumarhanedeki bütün güvenlik kameralarının kayıtlarıyla karşılaştırıyor, hangi saatte nerede görülmüş hemen buluyor. Adına “yüz tanıma sistemi” diyorlar. Bir şey daha var, diyelim bir güvenlik kamerası bir kayıt yapmış. Onun beş yüz metre arkasındaki binanın içinde de o sırada bir şeyler olmuş. O kaydı alıyorlar, “netleştiriyorlar”, adamları tanıyıveriyorlar.
Hayır biz de görüntüyle, kayıtla biraz uğraşan insanlarız. Aramızda konuştuk, bir görüntüyü kaydedildiğinden daha “net” hale getirmenin yolu nedir, çözemedik. Ufak tefek rötuşlar yapmak başka, arkadaki binanın içini görmek başka...
Televizyondan bir sürü şey öğrenmek güzel. Ama bizi kandırıyorlarsa çok bozulurum.

televizyonunu yeni açanlar için
Siyaset Meydanı’nda geçen hafta yeni Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı’nın ele alınacağı duyurulmuştu. Ancak haberlere göre, “bir yerlerden” yapılan uyarılar üzerine konuklar, yani konfederasyon başkanları birer birer programa katılmaktan vazgeçti. Programın konusu da bunun üzerine değiştirildi. Tabii kimseyi konuk olmaya zorlamak olmaz. Ama kırk yılda bir doğru dürüst, işe yarayacak bir tartışma programı izleyeceğiz derken, hani Siyaset Meydanı’nın eski günlerindeki performansı gibi, yine hevesimiz kursağımızda kaldı. İşin kötüsü, hakikaten bir yerlerden bu talimat verilmiş ve program sabote edilmiş olabilir. Bizde olur böyle şeyler. Demek artık tartışma programı yapmak için de konukları ayarlamak yetmeyecek, yüksek yerlerden izin kağıdı almak gerekecek.
Acun’un programında garip bir inanış var. İnsanlar, kapalı bir kutunun içindeki rakamı “hissedeceğine” inanıyor. “Mavi hissediyorum”, “Bir şey hissetmiyorum”, “Ben kırmızı hissedince mavi çıkıyor” falan gibi terimleri var bu inanışın. Bir de “sinerji” inanışı var. Bir kutuyu herkes birlikte açınca içinden düşük bir rakamın çıkacağına ilişkin. Kırk yılda bir bu iddialar tutarsa da, “Ne dersem çıkıyor” havasına giriyorlar hemen. Çok ilginç. Bir yarışma, 20 küsur kutuyu açmaktan ibaret olunca, onun teorisini yaratmaya çalışıyorlar ister istemez. Böyle abuk sabuk laflar ortaya çıkıyor. Bence bu inanışın belgeseli yapılmalı. Tüm dünyaya tanıtılmalı.

ivis’ten yeni dersler
(Yer: Binbir Gece dizisi...)
Akraba kızı Ahu: Anne, ben Ali Kemal’dan hamileyim.
Ali Kemal: Baba ne yapayım, karımı memlekete gönderdik. Cansel öldü. Ben de şeytana uydum.
Burhan Bey: O zaman evlenmeniz lazım.
Onur’un eski nişanlısı: Benim kızımın babası Onur.
Kerem: Benim gerçek annem sen değilsin. Babam nerede, ben onu arayacağım...
İVİS: Eeeeh, yeter be. Kanal değiştiriyorum, bir dönüyorum, sizde muhabbet aynı. Ne yapıyorsunuz siz?
Ali Kemal: Onun da babası benim, ötekinin de babası benim, şurdakinin de babası benim.
İVİS: Evladım bir rahat duramıyor musun sen? Bağlayalım mı kollarından, ne yapalım?
Onur: Beyefendi, burası Binyapı İnşaat, ben çok zenginim. Çocuk da yaparım, ihaleye de girerim. 150 bin de veririm, 300 de. Sen kimsin ki benden hesap soruyorsun?
İVİS: Ben ismini vermek istemeyen seyirciyim. Bak ben ismimi bile vermiyorum. Siz de iki dakika uslu durun. Doğum kontrolü diye bir şey var.
Akraba kızı: O da ne? Biz daha gebelik testi için hastaneye gidip sıra bekliyoruz.
İVİS: Doktora gittiğinde bunu da öğreneceksin bundan sonra. Tıp çok gelişti. Artık bütün kadınların hamile kalmadığı diziler çekilebilecek. Bir daha karar vermeden, kazayla çocuk yapan olursa kumandayı çocuğa veririm. Hep onun istediği şeyi izlersiniz. Hadi şimdi ben gidiyorum, başka kanalda program var.
cızırtı - Çağdaş Günerbüyük
ÖNCEKİ HABER

Diyarbakır surlarında çocuk sesleri

SONRAKİ HABER

benim de sesim var

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa