16 Mart 2008 00:00

sadun aren’in ardından…


Sadun Aren’i de yitirdik.
1961’in Şubat ayında kurulan Türkiye İşçi Partisi’nin kısa zamanda öne çıkan üç önderinden en genci Sadun Aren’di (1921-2008). Öbürleri Mehmet Ali Aybar (1908-1995) ile Behice Boran (1910-1987). Rastlantı, üçü de üniversiteden geliyordu; önemlisi, üçü de gençlik yıllarında sosyalist düşünce ve örgütlere yakınlıklarıyla tanınıyordu.
***
Ankara’da yaşadığımız için daha çok Sadun Aren’le karşılaşıyorduk partide. O sıralar kırklı yaşlardaki hocanın alanında kabul görmüş, saygın kişiliği hepimizi etkilemişti. Türkiye’de göğsünü gere gere “Sosyalistim!” diyen bir partide, SBF’nin ünlü ekonomi profesörü ile birlikte idik şimdi. Ülkemiz sorunlarıyla yaşadığımız kimi olayları, kurduğu serinkanlı çerçevede irdelerken dengeli yaklaşımı bizi gönendiriyordu. İkili ya da fazla kişilerle olsun, söyleşilerinde, konusuna egemen insanların sadeliği ve özgüveni vardı hocanın. Bu duyguyu sadece kendisinde tutmaz, çevresine de yayardı adeta. Asık suratlı iktisatın kanallarına girerken yeri geldiğinde mizaha, nükteye her daim açık olan dünyası onu daha anlamlı ve etkili kılmaya yetiyordu.
Puslu Camın Arkasından adını taşıyan anı kitabının ön kapağındaki gülen fotoğrafı var ya, onu tanıyanlar için hiç şaşırtıcı değildir. Çünkü Sadun Aren yalnız Marks’ı değil, “İnsan gülebildiği kadar insandır” diyen Moliere’i de okumuştur büyük olasılıkla.
***
Sosyal Adalet dergisi
İstanbul’da bir süre haftalık olarak çıkan TİP’in yayın organı Sosyal Adalet, 1964 yılının ilk aylarından itibaren Ankara’da aylık olarak yayınlanmaya başladı. Dergideki künye şöyleydi: İmtiyaz Sahibi Cemal Hakkı Selek, Yazı İşleri Müdürü Remzi İnanç, Yazı Kurulu Başkanı Prof. Sadun Aren.
(O sıralar kurduğum Toplum Yayınevi’ni yönetiyor, ayrıca aylık Toplum adlı sanat ve edebiyat dergisini çıkarıyordum.)
Dönüp bakınca… Nice coşkulu ve umutlu günler yaşadığımızı düşünüyorum. Sosyal Adalet’in birikimli ve oldukça ünlü yazar kadrosu vardı. (Geçenlerde şöyle bir elden geçirdim; aradan 44 yıl geçtiği halde güncelliğini koruyan birçok yazı ve incelemeye rastladım.) Dergideki bu görevim öncelikle bana Sadun Aren’i yakından tanımayı sağladı. Bu benim zenginliğimdir. Derginin baskıya girmesinden bir hafta kadar önce matbaadan aldığım yazıların kolon provalarını (Şimdiki kuşağın çok zor anlayıp kabul edeceği teknoloji o gün öyleydi) doğru Sadun ağabeye giderdim. Genelde akşam saatlerinden sonraya denk getirirdim. Kızılay’dan Tandoğan’a yaklaşırken solda bir apartmanın giriş altında mütevazı bir dairede oturuyordu Arenler. Salonun bir köşesindeki büyücek sehpayı masa gibi kullanırdık. Çıkacak sayıdaki yazı ve haberlerin aslı ile dizilenlerin ‘çıktı’sını yan yana koyar beklerdim. Sadun ağabey mutfaktan elinde küçük bir tepsiyle görünürdü. Birer kadeh rakı ile beyaz peynir vs. bize eşlik ederdi. (Çalışmamız sırasında Munise Hanım’la çocuklar kendi odalarında olurdu.) Derginin yazılarını, yazarlarını, dışarıdaki hayatı, sosyalizmi, elbette partimizi konuşurduk geç saatlere dek. (Söz aramızda, o sıralar Sadun ağabey 42, ben 29 yaşındaydım. İkimiz de sıkı sigara tiryakisiydik.)
***
Sosyalizm Sözlüğü
Bilindiği gibi o yıllarda sosyalizm üzerine Türkçe yayın çok kısıtlıydı. Olanlar da birkaç yıl önce yürürlüğe giren 61 Anayasası’nın bereketiydi. Denebilir ki, sosyalist öğretiyi ancak yabancı dil bilenler izliyordu. Tabii bir de bizden yaşlı sosyalistlerimiz... Yıllardır yasaklanan Nâzım Hikmet ve Sabahattin Ali ile bizim kuşak yeni yeni tanışıyordu.
1964 yılının sonlarına doğru idi. Bir görüşmemizde ‘Sosyalizm Sözlüğü’ adıyla bir kitap tasarım olduğunu Sadun Aren’e açtım. Sevindiğini, tasarımın son derece yerinde ve gerekli olduğunu kabul etti. Ama gerek fakültedeki hocalığı, gerek partideki görevi nedeniyle böyle bir çalışma için hiç vakti olmadığına üzüldüğünü söyledi. Birden bir şey hatırlamış gibi, “Yakınlarda Ankara’ya yerleşen Erdoğan Bey var” dedi, “Belki tanırsın, İzmir’de Kültür Kitabevi sahibi idi. Erdoğan Berktay arkadaşımızın bu işin üstesinden layıkıyla geleceğine inanıyorum.” Tabii hatırladım, birkaç kez kitap göndermiştim kitabevine. Ayrıca aylık Sosyal Adalet dergisinin son sayılarında birçok yazı ve çevirisi yayınlanmıştı. Ama hiç yüz yüze gelmemiştik. 1965 yılı ocak ayının ortalarıydı... Sadun ağabeyden aldığım adresle, bir gün kalkıp Erdoğan Bey’in evinin yolunu tuttum. O da Tandoğan’a yakın bir yerde oturuyordu. 1951 tutuklamalarından hüküm giydiği için avukatlık mesleğini de yapamıyordu. Yayınladığı yazı ve çevirilerde soyadını ‘Başar’ olarak değiştirmişti. Konuyu açtım. Birçok bakımdan heyecanlandı. İşsizliği yanında, yakınlarda geldiği Ankara’da yalnızlık da çekiyordu. (Mimar eşi Yegân Hanımefendi ve kızı Neyir’le birlikte yaşıyordu. Oğlu Halil sanıyorum yakınlarda eğitim için yurtdışına gitmişti.) Çok sevindi. 1 Eylül 1965 günü dosyanın teslimi için el sıkıştık Erdoğan ağabeyle. Evet, sözleştiğimiz tarihte gidip dizgiye hazır dosyayı kendisinden aldım. O tarihte Türkiye’de ilk kez Sosyalizm Sözlüğü (Kavramlar-Biyografiler alt başlığı ile) eylül ayı sonunda okuruna ulaştı. Sadun Aren ağabeyin bana unutulmaz dostluklarından biri de Erdoğan Berktay’ı tanıştırmasıdır. Dürüst, zarif, kültürlü ve ilkeli bu devrimci ağabeyimizi genç sayılacak yaşta yitirdik (1921-1976).
***
Aclan Sayılgan’ı tanıyanınız var mı?
1980’li yıllarda Aclan Sayılgan (1924-2001) sık sık gelmeye başladı kitabevine. Dönemine ait okuduğum anılardan ve yazılardan ötürü Aclan Bey’i tanıdığımı söyleyebilirim. Ayrıca kendisinin yazdığı kitapların kimisini de merakla okumuştum. (Bir çağrışım: Aclan Bey kitabevine geldiğinde solcu arkadaşlardan kimse varsa, sanki uyarmak ister gibi hemen ismiyle tanıştırırdım.) Konservatuvar mezunu, Devlet Tiyatrosu’nun değerli oyuncularındandı. Sevimli, konuşkan, zeki ve birikimli bir yazardı. 1951 TKP tutuklamalarında kendisi gibi ‘itirafçı’ bazı arkadaşlarıyla birlikte örgütü ve diğer sol çevre tarafından uzun zaman dışlandı. (Bu ilginç ve hazin kişilik üzerine bir çalışma yapmayı nicedir düşünüyorum.)
1980’lerin ortası olmalıydı. Sadun ağabeyin sanırım DİSK davasından yatıp çıktığı günlerdeydi. Evinde ziyaretine gittim. Birkaç gün sonra da kendisi kitabevine geldi, öğleye doğru idi. Çay, sigara ve eş dost, cezaevi muhabbeti derken Aclan Sayılgan girdi içeri. Her zaman olduğu gibi koltuğunun altında gazete ve dergiler... Ve ağzında piposu.
“Vay Sadun!” diyerek hamle yaptı Aclan Bey. Yıllar sonra karşılaştığı hocayı kucakladı. Ardından “Munise nasıl?” dedi. Sadun ağabey şaşkındı. Arada bana bakıyordu. Önce tanımakta zorlandığını gözledim. Çünkü birbirlerini görmeyeli herhalde otuz yıldan fazla olmuştur. Bir de bu mekânda Sayılgan’ı görmek onu iyice şaşırtmış olabilirdi. Aclan Bey, az sonra Sadun Hoca’ya vermek için bir kitabından bahsetti. “Ama burada bulunmaz” diyerek dışarıya çıktı. Sözünü ettiği kitabını başka bir kitapçıdan bulup getirecekti. Sadun ağabey bana döndü. Sadece sağ elini açtı. Ne diyeyim? Kısa yoldan yanıtladım: “Valla hocam” dedim, “Piyangodan çıktı işte.”
***
“(…) Sosyalizm bir gelişmenin sonucunda geri dönülemez bir aşama olacak. Sosyalizm öyle kurulacak bir şey değil, bir yaşama biçimi. Oraya yaşanarak gelinir. Bundan dolayı da küreselleşmeyi olumlu bir aşama olarak görüyorum. Çünkü sosyalizmin barışçılığı, sömürünün ortadan kaldırılışı olursa global çapta olur. Dünyanın başka yerinde vahşet varken, siz kendi ülkenizde sosyalizm yapamazsınız. Onun için bu tür sosyalizmin bir ön gereği de globalleşmedir. Globalleşmeye bağlı olan her şey insanlığın kazanımıdır. İnsanlığın ileri atılmış bir adımıdır. Eski tip sosyalizmi bu bakımdan biraz geri buluyorum.” [Puslu Camın Arkasından, s. 337. İmge Yayınları, Haziran 2006 Ankara]
Sadun Aren 84 yaşında böyle düşünüyordu.
Yoldaşım, ağabeyim ve dostum Sadun Aren’i, bu bilge insanı sevgiyle, saygıyla anıyorum.
evrensel olmak - Remzi İnanç

Evrensel'i Takip Et