16 Mart 2008 00:00

genel grev genel direniş nasıl yansır edebiyata?


Genel grev sözü bana hep bir Alman romanındaki bir sahneyi anımsatır. Grevin başlayıp başlamadığını anlamak için musluğu açan delikanlının görünüşünü:
“Gözleri parlayan ve daha sakalları bile çıkmamış olan çok genç bir oğlan, giriş kapısının hemen yanındaki musluğu çevirdi; susuz kulları için Tanrı kayalardan su akıtınca gülümseyen bir ermişi andırıyordu. Ne varki bu genç, suyun akması durduğu için gülümsüyordu. Mucize olmuş ve grev gerçekleşmişti.”
Anna Seghers’in Ölüler Genç Kalır’ında yer alır bu bölüm... Bu grev ve nedeni Meydan Larus’ta şöyle özetlenir:
“(Vatan Partisi kurucusu ve lideri) Wolfgang Kapp 1920’de General Lüttwitz ile genç Alman Cumhuriyeti’ne karşı bir komplo hazırladı. Ehrhardt’ın yaptığı darbeden 13 Mart 1920 ve Ebert ile bakanların kaçmasından sonra Kapp bir ‘teknisyenler hükümeti’nin şansölyesi oldu. Fakat bütün sol Kapp’a karşı birleşti, işçilerin yaptığı genel grev beş günde ‘Kappçı’ların hakkından geldi, Kapp İsveç’e kaçtı. 1922’de Almanya’ya dönünce devlete ihanet suçuyla tutuklandı, fakat duruşması başlamadan öldü”.
Ölüler Genç Kalır 1. Dünya Savaşı’nın sonundan 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Almanya’yı ve ülkedeki sınıfların siyasal ilişkilerini anlatır. Dilimize ilk kez, 1967’de çevrilen ve Evrensel Basım Yayın’ın da bastığı bu romanda askeri bir darbeyi çökertmek için yapılan bu genel grevin etkileri hem işçi mahallelerinden hem de varlıklı sınıfların evlerinden yansır. Kapp darbesini durdurmak/ engellemek için yapılan grevden elbette yoksul mahalleler daha fazla etkilenmişlerdir:
“Marie, yavrusunu sepete bıraktıktan sonra işe başlardı. Bu sırada dış sahanlıkta kadınların koşuşmaları ve konuşmaları duyuldu. Kapıya vuruluyordu. İlk gelen Bayan Melzer’di. Marie öğrendi olup bitenleri. Bakkalın kapanmış olduğunu ve üstelik havagazı da kesildiğinden bulgur almanın da bir işe yaramayacağını önce pek anlayamadı. Yavaş yavaş başka kadınlar da doldular Marie’nin mutfağına. Kadınlar, sahanlıkta açık buldukları her kapıya dalıyorlar, kapı eşiklerine oturuyorlardı. Aileler arasında duvarlar yıkılmış gibiydi. Tüfek sesleri duyuluyordu yakınlardan. Van Kapp’ın adamları kent merkezine sokulmaya çalışıyordu.(...) Çocuklar küçük kardeşlerine kıskanarak baktılar: Kendilerinin yiyecek sıcak bir şeyleri yoktu, ama o doyasıya meme emiyordu.”
Darbenin korumaya aldığı sınıfların rahatsızlığı daha farklıdır:
“Binbaşı, genç Wenzlow’u kentin uzak semtlerinde bir lokale götürdü, rahat rahat her şeyi konuşabilmek için. Ama lokal kapalıydı. Grev yüzünden ne garsonlar, ne de aşçı gelmişti. Tramvay da işlemiyordu. Mommen Caddesi’ndeki avukat Spranger’e yaya gittiler. (...) Avukat Spranger, grev yüzünden yapamadıkları kahvaltının acısını çıkarmak ister gibi, kiraz rakısından Fransız konyağına bir sürü içki çıkardı; şişeler toz içindeydi. Spranger, eskilik değerlerinden yitirmesinler diye böyle davrandığını söyledi gülerek. (...)evin hanımı girdi içeri. Konukların ikisi de yerlerinden kalktılar ve tereyağlı ekmek tepsisini bırakan kadının elini öptüler. Kadın, “kocam çalışma odasına hizmetçi kızın girmesini istemediği için bu işleri benim yapmam gerekiyor” diye özür diledi. (...)Kadın üçüncü kez özür diledi. Küçük ekmekler yerine kızarmış ekmek verdiği için. Grev yüzünden bütün fırınlar kapalıydı.”
Konuşmalardan, darbecilerin solun bölünmüşlüğüne güvendiği ortaya çıkar:
“Spranger, ‘gördün mü delikanlı!’ dedi. ‘Geçen hafta burada şu sandalyenin üstünde senin arkadaşlarından biri, oturmuş genel bir grevin asla yapılamayacağını öfkeli öfkeli tartışmıştı benimle; birkaç ay önce sosyalistlerle Spartakistlerin ölesiye dövüşmüş olduklarını ileri sürmüştü neden olarak.’ Odadan çıkmak üzere olan Bayan Spranger ‘Ayaktakımı bir gün gırtlaklaşır, bir başka gün anlaşır birbiriyle!’ dedi.”
Grevi önleyecek, ya da darbeyi yerleştirecek yol, kitlelerin tanımadığı için güveneceği bir adın darbeyi desteklemesi ya da çalışan sınıflarda doğacak dayanışma eksikliğidir. Avukat Spranger’e göre “Milletin yarısının öteki yarısına beslediği güvensizlik bizlere karşı duyulan kuşkudan baskın olsaydı!” grev gerçekleşmezdi.

Grevle kutlanan işçi bayramı
1923 yılında, 85 yıl önce, bir bölüm işçi 1 Mayıs işçi bayramını grevle kutlama kararı aldı. Bu karara Ankara İmalatı Harbiye işçileri de katıldı. 1 Mayıs 1923 tarihli Aydınlık gazetesi bu kararı destekleyen iki şiir yayımladı. Bu şiirlerden biri Nâzım Hikmet imzalıdır. “İstanbul Ameleleri”ne adanan bu şiir, sonradan ustanın Benerci Kendini Neden Öldürdü adlı uzun şiirinde yer alacaktır:
“Grev
Stop!
Fren!
Zınkkk!
Durdu.
Amele
başparmağını tele
dokundurdu.
Akümülatör, dinamo, motor, buhar, benzin,
elektrik
tırrrik
durdu.
Siyah tuğla bacalarda dumanlar dona kaldı,
koptu kayışlar.”
Şiirde patronun şehirden top, uçak, tank ne varsa yardıma çağrılmasını istediği anlatılır. Bisiklet, motosiklet, otomobil, omnibüs son hızla çıkarlar yola ama nafile. Ya da ustamızın söyleyişiyle “ekşi boza”. Patlar lastıkleri, ne ileri ne geri gidebilirler.
“Dan
dan
dan
tiki taka frev!..
Edildi ilan
umumi grev!!! ”

Nâzım Hikmet’in genel grev havasında bir başka şiiri, Sesini Kaybeden Şehir, 1929 yılındaki şoförler grevi için yazılmıştır. Bütün grevler için bir slogan niteliğindeki
“NAFİLE
konuşmaz sesini kaybeden şehir:
okşamazsa eğer
ONLARIN
ceplerinde kilitlenen elleri
bakır telleri...”
dizelerinin yer aldığı bu şiirde boşaltılmış bir şehrin uğultusu duyulur:
“(...)
Adedi devir
sıfır.
Şehir
sustu.
Kenetlendi nokta nokta şehrinin
asfalt-beton çenesi:
bin dokuz yüz nokta nokta yılının
nokta nokta ayında...
Cadde boş.
Bir uçtan bir uca koş.
Cadde boş
bomboş
cebim gibi ...
Kesildi akmıyor su...
Ne bir motor uğultusu
ne dönen bir tekerlek var.”

Bu film karesini rüzgarın sürüklediği bir Fort afişi tamamlar.
Kemal Özer’in Bir Lokavt Şiirine Hazırlık/1 Ağustos 1973 başlıklı şiirinde aynı bırakılmış şehir görüntüsü yer alır, ama bu grev yani iş bırakımı değil iş bıraktırımıdır:
“(...)
Biriken sessizliktir alanlarına kentin
kapanmış tezgahlarla tütmeyen bacalardan-
bir çare düşünürüm açlığı çözümlesin.
Ama derim ki bir başına çözüm aramak
daha zorlu kılmaz mı atılan düğümü?
Biriken sessizliktir alanlarına kentin.”
Bu şiir bir öneriyle son bulur: “Birlikte savunalım öyleyse yaşamı.”
“Yaşamı savunmak” için sahip olduğu gücün de farkında olmak gerekir. Emeğin gücünü hatırlatan bir şiir, bu şiirden 50 yıl önce yazılmıştır, 1923’te. Aydınlık dergisinin 1 Mayıs 1923 sayısında yer alan bu şiir Yaşar Nezihe’nindir (Bükülmez). Bu ilk sosyalist-işçi kadın şairimizin 1 Mayıs şiiri, işçiye gücünün farkında olması için seslenir. 1 Mayıs’taki iş bırakımı dünyayı hareketsiz bırakmıştır. İnsanlığı mutluluğa ulaştıran, uygarlığı yükselten emeğin gücüdür. Boynundaki esirlik bağını koparıp atmasının zamanıdır:
“(...)
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.
Herkes yaya kaldı ne tren var, ne tranvay.
Sen bunları kendin için şan-ü şeref say...
Bir gün bırakınca işi halk şaşkına döndü.
Ses kalmadı; her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet.
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundaki esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvettedir hak. Hakkını haksızlara anlat.”
Şiirin içerliği de biçimi de geçerliğini korumaktadır.
İşçi sınıfı tarihinin tutanakları
İşçi sınıfı tarihimizin belli başlı araştırmaları bir elin parmaklarını geçmez. Bu işe soyunanların adları ezbere bilinir: Lütfü Erişçi, Kemal Sülker, Oya Sencer. 1980 sonrasını araştıran Hasan Oğuz. Bu araştırmaların da bir yanı gerçekçi edebiyatımızla bütünlenir. Ayrıntılar, yaşamdan görüntüler, sınıf tarihini tutanak kimliğinden kurtarır. Evrensel Basım Yayım’ın bastığı anlatıların çoğu bu özellikleri taşır. Nejat Elibol’un Direnen Haliç’i, bu tür romanlardan biridir. Sungurlar grevini anlatır. İngiliz işçi -romancı Lewis Jones (1897-1939) de iyi bildiği bir zaman dilimindeki işçi sınıfı tarihini resmi kayıtlar dışında anlatmak amacıyla biri ötekinin devamı olan iki roman yazmıştı: Madencinin Sınav Günleri, Olgunlaşma. Romanları dilimize Gülşah Özer çevirdi.
İngiltere’nin Galler bölgesinde bir maden kasabasını anlatan romanlarda madendeki çalışma koşulları, işçi yaşamı, direnişler ve grevler yanında ücret indirimini engellemek için yapılan genel grev de anlatılır. İşçiler her zaman kazanmaz, zaman zaman yenilgiye uğrar. Ama kazandıklarında da bunun bir son değil bir başlangıç olduğunu bilirler.
Romanın sonunda işçi liderlerinden Len’in sözleri, bir sınıfın yaşam felsefesidir: “Durumu iyileştirmek için bir şey yapmadığımızı söyleyemezsin. Grevimiz, yaşam koşullarını iyileştirmek için halkın yaptığı bir mücadeleden başka ne olabilir? Ama halkımızın gücü, grev mücadelesini kazanmak için mermilere ve coplara yetiyorsa, çektiği sefaleti de ortadan kaldırabilir, zorluklara son verip, temiz, sağlıklı bir yaşama da kavuşabilir”.
Sennur Sezer

Evrensel'i Takip Et