09 Şubat 2012 11:47

Olmak ya da olmamak...

Ölü gömme geleneğine ilk olarak, bugün Kuzey Irak sınırları içinde olan Sanidar ve Zawisemi yerleşimlerinde MÖ 15-13 yy’da rastlanmıştır. Hemen hemen bütün toplumların geleneklerinde ölü gömmenin yeri büyüktür. Farklı yöntemlerle de olsa geleneğin çıkışından bu güne insanın öl&uum

Olmak ya da olmamak...
Paylaş
Gülşah Kaya

Ölü gömme geleneğine ilk olarak, bugün Kuzey Irak sınırları içinde olan Sanidar ve Zawisemi yerleşimlerinde MÖ 15-13 yy’da rastlanmıştır. Hemen hemen bütün toplumların geleneklerinde ölü gömmenin yeri büyüktür. Farklı yöntemlerle de olsa geleneğin çıkışından bu güne insanın ölüsüne olan saygıdan törenlerle gömülmüştür insanlar. Kimisi yanında eşyalarıyla, kimisi oturtularak, kimisi yüksek yerlere...

Yaklaşık 1 ay önce Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki tarihi İçkale bölgesinde restorasyon kazıları yapılırken eski ceza ve tevkif evi çevresinde insan kafatası ve kemiklerine ulaşılmıştı. Bakan Ertuğtul Günay’ın da dediği gibi bu kemikler “Müslüman veya Hıristiyan mezarlığına benzemiyor”du. ‘90’lı yıllarda JİTEM karargahı olarak kullanılan bu bölge için akla ilk gelenin faili meçhul cinayetler olması yersiz değil. O yıllarda sayısız faili meçhule şahit olmuş bu toprakların altında “kefensiz yatan”ların sayısını düşünürsek, kazılan topraktan “şüheda” fışkırması çok da beklenmedik bir şey olmasa gerek. O kadar çok anne var ki o sokaklarda, “En azından bir mezarı olsun” diyen...

Her gün gidip çay içtiğimiz, gelen her misafirimizi gezdirdiğimiz, tarihi mekanlarında fotoğraflar çektirdiğimiz yerlerin altında toplu mezarların olduğunu öğreniyoruz bugün. Dillerini konuştukları için ölen insanların üstüne basarak gezen onca turist kimbilir kaç dili konuşarak dolaştı oralarda. Eski cezaevini gezerken “Acaba kaç insan işkence görmüştür buralarda...” sohbetleri, işkence sonucu ölenlerin üstüne basarak yapıldı ya da... Dahası, bir anne düşünün ki her pazar alışverişine çıktığında 20 yıldır kaybettiği oğlunun üstüne basarak arşınlıyor sokakları. Babasını merak eden bir çocuk, hayaller kurduğu anda babasının kemik sesleri üzerinde yürüyor.

YARAYI ‘KAZI’MAK...

Bir toplum ‘90’lar travmasını yaşarken, o toplumun, umutlarını adına mezar bile denemeyecek yerlerden çıkacak kemiklerin kendi çocukları olması dualarına bağlamışlığı anlatmak çok zor. Bunların gölgesini daha atamamışken; her gün yeni tutuklamalara, göz altlarına, ölüm tehditlerine ve hatta ölümlere maruz kalmak daha da zor. Bütün bunlara isyan ederken bir yandan umudu dinç tutmaya çabalamak ve hâlâ yağmura-kara aldırış etmeden kazı başlarında ‘kemik duası’na çıkmak belki de umutların en çelişiği, durumların en zoru.
Bütün bu zorluklar içinde, Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısının denetiminde süren ve 26 kafatasına ulaşılan bölgeye giriş çıkışlar da gizlilik kararıyla birlikte yasaklanarak yeni bir zorluk ekledi. Kazı başında, ümitle bekleyen yakınlar yerine artık, zırhlı araçlar ve polisler bekliyor. Onlara, kazıların çabuk tamamlanması için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun da izniyle iş makinelerinin eklenmesi bekleniyordu. Aileler İHD aracılığıyla basın açıklaması yaparak bölgeye iş makinelerinin girmesini istemediğini söyledi. Evet kazı hızlanacaktı ama kaba kazı delilleri yok edecekti.  Çocuğunun kemikten ibaret ölüsünü görmeye can atmak gibi bir çıkmaza düşmüş ailenin, çocuklarının kemiklerini iş makineleri ucunda görmesine müsade etmek, durumu daha da dayanılmaz hale getirmekten başka bir anlama gelmez. Aileler şükrediyordu izinin çıkmamasına: “Neyse ki insana verilmeyen önem tarihi yapılara veriliyor da kaba kazıya izin çıkmadı.”

Bu mücadeleler devam ederken, gerek hükümetten gerekse muhalefetten gelen seslere katlanmak var bir de. Cezaevinde tutularak vekilliği düşürülen Hatip Dicle’nin ‘koltuğunu almış’ AKP Diyarbakır Milletvekili Oya Eronat’ın açıklamalarını hatırlayacak olursak eğer, seçilmemişliğin halk temsiliyetsizliğini gözler önündeki sergisine şahit olacağız. Eronat kemikler için “Belki de heyelan olmuştur o bölge’de, onlar da toprak altında kalmıştır.” diyerek karikatür dergilerine konu olacak bir yorumda bulunmuştu. Yoruma cevap verirken Eronat’ın yolunu izleyen Selahattin Demirtaş “Evet, muhtemelen MÖ 1200’lü yıllarda meydana gelen heyelanda ölen BDP’lilerdir” diyerek uygun bir cevap vermişti.

TARİH ÖNCESİ KÖPEKLERİN HAVLAMA SESLERİ*

Öte yandan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli duruma gelen tepkileri “koparılan gürültü” tamlamasıyla özetlerken bunun bir cepheleşme yaratmak derdi olduğunu iddia ediyordu. Onun değerlendirmesine göre bütün bunlar bir yaygaraydı. Sormakta fayda görüyorum: Varsayalım ki bu bir yaygara, 20 senedir aradığı yakınlarının haberlerini toprak altından almış bir insanın yaygara kopartmasındaki yanlışlık nerede?

Bahçeli’nin derdi belliydi. Açıklamasında Malazgirt’teki Sakarya’daki toprakların da kazılmasını ve bu ‘teröristlerin’ değil o ‘kahramanların’ haberlerinin konuşulmasını istiyordu. Ne de olsa teröristleri övmek, terörle mücadelenin önünde bir engeldi. Hepimiz senelerdir dinliyorduk zaten, bütün bunlar abartıydı. Kürtler hiçbir zaman zulme maruz kalmamıştı. Sadece bölücülük stratejisiydi bu.

Diyarbakır İçkale bir ilk değildi. 1994’te Lice’nin Esenkaya mezrasında gözaltına alınan 8 kişinin, 1993’te Kulp’ta gözaltına alınan 11 köylüden 9’unun kemikleri bulunmuş ve teşhis edilmişti. “Askeri kanat”tan itiraflar gelmişti. Ama bunların hepsi ya AKP oyunu ya da ABD oyunuydu. Gündemi oluşturan hatta mahkeme sonuçlanmadan mahkeme kararını söyleyebilen medya, yüzünü bunlara dönmüyor; döndüğü anda tokadı ensesinde buluyordu. E medya da göstermiyorsa bunlar zaten hikayeydi. Bölücüler yine iş başındaydı.
Yenişafak gazetesi haberi yazarken “Belki de onlar PKK’nin toplu mezarlarıdır.” diyerek ‘saf’ını belirlemişti bile.

La Historia Me Absolvera**

Dünden bugüne bir halkı ve iradesini yok sayarak yürütülmüş politikaların bugün ‘kart kurt’ seslerini aşacaklarını hesap etmemiş olacaklar ki hâlâ hakikatler arşivlerle ‘tarih’ edilmeye çabalanıyor. Birileri tarihi yok saysa da, dünü yarına taşımamaya çalışsa da geçmişin ‘Çocukları’nın sesi bugünün gençleriyle, anneleriyle, babalarıyla birleşiyorlarıyla birleşiyor. Düşen her gözyaşı toprakla birlikte tarihi de aşındırıyor. Artık tarihi yazanlar yaratanların avucuna sıkışıyor. Bugün avucuna sığınanlar, aklanan tarihle birlikte yarın affına sığınacaktır, şüphesiz.

Söndürülen hayatların ışığını kilitlemeye çabaladıkları anahtarları dilleriyle birlikte pas tutuyor. Bugün, medyasıyla, sarayın adaletiyle, kolluk kuvvetleriyle yürütülen kirli siyaset ve savaş bir sıkışmışlığın göstergesidir. Dünü tarihe gömmek isteyenler bugünün günahlarıyla birlikte yarın bütün ölü elleri boğazlarında bulacaktır. İnsanlık suçlarının hepsi tarihin bir yerinde aydınlanmaya gebedir.

Shakepeare’in ünlü oyunu Hamlet’te, Hamlet’in elindeki kafatasına haykırışını hatırlara tekrar getirmek gerekirse:

“Olmak ya da olmamak, işte bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter demesi mi?​”
Bu halk kararını çoktan verdi. “Ya da”sı yok, sadece olmak.

*Cemal Süreya’nın Dersim sürgünü için yazdığı şiirinden alıntı.
** Fidel Castro’nun Küba Yüksek Mahkemesinde olan yargılamasındaki ünlü sözü (tarih beni aklayacaktır)

ÖNCEKİ HABER

Bilim Mühendislik ve İktidar

SONRAKİ HABER

Neden 6. gençlik konferansını örgütlüyoruz?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa