Yaramaz çocuklar
DİSK ve KESK’e bağlı sendikaların yöneticileri ile sabah erken Uludere’ye hareket edeceğimizden odalara çekiliyoruz. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalışırken, yarın nelerle karşılaşacağımızı kestirmeye çalışıyorum. Mutlaka bir engelle karşılaşacağımızı kestirmek hiç de zor değil. Roboski’de yaşanan katliamı düşünüyorum. Uyuyamıyorum. Her gözümü kapattığımda, gencecik bir ceset gözümün önüne geliyor. Devletin savaş uçaklarıyla “yanlışlıkla” bombaladığı gençler geçiyor gözümün önünden. Üşüdüklerini ve aç olduklarını söylüyorlar. Tam onlara inanacağım sırada aklıma geliyor ki, ölüler üşümez, ölüler acıkmaz. Bu Roboski’nin çocukları hayattayken “kaçakçılık(!)” yapıyor, ölüyken “yalan” söylüyorlar. Yaramaz çocuklar bunlar. Tıpkı Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol gibi. Uyandığımda oda soğuk, yaşıyor olmamdan kaynaklı üşüyorum.
Belediye önünden araca binip, Uludere’ye doğru yola koyuluyoruz. Güneş yükseldikçe havayla birlikte iliklerimiz de ısınıyor. Diyarbakır merkezi çıkar çıkmaz şehrin büyüklüğü sıcaklıkla buharlaşıyor, yerini köhne, bakımsız, küçük küçük yoksul evlerine bırakıyor. Yoksulluk her yerde yoksulluk ancak bölgede yoksul olmak başka bir şey olsa gerek. Uzunca yol almamıza rağmen henüz bir engelle karşılaşmamış olmamız ‘Mutlaka bir engelle karşılaşacağız’ düşüncesinin yersiz olduğu kanaatini oluşturuyor kafamda. Yüksek ve karlı dağları seyrediyorum. Araç yavaşlarken gözlerimi dağlardan alıp, aracın önüne doğru çevirdiğimde “beklenen anın” geldiğini görüyorum. Televizyonda bile görmediğim kocaman silah ve araçlarla önümüz kesiliyor. Kimliklerimiz toplanıyor ve beklememiz isteniyor. Az sonra heyette bulunan DİSK Gıda İş Genel Sekreteri Seyit Aslan’ın araçtan inmesi isteniyor. Hakkında arama kararı olduğu iddiasıyla “misafir” edileceği söyleniyor. Aracımıza ise türlü evrak bahaneleriyle el konuyor. Arkadaşımız Şırnak merkeze götürülürken ardından bizler de gidiyoruz. Kısa bir durum değerlendirmesi yapıyor, gün batmadan Roboski’ye ulaşmamız gerektiğinden yeni bir araç kiralayarak yola devam kararı alıyoruz. Seyit arkadaşın yanında Elif ablayı bırakarak yola koyuluyoruz. Yolda defalarca durduruluyor, defalarca kontrollerden geçiyoruz. Anlıyoruz ki Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyelerinin Roboski’de olmasından kaynaklı, onlarla karşılaşmamamız için bunca önlem.
ÜZÜNTÜNÜN ÖFKEYE DÖNÜŞTÜĞÜ AN
Akşam üstü köye varıyoruz. Dağların görkeminden köy daha bir küçük görünüyor. Taziye evinin önünde birikmiş kalabalık bizi bekliyor. Kadınlar, gençler ellerinde katledilen evlatlarının, kardeşlerinin fotoğraflarıyla karşılıyor bizi. Her fotoğrafa baktıkça iliklerim üşüyor, kanımın çekiliyor. Üzüntüm öfkeye dönüşüyor. Kendi yurttaşını bombalayarak öldüren bir zihniyet ve bununla beraber aradan 40 gün geçmesine rağmen sorumluların bulunması konusunda bir adım bile atmayan yetkililer öfkemi bir kat daha arttırıyor.
‘ÇOCUKLAR VE KATIRLARIN CESETLERİ BİRBİRİNE KARIŞMIŞTI’
Taziye evine giriyoruz. Başsağlığı dileklerimizi ilettikten sonra konuşmaya başlıyoruz. Katliamda çocuklarını yitirmiş bir baba sınır ticaretinin bu bölgede yıllardır yapıldığını, bundan askeri yetkililer dahil herkesin haberdar olduğunu, kaldı ki çocukları o gün sınıra giderken insansız hava uçaklarının takip ederek 4 saatlik bir görüntü çektiğini söylüyor. Çocuklarının PKK’li olmadığının bilindiğinin gün gibi ortada olduğunu ifade ediyor. Katliamdan 1-2 saat sonra olay yerine vardıklarını, yetkililere haber verdiklerini, aradan 27 saat geçmesine rağmen hiçbir yetkilinin gelmediğini anlatıyor. Çocuklarının parçalanmış cesetleriyle katırlar parçalarının birbirine karıştığını söylerken heyette bulunan arkadaşlara bakıyorum; her birinin yüzü kireç gibi bembeyaz. Ceset parçalarını telis çuvallarla köye getirdiklerini söylüyor iki çocuğunu kaybetmiş baba. Daha biz sormadan Başbakanın ‘tazminat vereceğiz’ söylemlerini eleştirmeye başlıyorlar. Çocuklarının hayatlarının ne parayla ne de başka bir şeyle tazmin edilemeyeceğini, bırakın bunu tartışmayı, duymak bile istemediklerini anlatıyorlar. Tek taleplerinin katliamın sorumlularının bulunarak cezalandırılmaları olduğunu söylüyorlar. Bununla birlikte AİHM’ye başvurma kararı aldıklarını, adaleti orada arayacaklarını söylüyorlar. Bu vahşeti yerinde, acılı babalardan dinlerken, anaları düşünüyorum. Acaba onlar neler anlatıyor kadın arkadaşlarımıza.
ÇOCUKLAR YİNE YAPMIŞ YAPACAĞINI!
Çaylarımızı içtikten sonra mezarlık ziyareti yapmak istediğimizi söylüyor ve mezarlığa gitmek için evden çıkıyoruz. İçeridekinden az sayılmayacak bir kalabalık dışarıda bizi bekliyor. Karlı bir tepeden mezarlığa doğru yürümeye başlıyoruz. Yolda kadın arkadaşlarımızdan Roboski’li kadınların neler aktardıklarını öğreniyoruz. Roboski’li kadınlar bir yandan evlatlarını kaybetmenin acısını yaşarken, bir yandan da evlatlarının neden katledildiklerini sorguluyorlarmış. Evlatlarının katillerinin bulunmasının önemli olduğunu ancak bölgede süren savaşın son bulmaması durumunda bu katliamların devam edeceğini de iyi bildiklerini ifade ediyorlarmış. Kadınların olayın bir başka boyutunu düşünüyor olmaları, onların ne denli geniş düşünebildiklerini getiriyor aklıma. Hemen aklıma hayatı paylaştığım eşim geliyor. O da benim düşünemediğim, göremediğim şeyleri görüp, bir çok olayda kılavuzum olmuştu. Kadınların kılavuzluğu mu diyelim, ateşin (bombanın) düştüğü yeri yakmasından mı diyelim görüştüğümüz her kes BARIŞ istiyordu.
Karlı yol sonunda mezarlığa ulaştığımızda toprak kokuyor; toprak kokusuna çiçek kokuları eklenmiş otuz dört çiçek buram buram kokuyor. Her bir mezarın üzeri allı yeşilli çiçeklerle bezenmiş, düğününe hazırlanmış damat gibi. “Yaramaz çocuklar” yine yapmışlar yapacaklarını, çiçek çalmışlar gelinini bekliyorlar.
Bekletmeyelim onları, kavuşsun artık gelin ve damat.
BARIŞ BARIŞ BARIŞ!
*SES İstanbul Aksaray Şube Başkanı
Evrensel'i Takip Et