Orhan Alkaya: Yargı sisteminin değişmesi gerekiyor
Biz sevmeyi öğrendikBirlikte, yalnız, biz bizeKarıncanın ev yapmasınıAkışını ağaçtaki suyun...Böyle sesleniyorlar Ethel ve Julius Rosenberg birbirlerine son vedalarında. Orhan Alkaya’nın yazdığı bu epiloğ şarkı, bu sezon İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ‘Rosenbergler Ölmemeli’nin son sahnesinde seslendiri
Birlikte, yalnız, biz bize
Karıncanın ev yapmasını
Akışını ağaçtaki suyun...
Böyle sesleniyorlar Ethel ve Julius Rosenberg birbirlerine son vedalarında. Orhan Alkaya’nın yazdığı bu epiloğ şarkı, bu sezon İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen ‘Rosenbergler Ölmemeli’nin son sahnesinde seslendiriliyor. Alkaya ve ekibi 1950’lerin Amerika’sında yaşanan Rosenbergler davasına götürüyor izleyiciyi. Hâlâ tartışılmaya devam eden bu olayı hatırlatmakta fayda var.
Rosenbergler birbirlerine aşık bir çifttir. Kapılarına bir gün Amerikalı ajanlar gelir. Sovyetler Birliği’ne atom bombasıyla ilgili bilgi sızdırmak ve ABD’ye ihanet etmek suçundan tutuklanırlar. Dönemin Amerika Senatörü Joseph McCarthy, tüm muhalif kesimleri Amerikan Komünist Partisi’ne üye olmakla suçluyordu. Kişi ve kurumları direkt hedef haline getirilmesi için harcadığı çaba tarihe ‘McCarthy’cilik olarak geçti. İftira ve kanıtsız, delilsiz duruşmalarla idamlar da dahil uzun süren cezalarla toplumun ilerici kesimlerine tam bir taarruz başlatılır. Rosenbergleri tutuklamak için gerekli yalan ifadeleri bulan mahkeme bütün çabalarına rağmen delil bulamaz. Dava üç yıllık cezaevi süresinden sonra Rosenberglerin idam edilmeleriyle sonuçlanır.
Rosenberglerin hikayesi bizim topraklar için çok tanıdık değil mi? Ne demişti Nedim Şener mahkemesini izlemeye gelen insanlara ‘Tiyatromuza hoşgeldiniz’ işte tam da Şener’in tiyatro diye bahsettiği şey gerçekleşiyor.
‘Rosenbergler Ölmemeli’ oyununda, 1950’lerde Amerika’da bağımsızlığını yitirmiş hukukun resmini görüyoruz. 60 yılı aşkın bir süre önce yazılan bu oyun sizce neden hâlâ ilgi çekici?
Rosenbergler, tarih boyunca temel sorun sınıfında yer almış olan “adalet” meselesini tartışıyor çünkü. Adaleti tartıştığınız zaman, simyası girer işin içine, bunun adı “vicdan”dır. 1950-53 aralığı bu oyunun süreci. Bütün dünya için olduğu gibi Türkiye’nin de yakın tarihinde çok önemli bir dönem. Bu ülke bu dönemde saldırgan olarak Kore’ye asker gönderdi. Bu kısacık aralıkta NATO’ya girdi. Ve yine bu kısacık aralıkta uçları Susurluk’ta açığa çıkan ama hâlâ çözülemeyen ‘derin devlet’ yapılaşması oluşturuldu. Türkiye’yi yalnızca sıcak gündemle ilişkilendirdiğinizde kurabileceğimiz çağrışımlar bazında değil, bir toplam olarak en az iki hatta üç kuşağın hayat hikayesi olarak da okumak mümkün dönemi.
Rosenberg - Sobell Casusluk Davası bu dönemin sembol davasıdır. Bir de gene bu dönemde Joseph McCarthy’nin başkanlığında kurulan Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri Araştırma Komitesinin yaptıkları vardır. Bu Komintern’in “faaliyetleri” Amerika’nın bütün entelektüel hayatını altüst etti. Entelektüelleri, sanatçıları muhbirliğe, alçaklığa teşvik ettiler. Bunları yapmayanları işsiz bıraktılar, hapse attılar. Böyle bir dönemin hikayesi, her zaman çekici sözler söylüyor, ne yazık ki.
DEVLETİ TEMEL İNSAN HAKKINA İNSAN ÇEKER
Peki oyunun sorusunu ben de size sorayım ‘Yargının siyasallaştığı bir ülkede adalet nasıl sağlanır?’
Hiçbir iktidar kendinden demokrat, kendinden ilerici, barışçı değildir. Devlet dediğimiz otoriter bir yapıdır, silahlı aygıtları olduğu için militerdir, paramiliterdir. Devleti temel insan hakkına çekecek olan şey insan dinamiğidir. Bu bölge zayıfladığı zaman, insan daha fazla razı, itaatkar olur. İnsan hak talep etmek ya da hakkı teslim etmemek için harekete geçtiğinde, bu devlet aygıtı temel insan haklarının korunması yönünde bir evrim geçirir ki bütün insanlık tarihi de zaten bunu anlatıyor bize.
FAZLA RIZA OTOKRASİ ÜRETİR
Rosenberg ailesi, Ersanlı ailesi ya da Zarakolu ailesi’ni yakın tarihin içinde tam olarak ne buluşturmuş olabilir?
Fazla rıza otokrasi üretir. Asya’da özellikle despotik rejimler daha çok kabul görür. Bu tarihsel bir olgu. Razı olmaya yatkın bir kültürel yapı var bu coğrafyada. Bu yüzden, itirazları da isyanları da çok kanlı oluyor. Bugün gerçekten acıklı bir dönem yaşanıyor. Bir tutuklama ve peşin cezalandırma dönemi yaşanıyor. Ama bir şeyi kabul etmek gerekir ki bugün çok farklı toplumsal kesimlerden, statülerden insanlar buna muhatap olduğunda, bütün toplum Türk Ceza Hukuku’ndaki yargı infaz sisteminin adaletsizliğini gördü. Biz bunu senelerdir yaşıyoruz oysa. 3-4 sene hakim karşısına çıkartılmadan tutuklu kalan insanlar oldu 12 Eylül döneminde. Bu sistemin mutlaka değişmesi gerekiyor. Bir odatv iddianamesinin yazılabilmiş olmasına bile inanmak istemiyorum. Benzer şeyleri Balyoz ve KCK için de söyleyebilirim. Burada tam da benim değindiğim barışı sağlayacak olan dinamikleri ortadan kaldıran bir süreç yaşanıyor. Buradan baktığımızda, muhalefet dinamiğini içinde barındıran bir yelpazenin peşinen cezalandırıldığını görüyoruz. Türkiye’de darbe geleneğine canımı ortaya koyacak şekilde karşı koyarım. Ama yelpaze bu şekilde açıldığı zaman, asıl işin başlangıç noktasını kaçırmış oluyoruz. Darbeyle yüzleşmek, darbe geleneğinin teşhir etmek derken, süreç toplumsal muhalefete doğru evrildi. Tutuklamaların cezaya dönüşmesi ise tam anlamıyla devlet suçudur. Bu yargı sisteminin derhal değişmesi gerekir.
‘KANAAT’ ÜZERİNDEN YARGILANIDILAR
Rosenberglerin KGB ile ilişkisi yıllar sonra açıklandı. Bu durumda Rosenberglerin suçlu olup, olmadığına dair yapılan tartışmalara sizin yorumunuz nedir?
Rosenberglerin atom bombası ile ilgili bilgi verdiklerine dair hiçbir delil bulunamadı. Sovyetler Birliği’nin güvendiği Amerika’lıların olduğu listede isimleri vardı. Julius Rosenberg’in David Greenglass ve karısının. Komintern döneminde her sosyalistin iki vatanı vardı, buradan bakarak okumak lazım hikayeyi. Beni ilgilendiren kısım ise, işlemedikleri bir suçtan yargılandılar, haklarında hiçbir delil yoktu ve tek bir tanık vardı David Greenglass… o da zaten 2001’de CBS televizyonuna yalancı tanıklık yaptığını açıkladı. Üzerinde durmamız gereken asıl mesele “kanaat” üzerinden böyle bir yargılama yapıldığı gerçeği. O dönem Amerika’da komünist avının başladığı dönem. Komünist partinin legal olduğu bir yerde komünist olmak suç sayılıyor. Sistemin nasıl hızla bir otokrasiye evrildiğini buradan görebiliriz. Bugün hâlâ Rosenberglerle ilgilenen bir komite var. Geçtiğimiz ay bu komitenin New York Eyalet Mahkemesine jüri tutanaklarının açıklanması için yaptığı başvuruyu savcılık reddetti. (İstanbul/EVRENSEL)
GAZETECİ KOSTÜMLERİ OYUNA O DÖNEMİN KOKUSUNU VERDİ
Özellikle gazetecinin kostümleri de anlatılan döneme uygun olmuş...
Dönemin Amerikan medyasında çok az bağımsız gazete var onlar da susturuluyorlar, kapatılıyorlar. Diğerleri de kuşatılmış, baskıyla ‘iliştirilmiş’ durumda. Oyunda on bir sahnesi ve on bir ayrı kostümü var Gazeteci’nin, bunlar bir dönem replikası. O dönemin en ünlü modacılarının kostümlerinin replikası. Böylece oyuna o dönemin kokusunu da verdi Canan Göknil’in bu tasarımı.
MEDYANIN iKTiDARA DiRENÇ GÖSTERMESi ZORLAŞIYOR
Oyunda Rosenberglerin yargılanma sürecine hakim medyanın bakışını da görüyoruz. Davadan gerçekten haberi olmayan ama itham etme noktasında da geri durmayan bir yandaş basın var. Bu tip kör gözüm bir yandaşlığı tarihte kalmış bir vaka olarak görebilir miyiz?
Aydın Doğan Milliyet’i satın aldığında 1979’du yanılmıyorsam, ciddi bir tartışma yaşandı basında. Çünkü ilk defa basından gelmeyen, babası gazeteci olmayan bir iş adamı medyaya girmişti. Bugün bir tek babası da gazeteci olan Doğan’lar kaldı. Arzuhan Doğan gazeteci bir babanın kızı. Çok tuhaf bir döneme geldik. Her medya patronu büyük iş adamı. Bizim medya etiğimizde kabul görmeyen bir durumdur ama bir olgu olarak yaşıyoruz bunu biz. Hal böyle olunca bütün zamanlarda medyaya olan iktidar baskısına karşı bir direnç göstermek ister istemez zorlaşıyor. Zor bir dönemden geçiliyor ama aşılacaktır. Uludere’yi on bir saat görmemeleri çok tehlikeli. Bu katliamı hepimiz Twitter’dan izledik. Bir yandan da böyle bir medya enstrümanı çıktı, sosyal medya...
Gazetecilik taraf olmaya başladığı anda habere karşı mesafesini yitiriyor ve artık manipülasyona doğru evriliyor. Basının işi maniple etmek değildir.
Bazı temel şeyler unutuldu. Kanın vahşetin dorukta olduğu ‘90’larda çok güçlü bir itiraz hareketi başlatmıştık. Düşünceyi ifade özgürlüğü bağlamında suç sayılan metinleri yayınlayıp sonrada kendimizi ihbar ediyorduk, Bundan dolayı benim de aralarında olduğum 99 kişi yargılanmıştı. Şanar Yurdatapan’ın başlattığı bu hareket yayıla yayıla sürdü, medyada kendisine geniş yer açtı ve çok etkili oldu. Bugün 125 kişi Ahmet Şık’ın kitabını ortak yayıncı olarak bastı fakat o dönemlerde verilen yer verilmiyor. Basında küçük haberlerle görülüyor.
HAYATIMIN ÖNEMLİ DEĞME NOKTALARI
Oyunun müzikleri hikayeye önemli bir etki katmış. Melih Cevdet Anday’ın ‘Anı’sıyla bu oyunda buluşmak da seyirciye farklı bir sürpriz olmuş...
1976’da Tarık Öcal, Melih Cevdet Anday’ın ‘Anı’ şiirini besteledi. Tarık’ın şarkısının partisyonunu da Timur Selçuk yapmıştı. Final şarkısını, benim bu oyunun üzerine çalışırken yazdığım ‘Ethel ve Julius için Milonga’yı da Timur Selçuk besteledi. Hayatımın önemli değme noktaları bunlar. Seyircimizle paylaşabilmek çok güzel.