27 Şubat 2008 00:00

Klarnetin âlâsı


Pek bilinmez, Serkan Çağrı ismiyle bir “sol klarnet” modeli vardır. Kendisinin bulduğu ve geliştirdiği bu model, onun yedi yaşında başladığı, konservatuvar eğitimi ve eğitimciliğiyle ilmek ilmek ördüğü müzik hayatını, mucitliğiyle de taçlandırıp dünya müzik literatürüne geçmesinin de özetidir aynı zamanda. Serkan Çağrı genç yaşına rağmen klarnette “ustaların ustası” mertebesine çıkan basamaklarda emin adımlarla ilerliyor. Dünyanın en büyük klarnetçilerinden sayılan klarnetist Giora Fiedman, İstanbul’da verdiği bir konserde kendisini sahneye davet ederek “O klarnete benim şu an geldiğim yerden başladı” dedirtecek kadar müzisyendir. Dünyanın birçok yerinde festivallere davet edilen, sahne alan Serkan Çağrı, enstrüman yapımıyla müzisyenlik geleneğinin devamı olan bir ailede, Keşan’da doğar. Anne tarafı Bulgaristan göçmenidir. Baba tarafıysa Yunanistan mübadelesinden bir kuşak öncesinden Türkiye’ye yerleşmiş. Baba klarnet yapımcısı ve çalgıcısıdır. 7 yaşındayken klarnetle tanışır ve çok sever. Tabii geçim şartlarının zorluğundan dolayı babası, Serkan’ın klarnete yaklaşmasını istemez. Hatta Serkan’ı, kendi çaldığı düğünlere götürüp “Bak işte gör çalgıcıların durumunu. Bu işi hâlâ yapmak istiyor musun” diye sorar. Tabii Serkan’ın içindeki o klarnet ve müzik aşkı, babasının tüm engellemelerini aşar. Müzik yeteneğini ve klarnete olan kabiliyetini gördükten ve çevrede de hep böylesi övgüler duyduktan sonra baba pes etmek zorunda kalır. Ve artık Serkan’a “Bu işi yapacaksan doğru dürüst, bari okulunda okuyarak yap; köy düğünlerinde bu işi para kazanmak için yapma” gibi öğütler verir. Babasını dinler Serkan. Liseden sonra Ege Üniversitesi Konservatuvarı’nı kazanır. Konservatuvarın ilk yıllarında çeşitli müzik gruplarıyla çalışmaya başlar, geçimini sağlayabilmek için. O zaten konservatuvara gittiğinde yetişkin bir müzisyendir. O güne kadar müzik adına biriktirdikleri, konservatuvar seviyesine eşit hatta o seviyeyi aşmıştır. Sadece müziğin okuma yazması olan nota ve teoriyi öğrenir okulda. Grup Laçin’le çalışır. ‘98 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarı’na geçiş yapar. Burayı bitirip yine burada 4 yıl boyunca klarnet eğitmeni olarak çalışır. Şimdilerde Haliç Üniversitesi Konservatuvarı’nda klarnet hocalığı, TRT’de ise “Dünyanın Türküsü” adlı bir program yapıyor.
“Âl┠Serkan Çağrı’nın ikinci solo albümü. Sony BMG Türkiye firmasından çıktı. Firmanın sağladığı rahat koşullar neticesinde oldukça özgür çalışmış Çağrı. Müzikteki tartışılmaz birikimiyle usta bir isim; İskender Paydaş, albümün prodüktörlüğünü yapmış. Albümde Çağrı’nın iki bestesinin yanı sıra herkesin Fikret Kızılok bestesi sandığı, oysa hayata küstürülmüş ve artık sadece eşine dostuna yaptığı şarkılarını dinleten Özkan Samioğlu’nun “Gönül” adlı şarkısı bulunuyor. Yine albümde müzikseverler, Türkiye’den, Kırım’dan, Yunanistan’dan, Azerbaycan’dan geleneksel şarkıların dışında, 20. yüzyılın en ünlü İspanyol bestecilerinden Joaguin Rodrigo’nun 1939’da solo gitar ve orkestra için yazdığı ünlü gitar konçertosunun klarnet yorumunu dinleyebilirler. Fuat Saka da albüme sesiyle rengini verenlerden. Çağrı’nın alaylı ve aynı zamanda akademisyen olması, albümün hem teknik anlamda usta bir çalışma, hem de duygulanımları olduğu gibi ve en doğru yerden yakalamasının da kilit noktası. Albüm, Serkan Çağrı’nın ikinci solo albümü olmasına karşın klarnet, albümde girmesi gereken yerini ve zamanını da biliyor, tıpkı çıkması gerektiği zamanı bildiği gibi. Gerekli gereksiz her yerde klarnetle karşılaşmıyor dinleyici. Bu yönüyle de albümle birlikte yakın coğrafyalara doğru yapılan müzik yolculuğunda, dinleyici bıkıp yorulmuyor. Albüm, coşkun anlatımıyla, Serkan Çağrı’nın kendi tabiriyle “Umutsuz yaşanmaz” mesajını verir nitelikte...

Sizin gelmekte olduğunuz bir ekol var mı?
Bir ekolden gelmek, belli bir müzisyenin yaptıklarını takip ederek, onun ardından yürümek, onun çalışmalarını farklı bir noktaya götürmektir. Benim birebir ekolüne bağlı olduğum bir klarnetçi yok. Ama birçok ekolden etkilendiğimi ve onların etkilendiğim yönleriyle kendi üzerinde şekillenen, özellikle gençler arasında şekillenen yeni bir ekol oluşturduğumu söyleyebilirim.

Klarnet hangi coğrafyada doğan bir enstrümandır?
Almanya’da ortaya çıkmış bir enstrüman. Daha sonra çeşitli toplumlar üstünde etki göstermeye başlamış, kabullenilmiş bir enstrüman. Bizim coğrafyamıza resmi olarak Mızıkayı Hümayun’la girmiş, yani saray bandosuyla. Ama öncesinde halk arasında kullanıldığını görüyoruz klarnetin. Buna dair bazı izler var. Zamanın Ceride-i Havadis gazetesinde “iki klarnetçinin bir kahvehanede klarnet çalmasıyla başına gelen olaylar” hakkında haberler var.
Sonuç olarak çalgıların kimliği olmaz, olmuyor da. Doğduğu coğrafyadan seyahatlere çıkar enstrümanlar. Ve bu seyahatinde, her gittiği yerden bir şeyler alarak büyür, gelişir.

Enstrümanların ülkeler içindeki seyahati de böyle değil mi? Örneğin Harput’ta icra edilen klarnetle Trakya’da icra edilen klarnetin çalım teknikleri arasında farklar var...
Evet. Yörelere göre de farklılıklar gösteriyor. Her yöre kendi rengini veriyor. Bölgesel icra şekilleri oluşuyor. İşte Harput’ta, Ege’de, İç Anadolu’da, Trakya’da birbirinden ayrılan çalım stilleri var.

Klarnet, Dersim’de, Elazığ Harput yöresinde neden ‘gırnata’ diye bilinir?
Çok eski yıllarda Suriye’de çalınan bütün nefesli çalgılara “kurnayta”deniliyordu. Bu isim, enstrüman Anadolu’ya geçerken “k”lar, “G”ye dönüştüğü için zamanla “kurnayta” “gırnata” halini almış. Burada ilginç bir nokta daha var; Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde buna ilişkin bir not var. Klarnetin icadından yarım asır öncesinden “gırnata” ismi biliniyor. Bu gırnata o zamanki nefeslilerin genel adı.

Dünyanın önde gelen nefesli enstrüman firmalarından “Amati Denak” sizin tarafınızdan bulunup geliştirilen yeni perde tasarımını uygulayarak ürettiği klarnet modeline ‘Serkan Çağrı Model” ismini verdi. Yani siz bir şekilde hem bir enstrüman mucidi olarak hem de bir dünya markası olarak müzik literatüründe yerinizi aldınız...
Klarnette çeşitli ‘ton’ isimleri var ebatlarına göre. Dünyada en çok bilinen iki klarnet çeşidi “si bemol” ve “la”. Türkiye’de ise “sol klarnet” adında bir klarnet var. Dünyada kullanılmayan, ülkemizde kullanılan bir klarnet. Bu ihtiyaçtan doğan bir şey. Geleneksel müzik sistemimiz bu klarnetin ölçüleriyle eşit. Yani paralel yürüyen bir genişliğe sahip. Bu klarnet sadece bizim müziğimizde olduğu için dünyada “Türkish klarnet” olarak bilinir. Bizim kullandığımız bu “sol klarnet” de benim yaptığım bir değişiklik oldu. Üzerindeki bir perdenin tasarımını yeniden ele alıp inceledim ve onunla ilgili yapıcı birtakım fikirleri Amati Denak’a sundum. Karşılıklı görüşmeler sonucunda, benim sol klarnet üstündeki tasarlayıp geliştirdiğim farklılık yeni bir klarnet modelinin doğuşuna zemin hazırladı. Ve bu klarnete de ‘Serkan Çağrı Model” ismi verildi firma tarafından. Böylece Türkiye’de ilk defa bir klarnetçi dünya müzik literatürüne model olarak girdi.

Batı’da bu model klarnete ilgi nasıl? Son zamanlar girdiği kaynak sıkıntısı da düşünülürse, bu modele ilgi gelişecektir şüphesiz...
Bu klarnetin Batı’da şu an çok fazla talep görmemesinin nedeni, bizim müzik sistemimizin farklı oluşu. Ama farklı bir şey daha var. Türkiye’de bugün klarnet ekolü ve icrası o kadar gelişkin bir hal aldı ki, dünyanın bütün büyük klarnetçileri buna ilgi duyuyorlar.

Peki Batı müzisyenlerinin genel olarak Doğu müziğine ilgisi karşısında Doğu’nun özellikle müzik anlamında Batı’ya öykünmesi, öz dinamiklerinin farkında olmaması çelişkili bir durum değil mi?
Batı kaynaklarını tüketti diyebiliriz. Batı’nın sadece müzik anlamında değil, sanatın birçok alanında geliştirdiği, işleyip modernleştirdiği bütün yüzler, Doğu’nun yüzüne bakmadığı kendi dinamikleridir. Bu anlamıyla Doğu’nun sahip olduğu değerler işlenip, farklı bir temayla tekrar bize sunuluyor. Müzik tarihinde de bu böyle. Müziğin kültür olarak yükselişi Doğu’da şekillenir, gelişimi ise Batı’da. Doğu müziğinin makamlarına, içindeki bütün öğelerine bakın; o kadar derin ve ayrıntılıdır ki Batı’da da çözümlenememiştir. Bunu çözmek için uğraşıyorlar. Bizde ise yerleşen tüketim toplumu psikolojisiyle hep hazır olana, sunulana ilgi var.


Dünya müziği reyonlarında, dünyanın çeşitli yerlerinde müzik yapanların ürettikleri var. “Dünya müziği yapıyorum” demek, “Dünyanın Müzisyeni” olarak birilerini adlandırmak açıkçası bana çok komik geliyor. Bu tamamen yine insanların tüketim psikolojilerini canlı tutmak, yapılan işin ticari boyutunu güçlendirmek için bulunmuş zorlama bir kavram. Aşık Veysel’in bağlamasıyla çaldığı eser dünya müziği değil midir? Veya Aşık Veysel dünya müzisyeni değil midir? Dünya müziği yapmak, Amerika’dan veya Batı’dan bir öğeyi alıp kendi müziğinle harmanlamak demek değildir.

Yıldız İbrahimova’yla ‘Yıldıza Çağrı’ projeniz ülkemizde olmasa da dünyada büyük ses getirdi. Bu projeyi biraz anlatır mısınız?
Yıldız İbrahimova gerçekten müthiş bir ses, bir yorumcu. Günümüzün en büyük sanatçılarından biri. Dünyanın en önemli arenalarında, en önemli etkinliklerinde her zaman sahne alan bir müzik dehası. Caz normlarını kusursuz kullanabilen bir yetenek. İstisnai bir ses aralığına sahip. İlk albümüm “Nefesim”de bir bestem vardı “Nefes Nefese”. Balkan cazı formatındaydı bu beste. O besteye Yıldız İbrahimova’nın sesinin çok yakışacağını düşündüm. Böyle bir teklifte bulundum. O da besteyi dinleyip kabul etti. Böyle bir birliktelik doğdu. Daha sonra baktık ki pek çok ortak yönümüz var, Balkan müziğine ait. Biz bunu Balkan cazı şeklinde; Anadolu’dan Balkanlara uzanan ve cazla süslenen bir çalışma olarak ortaya koymayı hedefledik. Bu hedef doğrultusunda da “Yıldıza Çağrı” projesi doğmuş oldu. Ve şimdi de çeşitli ülkelerde bu projenin konserlerini vermeye devam ediyoruz.

‘Kentsel Dönüşüm’ Projesi mağdurlarından Sulukulelilere ‘Nefesimizi Kesmeyin’ çalışmasıyla destek oldunuz...
Sesimizi çok duyuramasak da bir avuç müzisyenin gösterdiği ve herkesin göstermesinin de gerekli olduğuna inandığım, sosyal sorumluluk duyarlılığıdır. İçinde Sulukuleli müzisyenlerin bulunduğu 20 klarnetçi ve 10 da eşlikçiyle beraber 30 kişinin sahneye çıkmasıyla gerçekleştirdik bu çalışmayı. Bu topluluğa da “Klarnet Kule” adını verdik. Amacımız, müzik eğitimi alanında oradaki çocuklara katkı sağlayabilmek ve de “Kentsel Dönüşüm Projesi”nin oradaki köklü müzik kültürünün dokusunu bozacağına dikkat çekmekti.

Türkiye’nin şu anda toplumsal barışa çok ihtiyacı olduğu bir dönem. Bir savaş hali durumu söz konusu. Yine ülke, ekonomik darboğazlardan geçmekte. İşçilerin, emekçilerin, sokağın durumu ortada. Bu olumsuz tablo ‘türban’ gibi yapay gündemlerle gölgelendirilmeye çalışılıyor. Sizin ‘nefesinizi kesen’ durum ya da durumlar nelerdir?
Toplumsal olarak büyük gel-gitler yaşadığımız doğru. Türkiye’nin en büyük sorununun işsizlik ve ekonomik darboğazlar olduğunu düşünüyorum. Yakın zamanda eşimle Edirne’deydik. Orada müzisyen kahvesine gittik. Oradaki insanlar gerçekten çok zor durumda. Bir sigara alabilmek için birbirlerinin gözlerine bakıyorlar. Bir çay içebilmek için... Ve bunlar müzisyen. Açlık sorununu halledemeyen bir insan, bir toplum için müzik yapmanın, sanat yapmanın ne anlamı olabilir? Çok çaresizler. 5 yıl önce gördüğüm adam tanınmayacak hale gelmiş. Bu durum son albümüme de yansıdı. Bu karamsarlığı, bu karanlığı bir nebze de olsa dağıtmak için Balkanlar’ın enerji dolu motiflerini işlemeye çalıştım.

Devlet kültürel projelere destek vermiyor

Devlete veya resmi bir kuruma, bir kültürel projeye destek olabilmesi için ulaşamıyorsunuz. Ulaşsanız da sonuçsuz kalıyor. Örneğin “İki Yaka Tek Nefes” projesi, yakın komşumuz, yıllardır aramızda sanki kötü bir şey varmış gibi halkları birbirine düşman eden politikalar sonucu aramızda soğuk rüzgarlar esen Yunan halkıyla yakınlaşmamız için yaptığımız bir projeydi. Dünyanın en önemli klarnetistlerinden Vassilis Saleas’le aynı sahneyi paylaştık. Bu projeye destek olması için çaldığımız kapılar yüzümüze kapandı. Öyle ki, iki ülke arasındaki bu bağları kurmak için oluşturulmuş dernekler, yapılar bile zerre kadar destek sunmadılar. Bu gibi projelere bırakın destek olmayı, çeşitli engellemelerle karşılaşıyorsunuz. Yurtdışına çıkışlarda vize almakta zorlanıyoruz. Muhtara gidip ikametgah belgeleriyle uğraşmak zorunda kalıyoruz. Yaptığımız önemli işler, medyada yer bile almıyor.
Nihat İlbeyoğlu

Evrensel'i Takip Et