14 Ocak 2008 00:00
İktidar sanatı gözden düşürmek istiyor
Kendinizden biraz bahseder misiniz?
İstanbulda doğdum. Fransız Lisesinden sonra İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü ve İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümünden mezun oldum. Profesyonel tiyatro yaşamına henüz öğrenciyken 1984 yılında Kenter Tiyatrosunda başladım. Daha sonra Dormen Tiyatrosuna devam ettim. 1989-1995 yılları arasında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolarında görev aldım.
1995 yılı sonunda Cüneyt Türel ve Işıl Kasapoğlu ile birlikte Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosunu kurduk. 2005 yılında bu tiyatrodan ayrıldım. Oyunculuğun yanı sıra Akademide eğitmenlik çalışmalarım devam ediyor, yanı sıra vakit bulabildikçe televizyonlarda düblaj yapıyorum. Şu an iki sezondur gösterimde olan Aysa Prodüksiyon Tiyatrosunda
Nathalie adlı oyunda Zuhal Olcay ile birlikte sahneye çıkıyorum. Şimdiye kadar oynadığım hemen her oyunda bir ödül aldım ve bu da benim, tiyatroda ve oyunculuk alanında doğru bir yolda olduğumun kanıtı diye düşünüyorum.
Tiyatroya eğiliminiz ne zaman ve nasıl oluştu?
Hukukçu bir babanın ve öğretim görevlisi bir ailenin tek çocuğuydum, ailemizin sanata yatkın bir yapısı vardı, yalnız bir çocukluk geçirdim, çocukken hem evde hem sokakta yalnızlığımı bir türlü üzerimden atamadım. Kendimi çoğalmak ve çoğaltmak istiyordum ama bunun nasıl ve ne şekilde oluşturulacağına dair bir fikrim yoktu. Ortaokullu yıllarda yavaş yavaş kitaplarla tanışmaya başladım ve daha sonra başlangıcın nasıl olduğunu bilmediğim sanatla tanıştım. Tiyatrolara ve sinemalara götürülüyorum ve burada karşılaştığım olaylar ve ilişkiler benim yalnızlığımı giderecek bir düş dünyasına sevk ediyordu. Bu yıllarda okulda kukla yapmaya başladım ve bunu okul arkadaşlarıma izletiyordum. Sanırım 1968 olacak, nedense Arthur Millerin Cadı Kazanını görmek istemiştim ama ne yazık ki ben göremeden AKM yakıldı. Daha sonra lise yıllarında okulda tiyatro grubu oluşturulacağı haberi verildi, ben de niye katıldığımı düşünmeden topluluğa dahil oldum. Midasın Kör Düğümü adlı oyunla sahneye çıktım ve bir anda hayatım değişti. Çocukluğum ve gençliğime ilişkin tiyatroya dair hatırladığım bunlar.
Okuldan mezun olduktan sonra profesyonel olarak ilk ne zaman sahneye çıktınız?
Öğrenciyken Dormen Tiyatrosunda Otel Paradiso adlı oyunla ilk profesyonel tiyatroya başlamış oldum. 1989 yılında mezun oldum ve İstanbul Şehir Tiyatrosuna başvurum, kabul oldu. O yıl hemen Işıl Kasapoğlunun yönettiği Kral Lear adlı oyunda görev aldım. Daha sonra Çehovdan Vanya Dayı, bir Fransız yönetmenin sahnelediği Mollierden Tartuff ve daha sonra Orhan Alkayanın yönettiği Bezik Oynayan Kadınlar adlı oyunlarında oynadım. Bu oyunlar içinde Vanya Dayı 1995 yılına kadar oynadı ve bana bir de ödül getirdi. Aynı zamanda Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarında Erol Keskin ve Beklan Alganla birlikte araştırmalarda bulundum ve son olarak Çalı Kuşu adlı oyunda görev aldım. Şehir Tiyatrolarındaki çalışmaların bir yere varabileceği inancımı yitirdiğimden 1997 yılında ayrıldım.
Şehir Tiyatroları çok köklü bir kurum, buradan ayrılma gerekçeniz tamamen sanatsal niteliğin düşüklüğüyle mi ilişkili?
Bu kurumda sanatsal kaygıların daha geri plana atıldığını gördüm. Gerek insan ilişkileri gerekse de oyunların kalitesi ve oyuncuların, bence daha başka rekabetlerle kendilerini var etmeleri beni kurumda yalnızlaştırdı. Sonuç olarak memur kalmak istedim. Daha estetik ve sanatsal nitelik kaygılarım açıkçası ön plandaydı.
İstifa ettikten sonra neler yaptınız?
O yıl üniversitede af çıktı ve ben tekrardan okula döndüm ve okulumu bitirdim. Ancak bir rastlantı sonucu Akbankın halkla ilişkilerinden sorumlu Hamit Belli ile bir sinemada karşılaştık ve bize neler yaptığımızı sordu. Ben de şimdilik bir iş yapmayı düşünmediğimi söyledim. Hamit Bey bize Akbank Sanat Prodüksiyon Tiyatrosunu kurmamızı önerdi. Teklif bize cazip geldi, ancak salon küçük ve yetersizdi. Kimi tadilatlarla orayı oyun oynanabilir hale getirdik ve Işıl Kasapoğlu, Cüneyt Türelle birlikte tiyatroyu kurduk. Sonra aramıza Köksal Engür katıldı ve çalışmalarımıza başladık. Işıl ve Cüneytin çok çalışmak istediği Abelard ve Heloise adlı oyunu sahnelemeye başladık. Burada kendimize bir kural koyduk. Bu tiyatroda Türkiyede hiç sahnelenmemiş oyunları sergiliyor ve gişe kaygısı olmayan bir tiyatro amaçlıyorduk. Aslında bu tiyatroyu kurarken neler olacağını bilmiyorduk. Çok iyi anlaşan bir ekip oluşturduk. Çevirilerimizi Zeynep Avcı, dekorlarımızı Duygu Sağıroğlu yaptı, oyunlarımızı da Işıl Kasapoğlu yönetti. Tiyatromuzda duygu ve düşünce birliği vardı. Tabii zaman zaman kavga da ettiğimiz oluyordu ama bu kavgalar kendi niteliğimizi daha da artırmak ve birlikteliğimizi pekiştirmek için yapılıyordu. Bu serüven tam on yıl sürdü. Yukarıda da sözünü ettiğim gibi çok nitelikli oyunları Türkiyede tiyatro ortamına dahil ettik ve bu çocuk 10 yaşında öldürüldü. Bundan ötürü hiç kimseyi hayatım boyunca affetmeyeceğim.
Peki Aksanattaki çalışmalarınız neden sona erdirildi, özel değilse açıklar mısınız?
Aksanatın 10. yıl kutlamaları için biz kimi projeler önerdik, yani bu projeler sadece tiyatro ile sınırlı değil içinde farklı görsel etkinliklerin olabileceği bir konseptti. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, bu önerilerimize hiçbir yanıt gelmedi, kabul de etmediler ret de etmediler. Sadece tepkisiz kaldılar ve ben kendi adıma bunu ciddiyetsizlik olarak algıladım. Gruptan ilk olarak ben ayrıldım. Biz 10. yıl kutlaması olarak üç farklı oyun sahnelemek istiyorduk, bunlar; H. İbsenin Hedda Gableri, David Mametten Ördek Muhabbetleri ve şimdilerde bizim oynadığımız Nahtalie oyunlarıydı. Şimdiye kadar oynadığımız oyunların kitap olarak baskısı yok; bunları basalım dedik, yine kimseden ses çıkmadı. Yönetici olan hiç kimseden bir destek alamadık. Sonra ben de galiba Akbankın bize gereksinimi kalmadı ve istenmediğim yerde kalmam dedim ve ayrıldım.
Aksanatta tiyatro yaparken herhangi bir sansür ya da sınırlama girişimine tanık oldunuz mu?
Hayır, tiyatro yaparken herhangi bir yaptırım ya da yasaklama ile karşı karşıya kalmadık. Ortalama bir içerikle hayatı ve gerçeği yeniden sorgulayan ve tartışmaya açan oyunları istediğimiz biçimde oynadık. Ama başka bir tarzın ürünü olan, örneğin daha politik bir oyuna engel olurlar mıydı, bundan emin değilim. Ancak en büyük yasak ve imhayı 10. yılımızda bize yaşattılar. Tabii bu tedirginlik hep vardır insanlarda... Çünkü güç ve para sanatsal olanı kendi dünya görüşü doğrultusunda dönüştürebiliyor. Ancak ben Türkiyede sponsorluk kavramının yeniden tartışılması ve tanımlanması gerektiğini düşünüyorum. Yani para ile iktidar kuran yapıların sanata verecekleri desteğin koşulları iyi belirlenmeli ve arada bağımsız bir yapı oluşmalı diye düşünüyorum.
Peki 10. yıl kutlaması yapma isteğinize yanıt vermediklerine göre siz bu duyarsızlık ve ciddiyetsizliği nasıl yorumladınız?
Öncelikle şunu söylemeliyim; Aksanat bizden önce sadece DVD gösterilerinin yapıldığı ve bazı söyleşilerin kısıtlı izleyici ile gerçekleştirildiği, bazı etkinliklerin amatörce kotarıldığı ve kimsenin de pek bilmediği bir mekandı. Tiyatro kurulduktan sonra orası deyim yerindeyse bilinen bir yer olmaya başladı ve insanlar-izleyiciler düzenli olarak bu mekanı takip etmeye başladılar. Sanırım bu çoğalma ve mekanın halk düzleminde popüler bir konum kazanması yöneticilere 10. yılda yetti diye düşünüyorum. Bundan dolayı amaçladıkları reklamı yaptılar ve artık başka bir etkinliğe gereksinim duymadılar diye yorumladım. Çünkü bir açıklama bile yapmamaları bana böyle bir niyetlerinin olduğunu düşündürüyor.
Tilbe Hanım, Aksanattan ayrıldıktan sonra neler yaptınız?
Aksanata Zuhal Olcayla birlikte oynamayı düşündüğümüz Natalie adlı oyunu önermiştik, ancak bu gerçekleşmeyince Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu yöneticileri bizimle iletişime geçtiler ve bu projeye talip olduklarını söylediler. Biz de koşullarını konuştuk ve her konuda anlaşarak çalışmalara başladık. Şunu söylemeliyim; Aysa Tiyatrosu yetkilileri bize bütün olanaklarını sınırsızca sundular. Oyunun nitelikli bir gösterim haline dönüşmesi ve seyirciyle düzenli bir biçimde buluşması anlamında ellerinden gelen her şeyi yaptılar ve yapıyorlar. Bu hafta da Ankara seyircisiyle buluşuyor oyun.
Peki şu sıralar İstanbul Şehir Tiyatroları sanatçı alımında yapılacak ihaleyi konuşuyor, bu duruma yorumunuz nedir?
Önce bir cümle söyleyeyim; kesinlikle sözün bittiği yer. Bu kadar akıl dışı bir girişim sanırım başka yerde zor olur. Şaka gibi neredeyse. Bir Beckett oyununun duyurusu yapılıyor sanki. Ama hem yerel hem de merkezi iktidar sahipleri bir dönem sanatın içine tükürüyorlardı; şimdi de gerçekten tiyatronun içine tükürüyorlar. Bu girişimlerin hiçbir tanesi beceriksizlikten falan kaynaklanmıyor. Tersine, burada kendilerinden olmayan sanata karşı düşmanca bir tutumdan ve gözden düşürme niyetinden söz etmek mümkün. Çünkü bu yöneticiler danstan da, operadan da, tiyatrodan da, karikatürden de hoşlanmadıklarını çeşitli yerlerdeki tavır ve beyanlarında fark ettiriyorlar.
Yöneticilerin bu pespaye tutumları karşısında sanatçıların ve sanatçı örgütlerinin dağınıklığı ve bir bakıma duyarsızlığını neye bağlıyorsunuz?
Herkes her şekilde değersizliği ve pespayeliği bir biçimde ya suskun kalarak ya da anlamadan onaylayarak yeniden üretiyor. Ben her şeyin sorumlusunun 1980 Eylülü ile birlikte hayatımızı kuşatan korku ve aynı zamanda da fırsatçı eğilimlere ve bunun bir ahlak ve yaşam biçimi halinde yaşanmasına bağlıyorum. Toplumsal yapıdaki dağınıklık, örgütsüz ve güçsüz bırakılmış odakların çaresizce seyirci kalması da bu despot ve ilkel yöneticilerin işlerini kolaylaştırıyor. Bu suskunluk ve duyarsızlığa karşı çıkması gereken sanatçıların da, bir şekilde kendi muhalif yanlarını törpülemelerinin ve sisteme uyumlu para kazanan bir figüre dönüşmelerinin de etkisi olduğunu hepimiz görüyoruz. Bu suskunluk acı bir gerçeklik olarak yanı başımızda uyukluyor.
Evrensel'i Takip Et