28 Şubat darbesinin ‘başarı’ ve başarısızlıkları
28 Şubat 1997’de gerçekleştirilen MGK toplantısı 9 saat sürdü. MGK kararlarında laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğu savunulurken, Hükümete de alınan kararların uygulanması telkin edildi. Kararlarda, “tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB’e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı” deniliyordu.
Erbakan’ın bu kararları imzalaması haberi gazetelerde “Paşa paşa imzaladı” gibi başlıklarla sunuldu.
ANDIÇ VE AKIN BİRDAL’A SALDIRI
28 Şubat dönemine karakterini veren uygulamalardan birisi de ‘andıç’dı. Bunlardan en önemlisi ise, yakalanan PKK’li Şemdin Sakık’ın ifadelerine monte edilmiş olan dezenformasyon ile dönemin İHD Genel Başkanı Akın Birdal’ın hedef haline getirilmesiydi. 24-25 Nisan 1998 tarihli gazetelerde Sakık’a ait olduğu iddia edilen ifadelere atfen “Akın Birdal’ın PKK ile ilişki içinde olduğu Apo ile defalarca telefonda görüştüğü, Apo’nun kendisine para gönderdiği ve ‘O benim Türkiye’deki tabancamdır’ dediği” haberleri çıktı. Ancak daha sonra, bu ifadelerin Sakık’a ait olmadığı ortaya çıktı. Bu sahte ifadeler “Andıç” başlıklı “Güçlü Eylem Planı” isimli belgede yer alıyordu ve altında Çevik Bir’in imzası bulunuyordu.
Andıç uygulaması 28 Şubat ile son bulmadı. Aralarında bir genelkurmay başkanının da bulunduğu çok sayıda üst rütbeli askerin Ergenekon davasından başlayarak çeşitli davalarda yargılandığı günümüzde de, andıççılar değişti, ama andıç sürüyor.
28 Şubat müdahalesinden sonra, 2001 yılında yaşanan ekonomik krizin ardından gerçekleşen 2002 seçimlerinde, Türkiye’de daha önce iktidar olmuş sermaye partileri barajın altında kalırken, darbe ile düşürülen Erbakan’ın eski öğrencilerinden Recep Tayyip Erdoğan’ın lideri olduğu AKP birinci parti olarak çıktı. 28 Şubat 1997 ile 2002 seçimleri arasındaki süreçte diğer sermaye partilerine ve onların oluşturduğu koalisyon hükümetlerine güven dibe vururken, 28 Şubat darbesinde ‘silahsız kuvvet’ olarak iş gören medya organlarının ‘yenilikçiler’ diye sunduğu Erdoğan’ın AKP’sinin önü açılmıştı.
28 Şubat darbesini gerçekleştiren güçlerin Erbakan’ı iktidardan düşürüp, Türkiye’nin rotasını da D-8, ‘İslam Ortak Pazarı’ gibi hedeflerden çevirerek, küresel batı kapitalizmi çerçevesinde devam ettirmesini sağlamaları, 28 Şubatçılar ve sınıfsal destekçileri açısından kuşkusuz bir başarı idi. Ya da, Erbakan gibi ABD, Batı ve İsrail ekseni dışında davranmaya eğilimli bir isim yerine, ABD’nin ve Batı’nın Soğuk Savaş dönemi sonrası politikalarının bir parçası olan “neoliberal politika ve Ilımlı İslam” yaklaşımına uygun hareket eden Erdoğan’ın AKP’si ile yola devam etmek, 28 Şubatçılar açısından bir başarıdır.
Ancak diğer yandan, ortada 28 Şubatçıların devamı olan ‘27 Nisan e muhtırası’ ile engellenmek istenmesine rağmen ‘İslami’ gelenekten gelen bir isim olan AKP’li Abdullah Gül, Çankaya’ya çıkabilmiştir. 28 Şubattan 10 yıl sonra 27 Nisan 2007 tarihinde yayınlanmış olan ‘e muhtıra’, 9 Ağustos 2011’de Genelkurmay Başkanlığının sitesinden kaldırıldı.
28 Şubat değerlendirilirken diğer bir önemli nokta olarak, 28 Şubat generallerinin hedefindeki isimlerden Fethullah Gülen’in ‘sağlık durumu’nu gerekçe göstererek gittiği Amerika’ya yerleşmesinin ardından, aradan geçen 15 yıl içinde giderek güçlendiği vurgulanmalı. Hatta Ergenekon, Balyoz, İnternet Andıcı gibi adlar altında üst rütbeli askerlerin yargılandığı davalarda Hükümetin siyasal desteğini arkasına alan polis-yargı yapısı içinde Gülen Cemaatinin belirleyici konumda olduğu yaygın bir iddia durumunda. Tüm bunlar da, 28 Şubatçıların başarısızlıkları hanesine yazılacak özellikteki gelişmeler.
BİR KÖTÜ HUYLU HASTALIK
Ne var ki, Türkiye hala bir darbe anayasası ile yönetiliyor ve 12 Eylül darbesinin etkileri varlığını sürdürüyor.
Kendisini ‘solda’ ifade eden kimi aktörler de dahil olmak üzere çeşitli kesimlerin hâlâ askerleri siyasete davet eden tutumları da bir “kötü huylu hastalık” olarak siyasal yaşamımızı orasından burasından kemirmeye devam ediyor.
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et