29 Nisan 2007 05:00
ölürsem kabrime gelme istemem!
Geçenlerde bir hafta yağan yağmur sonunda ortaya çıkan bir sürü kemik, tepeden aşağıya doğru aktı diyordu Diyarbakırda biri. Mardinde bir diğeri; Bizim mahalle Ermeni mahallesi. Sorsan, herkesin ailesinde Ermeni kadınlar vardır. Çünkü kafilelerle götürülenler arasında güzel Ermeni kızları eş olarak seçilirdi. Bizim dedelerimiz hep anlatırdı zaten katliamı diye anlatıyordu. Midyatın köyünde bir başkası, kilisedeki yüzyıllık kurşun deliklerini gösteriyordu. 1914ten miras kurşunlardan biri hâlâ duvardaydı. İdilde ise askerin çevirdiği ilçeden kaçabilmek için Süryanilerin açtığı ve evlere kadar uzanan tüneller duruyordu. Hatta 1980lerin sonunda, tünellerin gerillaya yardım için açıldığı iddiasıyla günlerce işkence görenler olduğu anlatıldı.
Sadece iki günde...
Tüm bunlar, İsveçli Prof. David Gaunt ve asistanlığını yapan İsveç Asuri Demokratik Örgütü Başkanı Sait Yıldızın, Nusaybindeki toplu mezar araştırması öncesi ve sonrası, sadece iki günde anlatılanların ufacık bir kısmı...
Yine de köyde yapılacak toplu mezar araştırması, bir soykırım ispatı değil bir mezardaki kemiklerin kime ve hangi döneme ait olduğunun araştırmasıydı. Eğer 1914e aitse, belki ilk defa Türkiyeli tarihçiler, uluslararası ilgili uzmanlarla tehcir dönemini araştırmak için önemli bir adım atmış olacaklardı. Eğer kemikler Roma dönemine ait ise TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğluna göre; O dönemde Türkler yoktu bölgede ve dolayısıyla araştırmaya da gerek yoktu. Sadece bu söz bile Halaçoğlunun niyetini ortaya koyuyordu: İçinde Türk yoksa araştırma yok.
Tabii ki bir bilimsel araştırma olmadı. Her şey o mezar kadar karanlıkta kaldı. Bir günde, hatta birkaç saatte yaşananlar, koca bir tarih adına yüzümüzü kızarttı; binyıllarca bu topraklarda yaşayıp da ölenlerin tek tek kemikleri sızladı.
Yangından mezar kaçırmak...
Prof. Gaunt, Diyarbakırdan 23 Nisan 2007 günü Mardine doğru ilerlerken, böyle bir gün yaşayacağını hiç düşünmüyordu sanırım. Nusaybinde Ekim 2006da bulunan ve 1914te katledilen Ermeni ve Süryanilerin kemikleri olabileceği iddiasıyla gündeme gelen toplu mezar içindi bu hazırlık. Ancak bir ilk adımdı; Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ve Prof. Gauntun buluşması. Bir program çıkartılacak; adli tıp uzmanları, arkeologlar ve tarihçiler ciddi bir araştırma başlatacaktı mezarda. Türkiye, bir tabuyu kırmanın adımını bu mezarda atacaktı. Atmaz olaydı! O adım, o mezarda yatan tarihi ezdi geçti. Dicle Haber Ajansının, mezar ilk bulunduğunda çektiği fotoğraflarla Mardin yoluna çıkıldığında, günün ipuçları gelmeye başladı. TTK ile görüşme Mardinde yapılacaktı, basın metnine göre. Yolun yarısında, görüşme önce Nusaybine alındı. Hemen ardından da Köye doğru gelin, orada buluşuruz telefonu geldi. TTKnın acelesi vardı anlaşılan. Daha bir tanışmadan mezara gitmeyi kabul etmedi Gaunt. Ancak otele varmadan, bu sefer de köyün muhtarı olduğunu ileri süren kişinin, DTP ilçe örgütünü arayarak Profesörü yanlış mezara götürecekler dediği haberi ulaştı.
Toplu mezara toplu araştırma!
Oteldeki görüşme gazetecilerin önünde gerçekleşti. Köye doğru yola çıkıldığında, yağmurdan göz gözü görmüyordu.
Nusaybinde yaklaşık 30 km. ötedeki Kuru köyüne giderken de yine TTK heyeti, Gaunt ve asistanı, birçok muhabir ve Gauntu koruması için gönderilen polisler vardı.
Evet mezar kapalıydı. Ancak köylüler gülerek anlatıyorlardı; Daha dün kapatıldı diye. Yerel gazetecilerden de mezara en az bir kere girmeyeni yoktu. Her gelen giriyordu köylülere göre...
Mezar yeniden kazıldı, ağzı açıldı ve olan oldu! Tarihçi ya da arkeolog değiliz ama kazılarda ortaya çıkan bulgulara bir zarar vermemek için günlerce, aylarca ellerinde fırçalarla taş temizleyen arkeolog görmüşlüğümüz, herkes kadar var. Ama bırakın taşı, çömleği; toplumsal tarih açısından bu kadar önem verilen bir konuda yapılacak bir bilimsel araştırma alanına kaymakamdı, gazeteciydi, Halaçoğluydu derken bileğine güvenen yaklaşık on beş kişi girdi. Sonuçta bilimsel kazı alanı hallaç pamuğu gibi atıldı! Mezar dolu olsaydı, hepsinin kemikleri kırılmıştı! Girenlere tezahüratlar yapıldı, bayanlara Vay be işte gazeteci böyle olur denildi. Gördüklerinden şaşkınlığa uğramış, mezara girmekte tereddüt eden Prof. Gauntla da ufak çaplı dalga geçildi. Çeşitli tartışmalar oldu, acaba Ermeni miydi bu Gaunt? Kimine göre İsveçte yaşıyordu ama aslen Fransızdı. Zaten bu Fransızların da yüzde 90ı Ermeniydi!.. En sonunda isteklere dayanamayıp takım elbisesiyle mezara inmek zorunda kalan Prof. Gauntun daha sonra söyleyeceği gibi; bir bilimsel çalışmaya, bilimsel çalışma alanına, orada ölmüş olanlara saygısızlıktı tüm olanlar.
Boş çıktı nabeeer!
Ama tahribat için korkmak yersizdi, çünkü toplu mezarda toplanan toplanmıştı zaten. Mezar boştu... Durumu sorgulaması gereken bilim insanı yüzlerine, nabeeer, biz dememiş miydik ifadesi yerleşti. Yine de en bilimsel ve en tarihi an, Gauntun eline kürek tutuşturulup Hadi kaz denmesiydi... Belki çamurun içine batmıştır kemikler diye... Halbuki iki gün önce Anadolu Ajansı, köy muhtarı Sadık Koçhan ile görüşmüştü ve muhtarın ağzından, Çok sayıda kemik gördük. Bunun üzerine olayı hemen karakola bildirdik. Ankaradan da yetkililer geldi. Sonra gelip kemikleri topladılar sözleri servise koyulmuştu bile...
Tarihi araştırmak değil tarihle ilgili Türk tezini savunmak adına orada olanlar, torbalarına doldurdukları savaş ganimetleriyle, analiz yapacaklarını söyledikleri toprak ve kemik parçalarıyla oracıkta basına, mezarın Roma mezarı olduğunun kanıtlandığını açıkladılar. O mezardan, savcı kontrolünde olmaksızın ve izinsiz örnek alındığı için savcılık soruşturma açar mı, bilmiyoruz. Ama Gaunta Savcıya, izne gerek yok; istediğimizi yapabiliriz diyen Hallaçoğlu, günün ilerleyen saatlerindeki bir açıklamasında ise Soykırımın olup olmadığına hukukçular karar verecek diyordu. Mezar gibi dilin de kemiği yoktu yani...
Mezar kazmaca oyunu
Sonuçta Türkiye açısından tarihi bir araştırma, bir toplu mezar kazmaca oyunundan öteye gidemedi. Bilimsel yöntem topluca katledildi.
Belki mezarda bulunan kemikler, gerçekten de Roma dönemine aitti, belki 1914 olaylarında öldürülenlere... Ya da kim bilir başkalarına... Çünkü onlarca medeniyet geçmişti bu topraklardan. Çok savaş hikayesi vardı. Kemiksiz toprak parçası kalmamacasına çok katliam görmüş, çok mezarlar kazılmıştı... Öyle ki, daha bu kazı bitmeden başka telefonlar geldi, bahçelerinde mezar bulduklarını anlatanlardan...
Üstü ne kadar örtülürse örtülsün, görmezden gelmenin en derinine ne kadar gömülmeye çalışılırsa çalışılsın tarih, toprak altında kalmayı reddediyordu işte...
Elif Görgü
Evrensel'i Takip Et