Sessiz ağıt
Güneşli bir hafta sonunun son günün uğurlayıp, kara kışa merhaba demek üzereyken...Kimse yaklaşan felaketten haberi farkında değildi. Telekom’un önünde oturup dünyayı bir an için olsa da umursamayanlar, kahvehanelerde kaçak çay yudumlayanların, sanat sokağında işportacılık yapanların, kerpiç evlerinlerin &ou
Güneşli bir hafta sonunun son günün uğurlayıp, kara kışa merhaba demek üzereyken...
Kimse yaklaşan felaketten haberi farkında değildi. Telekom’un önünde oturup dünyayı bir an için olsa da umursamayanlar, kahvehanelerde kaçak çay yudumlayanların, sanat sokağında işportacılık yapanların, kerpiç evlerinlerin önünde bilye oynayan çocukların, Edremit’te göle karşı mangal keyfi yapanların....
Hiç birinin yaklaşan felaketten haberi yoktu...
VE DEPREM....
Herkes aynı dilde konuşuyordu şimdi. Çünkü acının alfabesi yoktu. Sonrası mahşer, daha sonrası trajedi, daha daha sonrasıysa bir göç ve özlem hikayesi...
Ayrı ayrı diyarlara göçler başlamıştı. Kimi biletini çoktan kesmişti. Van Gölü’nün çığlığı bile engel olamamıştı gidenlere...
Ağzı otlu peynir kokan çocukların düş kurduğu sokaklar bomboş ve ölü bir kenti andırıyordu artık. Enkazların başında bekleyenler battaniye sarıldıkları gibi umutlarına sarılmışlardı. Morg kapısında bekleyenlerin ise acı çığlıkları tarifleri edilemeyecek cinstendi. Malum ya acının alfabesi yoktu.
Ve kalanlar gidenleri hep umutla beklediler bir gözle. Diğer gözle de bir çift gözyaşı döküyorlardı. Gidip de dönmeyecek nice ‘İNSANLAR’ için...