Canlı ve Cansız (2)
Dünyanın ilkel koşullarını ele aldığımız ve Miller’ın deneyiyle bu koşulları yaratmaya çalıştığımız deneyler her seferinde daha fazla etkenin olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ancak koşulları sağlayan milyonlarca etkenin içinden birkaçını laboratuar ortamında uyguladığımızda canlılığın temel bileşenlerini elde ettiğimizi ge
Dünyanın ilkel koşullarını ele aldığımız ve Miller’ın deneyiyle bu koşulları yaratmaya çalıştığımız deneyler her seferinde daha fazla etkenin olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ancak koşulları sağlayan milyonlarca etkenin içinden birkaçını laboratuar ortamında uyguladığımızda canlılığın temel bileşenlerini elde ettiğimizi geçtiğimiz yazıda belirtmiştik.
İlk yazıda aynı zamanda, canlı ve cansız kavramlarının arasında keskin çizgiler olmadığını dünyamızın ilkel atmosferik koşullarında oluşan ve bugünki prokaryot yapılara çok benzeyen canlılığın temeli olarak saydığımız yapıların oluştuğunu söylemiştik. Bugün canlı olarak nitelendirdiğimiz bütün olgular cansız yapıtaşlarından oluşmaktadır. Aslında her şey cansızdır; ancak, organizasyon özelliklerine sahip olabilen cansız yapıtaşlarından oluşan varlıklardır canlılar. Canlı ve cansız kavramını birbirinden soyutlayanlar idealistlerdir. Canlılık tüm özellikleriyle ve indirgenemez karmaşıklığıyla cansızlardan ayrıdır diye düşünürler. Hatta yayınlarında ele aldıkları hücre temalı yazılarında hücreyi bir fabrika olarak ele alırlar, hücrenin bütün bileşenleri ile canlılık ihtiva edebileceğini, bileşenlerinin tek tek oluşmadığını birbiriyle bağlantılı olduğu için her zaman bir arada bulunduğunu söylerler. Ancak, bilmedikleri cansız yapılarında bir fabrika gibi işledikleri, kimya kanunlarına göre bağ yaptıkları bu bağları yıktıkları, ilkel DNA halinde canlılardaki serbest DNA zincirleri oluşturdukları, hidrofobik ve hidrofilik yapılar oluşturduklarıdır. Aslında yapmak istedikleri doğaüstü güçlere kapıyı aralamaktır. Materyalist diyalektik anlayışa göre ise canlılık, cansızlığın içinde zıt unsurların ve çelişkilerin içinde gömülüdür. Bu kavram diyalektiğin 2. yasasıyla bir yöntem halini almıştır; “yadsımanın yadsınması yasası.” Burada “yadsıma” sadece bir şeyin yok olması, başka bir şeye dönüşerek ölmesi anlamına gelir. cansızlık canlılığa dönüşmüştür, bir diğer deyimle cansızlık kendi dinamiklerinde canlılığı taşır.
Cansız yapıtaşlarının milyonlarca yılda yaptığı sayısız kombinasyonlar koaservatları oluşturmuştur. Son derece basit yapılarla izole yapılar oluşturmaya başlamışlardır. Bu yapılardan biri yağlardır (lipitler). Yağlar (lipitler), canlılık için son derece önemli moleküllerdir. Isı sığalarının diğer moleküllere göre oldukça yüksek olması, esnek darbe emici olmaları, enerji için kullanılabilmeleri, organelleri ve diğer kimyasal yapıları izole edip koruması gibi özellikleri haricinde; moleküler anlamda çok önemli bi kimyasal yapıya sahiptirler. Yağ molekülleri, atomlarının diziliminden ötürü “amfifilik” yapıdadır. Bu özellik yağların hidrofobik (suyu sevmeyen) ve hidrofilik (suyu seven) yapılar oluşturarak içte muhafaza sağlarlar, esneklik kazandırdığından büyüyebilir, küçülebilir, başka yapıları içine alabilir. Bu özellik sonradan değineceğimiz diğer etkenlerle birlikte koaservatları oluşturmaya çoktan başlamıştır. Hem de 3.9 milyar yıl önce.