“Hepimizin davası”
“Naziler komünistleri götürdüklerinde sustum. Çünkü ben komünist değildim. Sendikacıları götürdüklerinde sustum. Ben sendikacı da değildim. Sosyalistleri içeri aldıklarında sesimi çıkarmadım. Ben sosyalist değildim. Yahudileri tutuklarında sustum. Çünkü ben yahudi değildim. Beni g&oum
3 Mart’ta tam 365 gün oldu. Ahmet Şık ve Nedim Şeneri’i aramızdan alıp, dört duvar arasına sokan zihniyet bugün 1 yaşında. Dile kolay insan belli bir yerden sonra saymaya usanıyor. Ama onlar 1 yıldır sevdikleri işlerinden, çocuklarından, eşlerinden ve arkadaşlarından ayrı.
Biri basılmamış kitaptan, diğeri bir kitabı yazdırmaktan ( Hanefi Avcı’nın Haliç’te Yaşayan Simonlar ) Ergenekon terör örgütüne üyelikten yargılanıyor. Onlar 365 gündür, bu suçlamanın savunmasını yapmaya “çalışıyorlar’’. Bizde 365 gündür bu suçlamaya gülüyoruz… Ne kadar da acı değil mi ?
Ne olacak bu sürecin sonu? Belki kendi kendimize bile sormaya cesaret edemediğimiz bu soru… Ne olacak? Git gide çıkmaza giren bir yargılama, basılmamış bir kitaptan delil (“delil olarak “düşünme” iddanamede) derin güçlerin örgütü Ergenekon’a üye olma suçu… Devlet pirinci ayıklamış, taş bulamayınca “düşünceye” saldırmış. Hal böyle olunca, basılmamış PC’de kayıtlı olan, kitap aşamasındaki yazıları toplamış. Daha doğrusu Türkiye tarihinde bir ilke imza atarak, Nazi Dönemin, 12 Eylül darbe yönetimini aratmayan bir tavır ile basılmamış bir kitap toplatılmış, yasaklanmış…
Bugün Ahmet Şık Türkiye’de “basılmamış bir kitaptan” dolayı, Ergenekon’a üye olma suçundan dolayı yargılanıyor… Bugün politika ile alakası olmayan ile çok politik bir insan da Ahmet Şık’ı tanıyor.
“YANSAK DA DOKUNACAĞIZ”
Hepimizin hafızasına yer etmişti o görüntü, o ses… Adliye çıkışı Ahmet Şık’ın zafer işareti ve “dokunan yanar’’ sözü. Evet dokunan yanıyordu. Muhalefetin, gazetecilerin, yazarların cesareti yargılanıyordu. Kim cemaate ve AKP’ye muhalifse onlar yanıyordu. Alakası olmayan yerlerde, alakasız bir şekilde, tüm dünya medyasında yankılanıyordu; “Dokunan yanar”…
Ergenekon’un parmağı, Maraşlara, kanlı 1 Mayıslara, Sivaslara, Gazilere dayanıyordu. Toplumsal katliamların yanı sıra, faili meçhuller, suikastler… Ahmet ve Nedim, böyle bir örgüte üye olmaktan yargılanıyor. Bunları gün yüzüne çıkaran gazeteciler, bu örgüte üye olmaktan yargılanıyor. Onların gözlerinin içini baka baka, kulaklarını çınlata çınlata, bütün gazeteciler (yandaş medya hariç) meydanlarda, panellerde, TV programlarında, gazetelerinde “özgür basın yoksa, özgür toplum yoktur’’ sloganını ile yürüyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarını aratmayan bir baskı ortamı söz konusu. Tek partili CHP döneminde gazeteciler dört duvar arasından çıkamıyordu. Bugün ise tam 105 gazeteci tutuklu… Bugün KCK adı altında bir gözaltı furyası ile, kim haber yapıyor, kim röportaj yapıyor, kim yazıyor ise hepsi içeride. Bugün Ahmet’in ve Nedim’in davası bütün tutuklu gazetecilerin davasıdır. Burada ki bir kazanım hepsinin kazanması anlamına gelir. O yüzden ister gazeteci olsun ister olmasın, her kesimden vatandaşın bu davalara ortak olması ve mücadele etmesi gerekir. Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” şimdi ki adı (arkadaşları tarafından derlenip yayına hazırlanan kitabı) “OOOkitap”ın girişindeki söz, Martin Niemöller’in de dediği gibi ‘’Beni götürdüklerinde, geride artık karşı çıkabilecek kimse kalmamıştı’’sözü bugün ne yazık ki hâlâ güncelliğini koruyor. Ahmet için, Nedim için tüm tutuklu gazeteciler için, basının önündeki prangaların kalkması için bu dava hepimizin davasıdır…