5 Nisan 2007 00:00
SANSÜRE HAYIR!
GÜNÜN YAZILARI
Türkiyede gazeteciliğin 176ncı yılında bile gazeteler hakkında idam hükmü veriliyor olması, düşünce ve ifade özgürlüğünün toplum yaşamındaki öğretici, eğitici, ilerletici işlevinin kamu otoritesince hâlâ kavranmadığını göstermektedir. Oysa, düşünce ve ifade özgürlüğü, sadece bireylerin değil, toplumun tümünün akıl ve ruh sağlığının temel koşuludur. Kimse kimseyle aynı şeyleri düşünmek zorunda değildir. Hatta herkesin aynı düşüncede olmasını istemek insanlığa, toplumun akıl ve ruh sağlığına zararlıdır da.
Bir toplumun insanları, egemen sınıf adına üç beş kişi konuşmak üzere herkesin susturulduğu, aykırı düşüncelerin baskı altına alındığı rejimlerde değil, herkesin konuşabildiği özgürlük ortamında yanılgılarını düzeltme, başkalarının düşüncelerinden yararlanarak kendi düşüncelerini zenginleştirme ve akla uygun davranışlar edinme olanağı bulurlar. Tartışma alanı ne denli geniş ve düşünceler ne kadar çok ve çeşitli olursa, toplumun doğruyu bulma olasılığı da o denli yüksek olur.
Sadece egemen sınıfın resmi görüşüne onay mekanizmasının işletildiği, düşüncelerini yaymaktan alıkonulan insanların yaşadığı toplumlarda yüksek bir kültürün geliştiğine ise tarih boyunca tanık olunmamıştır. Bilinmelidir ki, genel bir düşünce perhizi ve zihin tutsaklığı içinde işlek kafalı bir halk hiçbir zaman var olmamıştır.
Modernleşme, düşünce ve ifade özgürlüğünün içselleştirilmesini gerektirir. Metalar serbestçe dolaşırken fikirlerin serbestçe dolaşımının engellenmesi, sistemin kendi mantığına bile aykırıdır. Modernleşme yolculuğunda bunca yol kat edilmesine karşın farklı düşüncelerin hâlâ baskı altına altında tutulması, Türk burjuvazisinin korkak, güdük ve hödük kaldığını da göstermektedir. Farklı düşünceye tahammülsüzlüğü, güdüklüğünün yanı sıra elbette sınıf çıkarının gereğidir. Zira bilmektedir ki, aykırı düşünceler serbestçe dolaşabildiğinde halk, defalarca yanılsa bile, önünde sonunda, kelle alınarak kurtarılmak istenenin vatan değil, kendisini aç ve cahil bırakan egemen sınıf düzeni olduğunu kavrayacak ve bir daha yanılmamak üzere kendi çıkarlarına sahip çıkacaktır.
Rahatça sömürmek isteyen egemen sınıfa karşı düşünce ve ifade özgürlüğünün, sınıfsal ve ulusal kurtuluşun savunulması, kimsenin aç ve cahil kalmayacağı yeni bir kültürün yaratılması büyük fedakârlıklar gerektirir.
Bu fedakârlığı gösterenlerin yanında olmak, demokratlığın, yurtseverliğin, sosyalistliğin asgari gereğidir.
(*)Sansürsüzcom yazarı
Aydınlar duyarlı olmalı
Yurdusev Özsökmenler (Diyarbakır Bağlar Belediye Başkanı): Bu uygulama, bu dönemde, bu şekilde yapılıyor olması vahim bir iştir. Mahkeme karar vermeden gazetelerin yayınının durdurulması vahim bir durumdur. Bu, hukuk devleti iddiasında olan hiçbir ülkede kabul edilemez bir durumdur. Çünkü ortada bir suç yok. Yayının durdurulmasına ilişkin öne sürülen gerekçeler kararlar, olasılıklar, işlenebilecek muhtemel suçlar üzerinden oluşturulmuş. Hiçbir ülkenin hukuku ihtimaller üzerine kurulmamıştır. Bu açıktan bir engellemedir. Hukuk devleti ile ilgisi yoktur. Avrupa Birliği sürecinde önemli adımlar atan hükümet açısında da bir talihsizlik, şansızlıktır. Hükümetin yapması gereken bu uygulamayı geri çekmesi. Yapılan yanlışın düzeltilmesidir. Ayrıca gazete ile dayanışma kampanyaları gerçekleştirilmelidir. Özellikle basın yayın örgütleri başta olmak üzere Türkiyedeki aydın ve yazarlar, demokrasiden yana tutum sergileyenler, bu olaya duyarlı olmalıdırlar. Bu yasaların değiştirilmesi için kampanyalar başlatmalı, kamuoyu oluşturmalı. En azından 301. madde için oluşturulan kamuoyu bu yasaların çekilmesi için de oluşturulmalı. Bu konuda ısrarlı olunmalı.
Bir ses dilsizliğe mahkum edildi
Prof. Dr. Eser Köker (Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi) : En muhalif olanın sözünün kıymeti, düzen içi muhalif olanın sözü ile kıyaslandığında anlaşılabilir. Düzen içi muhalif söz, hak ihlallerinden doğan zararı açığa çıkarır. Özgür olamayan sözün uygulamada nasıl boğulduğunu, uğultuya dönüştürüldüğünü, rasyonel akıl arayışından nasıl kopartıldığını görünür kılar. En muhalif söz için uygulama sorunlaşamamaktadır bile, en muhalif olanın sözü hırıltıya bile dönüşememektir. Zira bu ses, sürekli bir dilsizliğe mahkum edilmiştir. Bu mahkum ediliş, bir çeşit dilsizliğin, bir çeşit iletişimsizliğin görünümlerinden biri değildir. Kurulu yargılar dünyasının anadilinin yokluğundan kaynaklanan esas sorundur. Oysa anadiller kapatılsalar da vardır. Ordadırlar. Kara vicdan olarak orada dururlar. İletişim özgürlüğü için mücadele edenler, en çok ama en çok bu vicdana, bu varoluşa, çok katmanlı bu dile gereksinim duyarlar. Bu nedenle en muhalif sesin gazetesinin kapatılması sadece bir hak ihlali değildir. Nasıl bir vicdanla ve nasıl bir niyetle iletişimimizin nasıl engellendiğinin açık bir resmidir.
Rahmi Yıldırım*
Evrensel'i Takip Et