10 Mart 2007 00:00

8 Mart 150 yaşında... - 6

Prof. Ayata, ‘Toplumun yarısının temsil edilmediği bir ülke demokratik ülke olamaz’ diyor

Paylaş

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Ayata, kadınların siyasete katılımındaki düşüklüğünü “yüzkarası bir sorun” diye değerlendirerek, “Toplumun yarısının temsil edilmediği bir ülke demokratik ülke olamaz” dedi.

Türkiye’de kadınların siyasete katılımına ilişkin genel tablo nasıl?

Türkiye, kadınların toplumsal yaşama katılması konusunda önemli adımlar atmış bir ülke, hatta bazı alanlarda birçok Avrupa ülkesinden de ileride durumdayız. Akademisyen kadınlar, Avrupa ülkelerinde bizdeki kadar yaygın değil. Türkiye’de erkek alanı olarak bilinen tıp, hukuk, mühendislik gibi alanlarda da çok kadın var. Ancak yüzkarası olacak iki tane sorunumuz var. Bunlardan biri siyaset, diğeri de kadın okur yazarlığı. Kadınlar yüz yıla yakın zamandır kamu yaşamı içindeler ama hâlâ kadın okur yazarlığını erkeklere yakın ya da eşit bir orana getiremiyoruz, bu kabul edilebilir bir şey değil. Aynı şekilde kadınların siyasete katılımı konusunda da dünyanın en gerisinde olan ülkelerden birisiyiz. Ancak bu sorunun ciddiliği erkek siyasetçiler tarafından da anlaşılmış değil. Toplumun yarısının temsil edilmediği bir ülke, demokratik bir ülke olamaz. Toplumun önemli kısmının ihtiyaçlarına yanıt vermeyen bir siyasetle karşı karşıyayız. Bu “siyasette kaç kadın var” sorunun ötesinde, meşruiyet, kalkınma, yönetim sorununa kadar giden ciddi bir sorundur. Meclis’teki kadın oranı 4.3. Bu oran seçimlerde ikiye bile katlanabilir. Ancak perspektif değişmediği sürece ciddi bir değişim olmaz.

Kadınların tabandan tavana siyasete katılabildiğini söylemek mümkün mü?

Hayır, bu hiç mümkün değil. Türkiye’de siyasete katılan kadınlar esas itibariyle tavandan katılıyorlar. Siyasette belli yerlere gelen, milletvekili, bakan, belediye meclisi üyesi, genel yönetim kurulu, il yönetim kurulu üyesi olan kadınlar var. Bu kadınların hemen hemen hepsi yönetimdeki erkeklerin davetiyle geliyorlar. Davet üzerine il yönetimine girmek ya da belediye meclis üyesi olmak tabandan gelmiş bir siyasetçi yapmaz. Tabandan gelmekle kasıt, kendisiyle eşit hiyerarşik konumlarda olan, yatay düzeydeki örgütlerle çalışmaya başlayıp, onların içinde ve onlarla birlikte yükselerek gelmektir. Öte yandan tabandan siyasete girme noktasında kadınların çok ciddi bir talebi de yok.

İşçi, çiftçi kadınlar ya da ev kadınları ne kadar temsil ediliyor?

Zaten bazı kesimlerin erkeklerini de siyasette görmüyoruz. Meclis’te bir tane işsiz, tarım ya da temizlik işçisi yok. Seçilen nüfus zaten orta ve üst sınıfları kapsıyor. Parlamentolar bu sosyal grupların çıkarlarını, taleplerini ne kadar temsil ediyorlar? Bu kadın ve siyaset konusunu da aşan bir sorun. Ayrıca kadınlar gerçek anlamda hiç temsil edilmiyor. Eğer kadınlar kendi meşruiyetini erkeklerden alıyorlarsa, siyasete girdiklerinde erkekler gibi davranmak, onlar gibi hareket etmek, erkekleşmek zorunda kalıyor. Tansu Çiller’i seçen DYP kongresi erkeklerden oluşuyordu. Mevcut durumda kadınlar, “Sen mi savaş yaparsın, ben senden daha iyi savaş yaparım” deme noktasına geliyor. Bu da ancak aşağıdan yukarıya kadınların siyasette belli bir ağırlığa, orana sahip olması ve meşruiyetlerini kendilerinden almalarıyla aşılabilir.

Kadınların siyasete katılımının önünde ne gibi engeller var?

Birincisi, tanımı gereği siyasetçilerin hırslı olması beklenir ancak kadından beklenen hırslı olmamasıdır. Kadınlar küçük yaştan itibaren öne çıkmamak üzere yetiştirilir, çok konuşan, toplumda kendini gösteren kadın çok hoş karşılanmaz. Toplumsal yapı, kadının yetiştirilme biçimi önemli bir engel. İkincisi, siyaset sürekli bir kaynak ister. Türkiye’de aile bütçelerinde kadınların siyasete katılımına ilişkin bir bütçe kalemi yok. Üçüncüsü siyasetin hayat tarzı haline gelmesi gerekiyor. Ancak kadınların hayatında zaten ev kadınlığı, annelik, eş olmak, çocuk doğurmak ve bakmak gibi mesaileri ve çalışma yaşamları var. Siyaset, kadınların ilk iki işini aksatmadan yapmaları gereken üçüncü bir iş. Dördüncüsü, kimse rakip istemez. Mevcut siyasette ağırlığı olan erkekler, erkek ya da kadın rakip istemez. Beşincisi, toplumsal yapının koyduğu engeller, psikolojik engeller, ekonomik engeller o kadar büyük ki, teşvik olmaksızın bunu aşmak pek mümkün değil ancak kayda değer bir teşvik yok. Altıncısı, siyasetin yapılış tarzı ve kurgusu da kadınlara cazip gelmiyor. Örneğin “Ne kadar silah ithal edelim” konusu çok cazip gelmiyor kadınlara. Siyasetin erkek egemen havası ve yapısı kadınları dışarı itiyor. Kadınların gönülsüz olmalarının nedeni de bu engeller. (Ankara/EVRENSEL)
8 Mart’ı ‘kadınlar günü’nden çıkarmak...
Olcay Geridönmez
8 Mart’ın kökleri, kadın işçilerin emek ve sınıf kavgalarında yatar. Sömürülen ve ezilen bütün kadınların hak ve çıkar mücadelelerine uluslararası önem kazandıran bir biçimde geleneksel olarak kutlanması da, yine işçi ve emekçi sosyalist kadınların inisiyatifiyle olmuştur.
İş, ekmek, barış, hak eşitliği, sosyal güvenlik, çalışma güvenliği, eşit işe eşit ücret, 8 saatlik işgünü, kreş hakkı, ev kadınlarının sosyal güvenceye kavuşturulması, yasalarda ayrımcılık içeren hükümlerin değiştirilmesi, cinsel baskı ve sömürüye son verilmesi vb talepler, neredeyse 100 yıldır kutlanan 8 Mart’ların merkezine yerleşmiş bulunmaktadır.
Ne var ki, emekçi kadınların kendi özgün taleplerinin ve direnişinin güçlü ve coşkulu ifadesinin bir günü olan 8 Mart, son yıllarda giderek “yıldönümcü” bir tarzla, bir-iki günlük etkinliklere hapsoldu, emekçi vurgusu silikleşti.
Bir yandan emekçi kadınların talep ve mücadelesi, büyük oranda, yalnızca 8 Mart etkinliklerinde dile getirilirken; diğer yandan 8 Mart, toplumsal ve sınıfsal mücadele öğesinden arındırılarak, bir “dünya kadınlar günü” olarak sisteme kolayca entegre edilmeye çalışıldı. Belediyeler sokaklara kutlama mesajları asıyor, salon içi yapay tartışmalar düzenleniyor, 8 Mart ‘hediye kampanyaları’, ‘indirim günleri’ gibi çağrılarla tüketim çılgınlığının körüklemesinin unsurlarından biri yapılıyor; kadın sorunlarının çeşitli yönleri sosyal, siyasal, kültürel ve tarihsel bağlarından kopuk olarak ele alınıp medyatikleştiriliyor.
Dolayısıyla, böyle bir ortamda, aldığı para ekmek almaya bile yetmeyen işçi kadının çığlığının ses getirmesi; töre sorununun, kadına yönelik feodal baskı ve şiddetin bölgesel değil genel toplumsal bir sorun olarak tartışılması; başta Kürt kadını olmak üzere her milliyetten kadınların barış çağrısı ve talebinin yankı bulması da mümkün olamıyor.
Ülkemizde henüz yeterince yetkin, birleşik bir emekçi kadın çalışması ve hareketinin örgütlenememiş olması bu durumun başlıca nedeni olarak görünüyor. Ancak milyonlarca yoksul kadının iş, ekmek ve insanca yaşam talebiyle, başta Kürt kadını olmak üzere bütün kadınların barış, eşitlik ve demokrasi talebini birleştiren bir kadın hareketi, cinsel, ulusal ve sınıfsal sömürüye dayalı sorunların çözümünde umut olabilir.
Kadın çalışması, hayatın her alanında emekçi kadınların özgün talepleriyle işçi sınıfı ve emekçilerin sosyal ve siyasal kurtuluş talepleri arasındaki kopmaz bağı kurmayı başardığında, 8 Mart’tan 8 Mart’a yoğunlaşan bir çalışma olmaktan çıkıp günlük bir çalışmaya, dolayısıyla bir emekçi kadın hareketine dönüşecektir.
BİTTİ
Onur Bakır
ÖNCEKİ HABER

sorular ve soru işaretleri

SONRAKİ HABER

ASSAN Alüminyum’daki gelişmeler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa