13 Mart 2012 12:25
Cem Kirazoğlu

Ya münferit durumları kaldıramaz olduk ya da önemsemez… Münferit kelimesi, Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğüne göre “Tek, ayrı, kendi başına olan şey” anlamına geliyor. Birbirine benzer görünen olguların arasında bunlardan farklı bir olguyla karşılaşıldığında, farklılığa “münferit örnekler bunlar” deyip geçmek toplumun birçok kesiminde kolaylıkla başvurulan bir yol. “Münferit görme” yatkınlığı, çok çeşitli görünümlerle son günlerde daha da fazla göze çarpıyor.
Hocalı Katliamı’na karşı yapılan mitingde milliyetçi, ırkçı ve saldırgan eğilimler taşıyan pankartların bu şekilde değerlendirilmesi, buna bir örnek. Bu pankartların, “Münferit örnekler bunlar” denilerek görmezden gelinmesi, bir tür savunma refleksi. Milliyetçi ve ırkçı ifadelerin Tarih dersi kitaplarında kullanılması da herhalde münferit örnekler arasında yer alıyor. Kartal Milli Eğitim İlçe Müdürlüğünün İstanbul Kartal’daki devlet liselerine ücretsiz dağıttığı, Ermeni düşmanlığını körükleyici, ırkçı ve ayrımcı ifadeler içeren kitap da büyük olasılıkla münferit bir olgu. Bu anlamdaki “münferit görme” yatkınlığı, önemli sorunların görmezden gelinmesine yol açıyor.
“Münferit görme” yatkınlığı olarak yorumlayabileceğimiz başka bir durum ise, dört dörtlük(!) eğitim sistemimizde, gerek son günlerde konuşulan yasa teklifi sonrasında gerekse bu yasa teklifinden önceki bütün dönemlerde kendisini gösteren bir durum. Bu durumu anlamaya çalışmadan önce kelimenin sözlük anlamlarına bakalım. Münferit kelimesinin İngilizce karşılıklarına baktığımızda; tek, ayrı, biricik anlamına gelen “individual” sözcüğünü de görüyoruz. Bu sözcük, aynı zamanda birey anlamında da kullanılıyor. Yani örneğin, biz bir İngilizce metinde bu sözcüğü (individiual) gördüğümüzde yerine göre, “birey” olarak çevirisini yapıyoruz. Birey ise, TDK’nin Ruhbilim Terimleri Sözlüğüne göre, “İnsan topluluklarını oluşturan, insanların benzer yanlarını kendinde taşımakla birlikte kendine özgü ayırıcı özellikleri de bulunan tek canlıya verilen ad”. Yani, bu tanıma göre, kendine özgülük önemli bir rol oynuyor birey olma sürecinde. Yine TDK’nin Toplumbilim Terimleri Sözlüğüne göre ise, “Toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal, istençsel nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her biri”. Bu tanıma göre ise, toplum olmadan bireyden söz etmek ve birey olmadan da toplumdan söz etmek mümkün değil. Birinin varlığı diğerinin varlığına bağlı.
Birey sözcüğünün bu anlamlarını da dikkate aldığımızda, münferit olanı önemsememek ya da kaldıramamak, daha derinlemesine bir anlam kazanmaya başlıyor. İşimize gelmediğinde (örneğin ideolojimize aykırı geldiğinde) “münferit örnekler bunlar” deyip önemsememeyi, görmezden gelmeyi ve gerekli önlemleri almamayı seçmekle kalmıyoruz. Münferit, yani biricik, tek, kendine özgü olanı, fert olanı, özne olanı ya da fert veya özne olmaya çalışanı da önemsemiyoruz ve görmezden geliyoruz. Peki, bunu nasıl yapıyoruz? En basitinden, sınıfları tıka basa doldurarak bütün çocukları ve gençleri aynılaştırmaya ve tek tipleştirmeye çalışmak, bunun yapılma yollarından sadece biri. Sınıflara doldurduğumuz çocukların aynı davranış çıktılarını göstermelerini bekleyerek, belirlenen norm davranışın dışında kalanların okuldan ilişiğini keserek, başka bir deyişle onları terk ederek de farklı olanı görmezden geliyoruz, adeta sümen altı ediyoruz, sanki halı altına itiyoruz. Üstelik davranış çıktısı beklentisi, çocukların özne olma sürecine gerekli özeni göstermek konusunda çaba göstermekten yoksun olduğumuzu örtmek için kullandığımız bir maske. Bu maskenin arkasına sığınarak sanki eğitim süreçlerini bilimsel temelde değerlendirmiş oluyoruz. Sadece gözlemlediğimiz davranışa odaklanıyoruz: “gördüğümüze inanıyoruz”. O tek ve biricik olan, kendine özgülük taşıyan davranışa hangi gözlükle baktığımız tartışılır bir nokta olmasına rağmen bunu önemsemiyoruz. Bunu sadece ilk ve ortaöğretimde yapmıyoruz. Bologna sürecinin dayattığı tek tipleştirme ile üniversitede de yapıyoruz. Üniversitede artık en çok ilgilendiğimiz ölçüt “davranış çıktıları” oldu çünkü: öğrencilerimiz acaba aynı davranış çıktılarını gösteriyorlar mı? Uslu (!) çocuklar olarak aynılaşmayı becerebilmişler mi? Sorgulamasını ve kuşku duymasını beklediğimiz bilim insanlarının bunu yapması, askeri darbelerin üniversiteler üzerinde ne kadar etkili olduğunun bir göstergesi. İncelik dolu ruh dünyasını ressamlığa kanalize etmeyi seçen emekli askerin bıyık altından güldüğünü görür gibiyim.

Evrensel'i Takip Et