Dört dörtlük eğitimde münferit kalmak (2)
Gelelim dört dörtlük yeni yasa teklifine... Bu teklif ile de çocuklar, kendilerine özgü, birey olma sürecine ilişkin dinamikleri görmezden gelinerek bir tornaya sokuluyor ve kapitalist üretim tarzına dayalı merkezi planlamanın ve kontrol odaklarının nesnesi haline geliyorlar. Adeta, özgünlükleri hiçe sayılarak iş piyasası için yetiştirilmeye, tabiri caizse işe yarar hale getirilmeye çalışılıyorlar. Yasa teklifi çocuklara kader biçmeye çalışıyor.
Yasanın gerekçe metninin bir bölümünü okuyacak olsak, bu gerekçenin ardından ayakları yere basan bir maddenin gelebileceğini düşünmek kısmen mümkün: “Bilindiği gibi, çocukluk ve ergenlik dönemleri, insanın değer yapısının henüz oturmadığı, temel ahlaki normları ve sosyal davranış kurallarını özümseme aşamasında olduğu, kendi fiziksel ve ruhsal niteliklerini ancak tanımaya başladığı dönemlerdir. Bu bağlamda 6 yaşında henüz okuma-yazma öğrenme aşamasında bulunan ve hayata ilişkin temel kavramların çoğundan habersiz bir ‘çocuk’ ile 13-14 yaşlarında fiziksel ve ruhsal kimliğinin şekillenme aşamasındaki sancıları yaşayan bir ergenlik dönemi öğrencisini aynı ‘okul ortamı’nda bulundurmanın kaçınılmaz olarak neden olduğu sorunları teşhis etmek gerekmektedir.” Neden bu gerekçenin arkasından ayakları yere basan bir madde gelebileceğini düşünmek mümkün? Çünkü bu gerekçe metni, çocukluk ve ergenlik dönemlerinin hassasiyet taşıdığına yönelik bir farkındalık içeriyor. Bu dönemde çocukların ve ergenlerin kendi fiziksel ve ruhsal niteliklerini ancak tanımaya başladıklarına yönelik bir farkındalık da var. Bu düzeyde bir farkındalıktan sonra, çocukların ve ergenlerin bireyleşme ve dolayısıyla toplumsallaşma sürecine özen gösterilecek türden bir kanun maddesi bekliyor insan ister istemez.
Her ne kadar, yukarıdaki gerekçe çok farklı yaş grubundaki çocukların aynı bina içinde bulunmasının sakıncalarını vurgulayarak ilköğretimin kesintisiz olmasını eleştiren bir mantığa sahip olsa da, ilk dört yılın ya da ikinci dört yılın sonunda çocukların kendi ilgi ve yeteneklerine göre meslek alanlarına yerleştirilmesinin önerilmemesi gerektiğine de esas oluşturmaktadır. Dolayısıyla, bu gerekçenin ne anlama geldiğinin farkında olunmadan dörder yıllık dönemlerin sonunda ilgi ve yeteneklerine göre çocukları yönlendirmenin önerilmesi büyük bir çelişki olarak önümüze çıkmaktadır. Bu dönem hassasiyet taşımasına ve henüz gelişme tamamlanmamasına rağmen (!) nasıl olur da çocukların her dört yıllık dönemin sonunda geleceklerine dönük önemli kararlar vermesini beklerler? Hiçbir mesleki gelişim kuramı bunun yanıtını verebilecek durumda değilken rehberlik servislerinin bu konuda etkili olmasını nasıl beklerler?
“Rağmen” edatı içeren bu türden cümleler çelişkiye işaret ederler ve büyük çelişkiler de düşündürücüdür. Birbirinden farklı iki önermenin, birbiriyle bağlantılıymış gibi nasıl ortaya konulabileceği kara kara düşünülür. Bu noktada tekrar sorgulamamız gereken, burada gerçekten bir çelişki olup olmadığıdır. Metne tekrar bakacak olursak ve sorduğumuz sorulardaki “rağmen” edatı yerine “nedeniyle” zarfını yerleştirirsek belki de şu yorumu yapmamız gerekir: dönemin hassasiyet taşımasına, yani bu dönemde çocukların ve ergenlerin kendi fiziksel ve ruhsal niteliklerini ancak tanımaya başlamalarına rağmen değil de nedeniyle, olması gereken zamandan önce alan ve meslek seçimi yaptırmaya çalışıyor olabilirler. Yani birileri, çocuklar kendilerini tanımadan, bilinçlenmeden, özne olmadan önce onlara hükmetmek ve onları tornaya sokmak istiyordur. Yani çocuklar ham haldeyken, yani henüz yaşken, yani henüz farklılıklar, öznellikler ortaya çıkmamışken… Bireyselliklere, farklılıklara, öznelliklere tahammül edilmeyen bir toplumda toplumsallıktan da söz etmek mümkün olmaz. Ne birey(!) rüştünü ispat edebilir ne de toplum!
Evrensel'i Takip Et