03 Ocak 2007 00:00

Eski yılların İstanbul’undan…

Bir yıl daha geride kaldı… “Eskisinden ne gördük ki gelecek olanından bir şeyler bekleyelim” demiyorum yine de. Her gün yeni bir umutla uyanıyorum. “Bugün dilerim güzel şeyler duyarım, güzelliklerin doğmaya başladığını görürüm” ve kalkmadan önceki 5-6 dakika içinde o gün neler yapacağımı, neler yapmam gerektiğini düşünürüm.

Paylaş

Bir yıl daha geride kaldı… “Eskisinden ne gördük ki gelecek olanından bir şeyler bekleyelim” demiyorum yine de. Her gün yeni bir umutla uyanıyorum. “Bugün dilerim güzel şeyler duyarım, güzelliklerin doğmaya başladığını görürüm” ve kalkmadan önceki 5-6 dakika içinde o gün neler yapacağımı, neler yapmam gerektiğini düşünürüm.
Çok değil birkaç saat önce de uykuya dalmadan önceki 5-6 dakika içinde defterini dürdüğüm o gün neler yaptığımı, neleri yapmak için çalıştığımı, yanlışlarımı-doğrularımı düşünürüm.
Kendimi bildim bileli böyle olmuştur. Geceleyin o gün yaptıklarımı, sabahleyin de önümdeki gün yapacak olduklarımı canlandırırım gözümde, beynimde. Biraz seçim propagandası gibi olacak ama “Yaptıklarım, yapacaklarımın teminatı” oldu her zaman. Hep doğru mu yaptım, hiç mi yanlış yapmadım? Yo, yaptım. Ama Süleyman Demirel’in; “Yaşamım boyunca çok yanlış yaptım ama bunun bedelini halk ödedi” gibilerinden yanlış yapmadım. Çünkü faturasını hep ben ödedim, ailem dışında hiç kimse ödemedi…
Yılbaşı geceleri biraz daha farklıdır benim için. Gece yatağa yatınca, öyle 5-6 dakika değil en az yarım saat, geçmiş bir yıl içinde neler yaptığımı düşünürüm bir film hızıyla. Her defasında da yanlışlarım ağır basar. “Keşke şöyle şöyle yapmasaydım da böyle böyle yapsaydım” derdim. Ve 1 Ocak günü uyanınca da yine öyle 5-6 dakika değil en az bir saat, “Bu yıl şunları şunları bu şekilde yapacağım. Artık bu yıl hata yapmayacağım” diye kendi kendime söz verirdim. Hatta bunları küçük küçük kağıtlara not olarak yazardım. Sonra da “Habora, sen Tanrı değilsin, tabii ki yanlışların olacak” deyip bir 15 dakika daha kestirirdim.
Yılbaşlarının çoğunu İstanbul’da, Yeşilköy’de geçirdim. Yaşamımın 18 yılı, dile kolay... Her 1 Ocak sabahı da evden gazete almak bahanesiyle çıkar, en önce Yeşilköy’le Yeşilyurt arasındaki “Sol Kol Sokağı”na giderdim... Solculuk özentiliği falan değildi bu, sokağın adından dolayı oluşan. Severdim o sokağı.
Yeşilköy ve Yeşilyurt’ta yaşayanlar o sokağı iyi bilir. İstanbul Caddesi’nden, Yeşilyurt tarafından Yeşilköy’e giderken solda, denize inen bir sokak var; işte o. Şimdi denize falan inmiyor çünkü Bedrettin Dalan belediye başkanıyken, denizi doldurarak Türkiye’nin hem yüzölçümünü artırmış hem de yalnız İstanbul ‘un değil hatta Türkiye ‘nin de değil Balkanların, belki de Avrupa ‘nın en büyük plajını, 70 bin kişilik Yeşilköy Plajı’nı yapmıştı. İşte Sol Kol Sokağı artık bu plaja açılıyordu.
Sokağa girince yine rastlantı olacak, sol tarafında eski İstanbul evleri vardı. Yangınlardan, yıkımlardan, depremlerden korunmuş olan... Solun sağında ise sermaye sahiplerinin görkemli evleri... Şimdi onlar da sıradan ev oldu ya...
2-3 yıl önce bir İstanbul’a gidişimde -daha doğrusu son İstanbul’a gidişimdi bu-, Sol Kol Sokağı’nı tavaf ettim. İçim parçalandı o güzelim cumbalı evleri görünce. Salt ön yüzleri vardı. Fotoğraf ta görüyorsunuz, pencerenin arkasından gökyüzü gözüküyor. Önüne bir korkuluk koymuşlar. Restore edilecekmiş. Üzerlerinden otlar, dal parçacıkları sarkıyor...
Belki de Dubai Şeyhi ya da benzeri olan “Yeni İstanbul Efendileri”ne “Babalar gibi satmak” için yapılıyordur bu restore işi. “Baba” bunlar, Türkiye’nin pazarlamacıları, satabilirler… Zaten elimizde ne kaldı ki? Sol Kol Sokağı’nı da satsınlar, onlara yakışır...
2006 bitti, Sol Kol Sokağı bitmiş çok mu sanki?..
Bülent Habora
ÖNCEKİ HABER

Hisar Seçkisi başvuruları sona eriyor

SONRAKİ HABER

boğaz tokluğu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa