Hiç acımam çok satarım
2015’in ilk 4 ayında 6,5 milyon edebiyat ve sanat kitabı, 23 milyon inceleme araştırma, 10 milyon çocuk ve ilk gençlik kitabı, 21 milyon din ve inanç kitabı, 1,5 milyon civarında akademik yayınlar, 44 milyon eğitim yayınları ve yaklaşık bir milyon da çeviri kitap yayımlanmış Türkiye’de.
C. Hakkı ZARİÇ
Futbolcu olamıyorsa manken, müteahhit olamıyorsa yazar olsun çocuğunuz bari! Pazarlama ve reklam şirketlerinde “afili filinta” gibi boy gösterip sabun köpüğü tadında kitaplar yazabilir, en azından. “Çok satanlar listesi”ne girdiğinde de gelsin şan şöhret, gelsin paracıklar. “Beni sevin”, “beni okuyun”, “bir önceki kitabımda da yazdığım gibi”, “son şiir kitabımın ilk şiirinin son dizesini tekrar okuyun” gibi cümleler kurup kasım kasım kasılmalarda boy gösterir, dilden dile çevrilerek şişkin bir ego edinir nasılsa.
Nedir bu “çok satma” meselesi? Evveliyatı nedir? Çok uzağa gitmeden memleketin ahvalinden şöyle bir zülfüyare dokunalım hele…
. . .
Zamanın bir yerinde, köyden kasabaya dolaşan insanlar abartılı öykülerini anlatır, savaş kahramanlıklarını, unutulmaz ve hicran dolu aşk depremlerini, dilden dile aktarılan masalları bir araya getirdikleri kitapları satarlardı köylerde. Cami avuluları da bu işten kısmetine düşeni alırdı, kuşkusuz.
Uzaklara yakın yer olan Doğu Anadolu köylerinde Kan Kalesi, Ejder Kalesi, Berber Kalesi gibi kitaplar yok satardı. Ellerini ovuşturan yayım şirketleri artan maliyetleri kitabın fiyatına eklemek yerine sayfa sayısını düşürür, kitabın içindeki resimleri çıkarır, hatta yarı yarıya kadar kısalttığı kitabı piyasaya sürerdi. Kel Oğlan ya da Dede Korkut dilden dile dolaşır, ancak halkın kitaplığında Ferhat ile Şirin ya da Elif ile Yaralı Mahmut baş köşede dururdu.
Korsan kitap yok mudur? Olmaz mı efendim! Kısa yoldan köşeyi dönmenin gayet makul sayıldığı memleketimizde aynı metin, aynı kapak kullanılarak yayıncısından habersiz basılan kitaplar da mevcuttur ki, bu da işin şanına girer.
. . .
Radyo ve televizyonun evlerimize girmesiyle birlikte okuma alışkanlığı da kendi biçimini teknolojinin büyülü dünyasına bıraktı.
Arkası Yarın kuşağının evlerde, mahalle aralarında, komşu gezmelerinde gündemin ilk maddelerinden olduğu bir gerçek. Ümit Kaftancıoğlu’nun “Dönemeç” adlı kitabındaki hikâyeden uyarlanan arkası yarın bizim kasabada olan biteni anlatıyordu ve Rüştü Asyalı gibi ünlü seslerin, radyonun marifetiyle evimize konuk olması, yetmez gibi yaşadığımız kasabadaki tanıdıkları, yaşam koşullarını, öğretmen okulunu anlatması gün günden beter bir merakla radyoya kulağımızı dayamak için bir nedendi.
. . .
Televizyon karşısında okur kaybeden gazeteler orta ve arka sayfalarda haberden çok yoruma yer vererek kan kaybına karşı önlem almaya çalıştı. Televizyon hayata yerleştikçe, ilgiyi üstüne topladı ve basılı olan her şeye karşı bir üstünlük elde etti. Tüketimi daha kolaydı, zira. Hele renkli yayın başladığında reklam gelirleri gittikçe azalan gazeteler, kanal sayısının çoğalmasıyla rekabet şansını kaybedip tencere tava dağıtımına başlamışlardı ki, bu da ayrı bir mesele. Televizyona film ya da dizi olarak uyarlanan romanın satışı da düşüyordu elbette. İnsanlar romanı okumaktansa televizyonda izlemeyi tercih ediyor, bu da satışlara yansıyordu.
12 Eylül’den sonra durum biraz daha çığrından çıktı ve videolar girdi hayatımıza. Önceleri haftada bir TRT ekranlarından izlediğimiz “Türk film”leri, artık daha rahat ulaşılabilir hale geldi. At kişnemeleri ve kurşun sesleriyle kafa derisi yüzülen Kızılderilileri izlemek için artık pazar sabahlarını beklemek gerekmezdi. Kaset kiralamak, diye bir şey varken televizyon yayınını beklemek niyeydi! Bu arada sermaye ve gericiliğin devletine polis ve düzenli ordu kadar gerekli olan pornografi aldı yürüdü. Kahvehanelerde toplu gösterimler, sinemada araya parça koyulan yıllar, iki film birden seansları ne kitap getirdi akla ne de okuma gerekliliği.
Meydanlarda “asmayalım da besleyelim mi?” nidalarıyla Kur’an’dan âyetler okuyan “netekim paşa” Gezi Direnişi’nde gaz bombası atan polisin atasıydı kuşkusuz. Ne diye bağırıyordu o polis:
Bütün bunlar kitap okuduğunuz için başınıza geliyor!
Her şart altında suçlandığına, öteden beri yasaklanıp teşhir masalarında kayıt altına alındığına tanık olduğumuz kitap, günümüzde de gazlanmak için nedendi.
“Kitap demek her şeyden önce edebi kitap demektir. Gerçekten de ülkelerin çoğunda yayımlanmış kitapların sayısına bakarsak, edebiyat türüne ayrılmış başlıkların öbür başlıkları kat kat aştığını görürüz. (…) İtalya için kitap okul kitabı demektir. Luxembourg için hukuk kitabı, Bolivya için siyasal kitap demektir. Türkiye için kitap, hukuk ya da tarım konulu kitaptır.”
Cins şair Cemal Süreya bir “Uzat Saçlarını Frigya” adlı kitabına aldığı makalesinde Vassili Alexakis’ten aktarmış yukarıdaki saptamayı. Aynı makalesinin sonunda da, Türkiye’yi kastederek, şunları yazmış: “1975 içinde 6.675 kitap yayımlanmış. Yapıtların 5.679’u kitap, 996’sı broşür. Konulara göre ayrılma şöyle: toplumsal bilimler 2.091, edebiyat 1.100, uygulamalı bilimler 1.065, kuramsal bilimler 531, dilbilim 214…
Ülkemiz bir bilim yurduymuş da haberimiz yokmuş.”
2015’in ilk dört ayında geçen yıla oranla kitap satışlarında %4’lük bir artış gerçekleştiğini yazmış YAYFED.
2015’in ilk 4 ayında 6,5 milyon edebiyat ve sanat kitabı, 23 milyon inceleme araştırma, 10 milyon çocuk ve ilk gençlik kitabı, 21 milyon din ve inanç kitabı, 1,5 milyon civarında akademik yayınlar, 44 milyon eğitim yayınları ve yaklaşık bir milyon da çeviri kitap yayımlanmış Türkiye’de.
1970’li yılların sonunda dünyada en çok okunan üç yazar Marx, Lenin ve Agatha Christie’ydi. Sıralamaya zaman zaman başka yazarlar girse de ilk üç genel olarak yerini korudu. Marx günümüz Türkiyesi’nde de en çok okunan yazarlardan birisi hâlâ. Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” kitabı yıllardan beri “çok satanlar” listesinden hiç düşmedi.
“Bu işte çok para var” mantığıyla reklam şirketlerince cilalanıp parlatılan kitapların “çok satanlar” listesinde yer almaları anlaşılabilir.
Çok satanlar çok okunsaydı din ve inanç kitaplarının edebiyata 3 kat fark atması anlaşılabilir olmaktan çıkardı. Sinema, tiyatro, opera, affedersiniz bale yüzü görmediğini gururla açıklayan, kitap okumadığını dile getirmekten çekinmeyen devlet erkanının yönettiği ülkede, okuma oranlarına, yayımlanan kitapların niteliğine, çok satanlara şaşırmak olası mı?