Betül Tarıman’ın anlattıkları
Sennur SEZER
Şiirin en yalın tanımlarından biri gündelik sözcüklerle/olaylarla yepyeni bir öykü anlatmaktır. Hemen örnekleyeyim Betül Tarıman’ın dizeleriyle: “Bir kaygıyla uzlaşmak / anahtarın kilitte dönmesinin kalpte bıraktığı ses kadardır”.
Birinin heyecanla beklediği anahtarın kilitte dönüş sesi bir başkasının kaygıyla beklediğiyse, bu çağrışımın arkasında kocaman bir romanın yatmadığını nasıl söylersiniz? Hele Tarıman insanların birlikteliklerine eleştirel gözle bakmayı denediğini dile getiriyorsa :
“İnsan başından beri bir şiir yazıyor. Acısını, kederini, sevincini, aşkını… Ele geçen buluntular bunun böyle olduğunu bize gösteriyor. Ben de başından beri dünyanın, insanın hallerini dert edindim kendime. Evlilik kurumuna eleştirel gözle bakmayı denedim. Dört duvar arasında olup bitenler beni çok etkiledi. Sevgiliyken konuşan insanların evliyken içine düştükleri boşluk, konuşmadan zaman geçirilen evler… Büyüyen çocuk… Tüm bunları yazarken, lirizmi elden bırakmadım elbette. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum.”
Betül Tarıman bu yılı verimli geçirdi: Hem YKY’den Rüzgarın Azabı adlı şiir kitabı hem de Heyamola’dan anlatı kitabı Zer yayımlandı. (Bence şairler için anlatıyla şiirin sınırları birbirine karışıyor)
Toplu şiirleri Hadde (2012) için Fatih Yavuz Çiçek’le yaptığı söyleşide dile getirdiği gibi , Betül Tarıman şiir dilinin günlük dilden farklı olduğuna da inanır: “Öte yandan bilenler bilirler, klasik Çin, eski İzlanda, Osmanlı divan edebiyatı gibi bazı edebiyatlarda kullanılan dil, halkın günlük dilinden farklıdır. Batı edebiyatında da gündelik dilin kullanılması yenidir. (...) Her şeye rağmen konuşma dilinin edebiyata girmesi, edebi dilin özel bir dil olmasını engellememiştir. Türk edebiyatında, şiirimizde bunun örneklerine sıklıkla rastlıyoruz.”
Yeni şiir kitabı Rüzgarın Azabı’ndaki son şiir yine çağrışımlarının kuytusunda romanlar gizliyor:
“....
sözden çıkmış uyumamış
tutmamış saçlarının buklesi
içinde sıkıntı sabahın kör vakti
nedir bir şeyi söyleyememenin türkçesi
rüyasında ölüyü toprağa gömüyordu
sanki hayatı kendine yasaklamış deli”
Betül Tarıman söyleşilerde (Ve düzenlediği toplantılarda) kadın sorununu hep öne alıyor. Daha önce yaptığı bir söyleşide bunun gerekçelerini de sıralamış: “Ağır Tören’de de kadın sorununa eğildim. Bu sanırım son kitabım Ağır Tören (2009) ve bundan önceki kitabım Kar Merdiveni’ninde (2007) daha çok hissedilir oldu. Sanki bıçağın kemiğe dayandığı yerdi ve ben de yazdım. Sert şiirlerdi bunlar. Binlerce yıldır görmezden gelinen kadını görmezden gelemezdim. Onun acısı hepimizin acısıydı. Doğuda ezilen kadınla, batıda yaşayan kadın arasında büyük farklılık yoktu. Belki biri ötekinden daha fazla eziliyordu. Ama sonuçta eziliyordu. Şimdi de durum farklı değil. Okumuş olmak cahillik götürmüyor. Bu edebiyat dünyasında da böyle. Dergileri erkekler çıkartıyorlar. Yarışma jürileri erkeklerden oluşuyor. Bir lütufmuş gibi bir ya da iki kadın jüride yer alıyor. Seçilen, ödüle değer görülen eserler erkek egemen bakış açısıyla değerlendiriliyor.(...)Sürekli olarak kadın şairlere dosya yapanlar onlar. Kadınları toplayıp toplayıp kadın şairler buluşması adıyla etkinlikler düzenleyenler de. (farklı amaçlarla yapılanları dışarıda tutarak) Durum böyle olunca erkek şairler adına bir dosya neden düzenlenmediği sorusu aklımızın bir kenarına takılıp kalıyor.”
Betül Tarıman, Zer’de “Minicik babasının kara kuru kızı”nın büyüyüp okuyup öğretmen olduğunda yaşadıklarını önümüze döküyor, öykücükler, dizeler ve mesellerle.Günümüzün bir aynasıdır, öğretmenleri ya da okumuş, mutsuz kadınları gösterir. Ne olursa olsun “yapacaksak bir şeyi adabınla dedim” diyen Betül Tarıman’a uymak zorundayız. Çünkü o dünyayı bizim için yeniden bir şiir diline yorumluyor.