Yetimlik ve Kamp Armen: Babasız ve anasız olmak
Sennur SEZER
Yetimlerin kendi emekleriyle yaptıkları Kamp Armen için her türlü savaşım sürüyor. Ama ben yetim okulu dendiğinde, hep paylaşımcı dünya görüşünden yana kişileri anımsıyorum. Önce elbet Hırant’la Rakel’i. Sonra Tevfik Fikret’in oğluna bayramda seslenişini: “Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;/Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;/Biraz güzellensin”
Türkçede akrabalıkların ifadesi önemlidir. Anasız olmak öksüzlük , babasız olmak yetimliktir. Bir çocuğun ya yakınlık ve sevgiden ya parasal destekten uzak olması anlamına gelir öksüzlük ve yetimlik. Tarihi boydan boya savaşlardan oluşan bir ulusun savaşların, savaşların yol açtığı göçlerin ana babasız bıraktığı çocuklar için kurumlar açmaması düşünülemez: Darüşşafaka (1873, Şefkat Evi.) Darül Eytam (1914-1927 Yetimler Evi ). Bu kurumların yanında Darülaceze (Güçsüzlerevi, 1895) de çocuklar ve süt çocukları bölümü olan kurumlardandır.
Bu kimsesizler kurumlarının Hristiyan azizleri için kurulan bakımevleri yanında bir de Musevi bakımevi bulunmakta. Bildiğim kadarıyla bu kurumlar çocuklardan çok yaşlıların durumlarıyla uğraşıyorlar. Kimsesiz Hıristiyan çocuklarının en bilineni Ermeni ve Rum çocukları için yapılanlardır: Büyükada Erkek ve Heybeliada Kız Yetimhaneleri, Şişli Karagözyan Yetimhanesi, Tuzla Kamp Armen.
Bu yetimhanelerden ancak anılarda kalanlar da vardır. Halide Edip Hanım Lübnan’da Beyrut’un 18 kilometre kuzeyinde yer alan Antura Yetimhanesinin yönetimine verilir. Yazar anılarında Cemal Paşa’nın bu Ermeni Yetimhanesini İslamlaştırma çabalarına karşı çıkışını anlatır. Bu çabalar gelecekte Türklere fatura edilecektir. Cemal Paşa ise yazarı idealist olmakla suçlar: “Ben Ermeni çocuklarının Türk veya Müslüman ismi taşımalarına itiraz ettim. Bunun sebebini Cemal Paşa şu surette izah etti. Şam’da Ermeniler tarafından idare edilen bir takım yetimhaneler vardı. Bunlar yalnız Ermeni çocuklarını alırlardı. Hiçbirinde yeniden çocuk alacak yer kalmadığı gibi, yeni bir yetimhane açmak için maddi imkân kalmamıştı. Ayin Tura sadece Müslüman çocuklar için olup, orada henüz yer vardı. Ermeni yetimhanesinin almadığı kimsesiz avare Ermeni çocuklarını Ayin Tura’ya alırken onlara Türk ve Müslüman adı vermek zaruri idi. Esasen din dersi verilmiyordu. Yani Ermeni çocukları zorla Müslüman yapmak gibi bir gaye yoktu.” (Mor Salkımlı Ev, Can Yayınları, 2013.)
Yetimlerin kendi emekleriyle yaptıkları Kamp Armen için her türlü savaşım sürüyor. Ama ben yetim okulu dendiğinde, hep paylaşımcı dünya görüşünden yana kişileri anımsıyorum. Önce elbet Hırant’la Rakel’i. Sonra Tevfik Fikret’in oğluna bayramda seslenişini :“Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;/Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;/Biraz güzellensin”
Sonra Hasan İzzettin Dinamo’yu mesela. Öksüz Musa’da işgal orduları askerlerinin, çocukların yiyeceklerini yenmez hale getirişlerini anlatışını.
Sonra Sovyet yetkililerini karşılamak için Enternasyonal’i kemanla çalmayı öğrenen parasız yatılı müzik öğretmen okulu öğrencisi Zihni Anadol’u. (Yüzündeki yetim okulu öğrencisi görünüşü kaç yıllıktı.)
Darüşşafaka’nın öğrencilerinin bazılarını bilirsiniz: Aziz Nesin, Tekin Aral, Ahmet Rasim, Berna Moran, Yalçın Pekşen, Tolga Aşkıner.
Benimse aklımda hep yetim okullarını görmemiş, babasını görevde bilen şehit çocuğu Şükran Kurdakul vardır. Herkesin Ağabeyi Şükran Kurdakul.
Bir de dedem Mehmet Seyfettin’in 31 Mart ayaklanmasında Darüşşafaka basılınca tahtada hafızasını yitiren arkadaşı vardır.
Evet benim ana yanından dedem de Darüşşafakalıydı.
İslam Hukukunun yetimleri Halifenin (yani devlet reisinin) mirasçısı saydığını anlattıkları Rize İlahiyat Fakültesindeki sempozyumdan bu yana 10 yıl geçti mi?