04 Temmuz 2015 14:17

Kürt, kadın, işçi; Hediye

Liceli Hediye Şalı’nın öyküsü her kadın gibi, her Kürt kadını gibi, her Kürt kadın işçi gibi çetin, zorlu, inatçı ve mücadelelerle dolu. Hediye’yle Nevala Kasaba’nın bombalanmasından, zorunlu göçle başlayan çocukluğundan, çalıştığı mermer ocağında meslek hastalığına yakalanmasını, verdiği mücadeleyi, kısacası hayatını konuştuk...

Paylaş

İÇİMİZDEN BİRİ

KÜRT, KADIN, İŞÇİ; HEDİYE

Yasemin ÖZTÜRK
Liceli Hediye Şalı’nın öyküsü her kadın gibi, her Kürt kadını gibi, her Kürt kadın işçi gibi çetin, zorlu, inatçı ve mücadelelerle dolu. Hediye’yle Nevala Kasaba’nın bombalanmasından, zorunlu göçle başlayan çocukluğundan, çalıştığı mermer ocağında meslek hastalığına yakalanmasını, verdiği mücadeleyi, kısacası hayatını konuştuk. Evlenerek geldiği Ankara’da dışarıdan ortaokulu bitirip, ehliyet alan Hediye’nin bir oğlu var ve özel bir yurtta işçi olarak çalışıyor.
Hediye’yle sohbetimize Lice’de mermer fabrikasında çalışırken meslek hastalığına yakalandığı süreçle başlıyoruz. Mermer ocağında 18 yaşında çalışmaya başlamış Hediye. Beş yıl çalıştıktan sonra sırt ağrısı ve nefes alamama şikayetleriyle doktora gitmiş. Önce kas ağrısı teşhisi konulmuş, ama tedaviler sonuç vermeyince işyeri doktorunun bronşit tanısı koymasıyla Diyarbakır’daki göğüs hastanesine gönderilmiş. Buradaki doktor “Senin yaşın çok küçük, bu derece olması şaşırtıcı, 30-40 yıldır madende çalışıyorsun sanki” diyerek kendisini Ankara’da bulunan meslek hastanesine sevk etmiş. Ankara’da “mesleki şüphe ve ortam değişikliği” raporu verilen Hediye, bir yıl sonra kendisine verilen ‘astım - mesleki’ raporunu işyerine götürdüğünde ise “Çık, git” cevabını almış, ama o direnmiş. “Tabii bir de Lice koşulları var o yıllarda. Mermer ocağı şimdi hâlâ çalışıyor ama bizi ocağı kapatacağız diyerek 2009’da işten çıkardılar” diye anlatıyor o günleri. 2008 yılında açtığı tazminat davası ise hâlâ devam ediyor, “Adli Tıp’tan onay bekliyorum” diyor.

ZEHİRLİ HAVAYLA DOLAN CİĞERLER
Mermer ocağında dolgu yapan Hediye, mermere sürülen, kimyasal bir madde olan epoksi jel ile çalışıyormuş. “Ateşin üstünde, taşa döküyorsun, müthiş, çok pis bir duman çıkıyor, jeli hemen yayman lazım çatlakları kapatabilmek için” diye anlatıyor Hediye işini.  Arada da taş makineyle taş kesimi yapmış. Hediye’ye mermer ocağında koruyucu malzemeler, özel kıyafetler verilip verilmediğini sorduğumda, işçilerde hastalık yaygınlaşınca tek tük malzemelerin dağıtılmaya başlandığını, yeri geldiğinde ceplerinden eldiven aldıklarını anlatıyor. “Elektrik çok kullanılmasın” diye aspiratörler her zaman çalıştırılmıyormuş. “Sarı renkte, basit bir maske dağıtıyorlardı, o da bir işe yaramıyordu” diyor. Taş düştüğünde ayaklarının parçalanmasını önleyen üst kısmı demir ayakkabıların kendilerine 2006 yılında verilmeye başlanmış. Hediye’nin de ayağına defalarca taş düşmüş, hatta ayağındaki izler hâlâ belli oluyormuş.

İŞÇİNİN HAYATI ÇOK UCUZ
Hediye, mermer ocağında 120 kişinin çalıştığı yerde 80-90 kişinin astım hastası olduğunu, üç arkadaşının da astım raporu alarak halen tedavilerinin devam ettiğini söylüyor. Bir arkadaşı ise işten çıkartıldıktan sonra hayatını kaybetmiş. Bir başka arkadaşı da mermerlerin arasına sıkışarak can vermiş. Hediye, periyodik muayenelerin sözde yapıldığını anlatıyor. “Film çektiriyorduk, işverene veriyorduk, bize hiçbir bilgi vermiyorlardı, yani anlayacağın işverene işçinin hayatı çok ucuz.” Çalışırken dava açmış Hediye, bu süreçte direnmiş ve her şeyi göze almış. İşçilerin çoğunun birlik olup direnemediğini, haklarını bilmediğini, hatta Türkçe bilmedikleri için birçoğunun okuma yazma da bilmediğini söylüyor.
İşyerinde sekiz kadın işçi çalışıyormuş. Hediye, “erkeklerle aynı işi yapıyorduk, yeri geldiğinde 5-6 metrelik taşı iki kişi taşıyor, makine ayarlarını yapıp, taşkesimlerini kendimiz yapıyorduk.” İşe ilk başladıklarında kadınlara farklı bakıldığını ve haklarında kötü şekilde konuşulduğunu anlatıyor Hediye; “Kimseye merhaba bile diyemezdik”. Erkeklerle aynı ücreti alıyorlarmış, Lice’de bir tek kendi çalıştığı fabrikada kadın-erkek çalışılıyormuş, bir kadınla bir erkeğin yan yana çalışması ayıp olarak görülüyormuş.

KENDİ DEVLETİMİZ KENDİ TOPRAĞIMIZDAN KOVDU
Bugün Ankara’da yaşayan Hediye, Lice yakıldıktan sonra Mersin Tarsus’ta büyümüş. Lice’nin yakılışını şöyle anlatıyor: “Yukarıdan helikopterler bizi tararken biz dağların arasına vurup, koşarak, hani nasıl Suriye’den Türkiye’ye kaçıp sığınıyorlar, biz de doğrudan batıya sığındık. Suriyelileri çok iyi anlıyorum, onlar bir başka devlete sığındı. Oysa biz kendi toprağımızdan kaçtık, bunları bize kendi devletimiz yaşattı.”
Mersin’e ilk geldiklerinde Türkçe bilmeyen Hediye, sokaktaki çocukların işaretlerle kendisiyle iletişime geçtiğini anlatıyor. “Kendi topraklarımızda asker gelince susar, sadece Türkçe bilenler konuşurdu, burada Kürtçe şarkı söyleyince alkış aldım, çok mutlu oldum, dışlanmadım, o zaman anladım ki Kürt-Türk düşmanlığı diye bir şey yok. En büyük düşmanlık devletin kendi halkına yaptığı düşmanlıktır” diyor.
Okula gidemeyen, okuma yazmayı kendi kendine öğrenen Hediye’nin, küçücük yaşında bütün bu yaşadıkları yetmiyormuş gibi önce annesini ardından iki erkek kardeşini kaybetmiş, sonra da babası cezaevine girmiş. Üç kız kardeşiyle beraber babalarının amcasının gecekondusunda yaşam mücadelesi vermişler. “Yağmur yağınca evin çatısı akardı, kafamıza poşetler geçirirdik. En büyük bendim, önceleri etrafımızdakilerin yardımıyla karnımızı doyurmaya çalıştık, sonra erzak yardımı aldık. Utanmadan söylüyorum, çöplerden hurda topladık.” Kardeşlerini Hediye okutmuş, bir kardeşi şimdi öğretmenlik yapıyor, diğeri de öğretmen olmak üzere. Mahkemede Kürtçe konuştuğu için 12 yıl 8 ay ceza alan üçüncü kız kardeşi ise cezaevinde. Hediye babası cezaevinden çıktıktan sonra toprağı Lice’ye dönmüş. Mermer ocağındaki işinden çıkartılınca evlenerek Ankara’ya yerleşmiş.
Hediye memleketi Lice’ye en son geçen sene gitmiş. Lice’nin çok değiştiğini gözlemlemiş. “Kadınların kıyafeti, sokağa çıkışı, her şey değişmiş. Etkinlikler oluyor, kadın-erkek beraber halay çekiyor, merhabalaşıyor, sohbet edebiliyor, eskiden olsa bunlar cinayet sebebi olurdu” diye anlatıyor şimdiki Lice’yi.

ÖNCEKİ HABER

Kendim için ne zamanım ne bütçem var

SONRAKİ HABER

Bu çadırda kendimle tekrar tanıştım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa