Mithat Fabian SÖZMEN
13 yıla varan tek başına iktidarıyla AKP, Türkiye siyasal tarihinin en önemli başlıklarından birini oluşturuyor. Bu 13 yıl ve “önemli başlık” olma hali bir başka deyişle iktidarın AKP’cesi, sayısız politika, figür ve olayla simgeleştirilebilir.
AKP, toplumda derin izler bırakan felaketler üretme konusunda cimri bir iktidar değil. Erdoğan da Roboskî’den Gezi’ye, 2006 Mart Serhildanı’ndan Madımak dosyasının bir bölümünün zamanaşımına uğramasına kadar birçok örnekte yaptığı üzere işlediği hukuksuzlukları ve katliamları üstlenmeyi, muhaliflerine bir “meydan okuma” olarak gören bir lider. Onun bu “cinayet mahalline dönmeyi seven katil” huyu sayesinde AKP iktidarını bu tip katliamlar, hukuksuzluklar ya da Erdoğan’ın şahsında simgeleştirmek kolay.
Ancak AKP kronolojisi bunlardan ibaret değil. İktidarın 13 yılına bakıldığında atlanmaması gereken 3 sistematik eylem var: 1-Sınıfsal baskı. 2-Yolsuzluk. 3-Propaganda savaşı. Bu yazı, bu üçlüyü 3 “yan” örnek üzerinden ele alacak.
YERKEL’İN TEKMESİ
Emekçiyi örgütsüzleştirmek, yalnızlaştırmak, sendikasızlaştırmak ya da işbirlikçi sendikalarda etkisizleştirmek…
Bunlar onun gerçek sorunları değilmiş gibi başka hassasiyetler üzerinden kafasını bulandırmak…
Özelleştirmeler, işten atmalar, sonu gelmek bilmeyen yasa dışı mesailer…
AKP, devr-i iktidarı boyunca en çok işçilerin “yaşam tarzı”na müdahale etti ve bu müdahaleyi yaparken kendi sorumluluğunu başarıyla gizledi. İşler sarpa sarıp, çatlak sesler yükseldiğinde “Ayaklar baş olmaz” diye sınıfsal ayar çekmeyi de bildi…
Bunlar, güçten düşürülmüş emekçiye vurulan “son darbe” anlarında geldi. O “son darbe”ler hep en çok dokunanlardı. Çiftçinin anası dile dolanırken, 1 Mayıs kutlamak isteyen işçi aşağılanırken, işine sahip çıkan emekçi düşmanlaştırılırken kullanılan dilin hoyratlığının onurumuza kast ettiğini hissettik.
Emekçinin “yaşam tarzı”na tecavüz eden tüm bu sistem, Soma’da korkunç bir şekilde infilak ettiğinde Başbakanlık müşaviri denilen Yusuf Yerkel’in madenciye tekmesini izledik.
Yüzlerce arkadaşının yasını tutan, yere düşmüş bir madenciyi tekmeleyen o takım elbisenin içine gizlenmiş kibir, her şeyi tek bir fotoğraf karesinde özetledi.
AKP 13 yıl boyunca sınıf savaşını böyle sürdürmüştü.
Emekçiyi önce elden ayaktan düşürmek, yalpaladığında son darbeyi vurmak… Tıpkı şımarık müşavirin yaptığı gibi.
EN ‘DEVLETLÜ’ YOLSUZLUK
AKP’nin temsil ettiği siyasi zihniyetle özdeşleştirilebilecek pek çok çirkin yapıdan, gökdelenden, siluetbozucudan, TOKİ bloğundan söz edilebilir ya da Maliye Bakanlığı’nın inşa halindeki ucube yapısıyla dalga geçilebilir ancak ‘Saray’ bunlar içerisinde özel bir öneme sahip.
Muhaliflerinin deyimiyle ‘Kaç-Ak Saray’ Erdoğan’ın “İtibardan tasarruf olmaz” sözleriyle sıklıkla dile getirdiği gibi belli bir siyasi ajandayla hayata geçirildi. Ve Erdoğan’ın ‘başkan’ olacağının hayal edildiği bu tasavvurda ‘Saray’ın da bu sistemin merkezi olması kararlaştırıldı.
Bunun için alelacele gündeme getirilip, yasalar çiğnenerek inşa edilen saray, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına yetiştirildi. Neyse ki Haziran 2015 seçimlerindeki tokatla ‘Beştepe’nin hayalleri suya düştü.
‘Saray’ AKP elitinin dindar söylemle gizlemeye çalıştığı lüks merakı, zenginlik ve tüm bunların elde edilmesinde kullanılan kadim ‘yolsuzluk’ yönteminin ayağa diktiği en “devletlü eser” olarak Erdoğan yönetiminin simgesel ‘beyaz fil’ine dönüştü.
Devlet olanaklarını ailesinin ekonomik zenginleşmesi için fütursuzca kullanan bir lider ve ailesini imleyen bu ayrıcalık sembolü, kriminalliği ve hamlığıyla AKP iktidarının başarılı bir tanımlayıcısı oldu.
‘ÜN’LÜ PROPAGANDA TRENDİ
AKP, 13 yıl boyunca politikalarını medya alanında destekleyecek mecraların sayısını artırmaya çabaladı. Sadece bu sebepten kendisine siyasi hasım seçip, gazetelere, televizyonlara kondu ve bugüne gelindiğinde direkt kontrolünde olan 10’a yakın ulusal gazete ve bundan da fazla televizyona sahip. Yine de bu gazete ve televizyonların yayınının AKP liderliğini memnun edemediği, gerçek satış rakamlarının yerlerde süründüğü bir sır değil.
Erdoğan ‘Alo Fatih’ çalışmalarını hiçbir zaman aksatmadığı gibi nefret ettiğini söylediği İnternet aracılığıyla yeni propaganda savaşı birlikleri oluşturmayı da sürdürdü. Bu konuda kafası daha açık olan danışmanları ve kızının aktif rol üstlendiğini yakın geçmişte öğrendik.
Maaşlı troll’lerin yanı sıra açık ismiyle AKP propagandasını yalın şekliyle yansıtan Taha Ün gibi figürler bu yöntemin simgesi haline gelmiş durumda. 1 Temmuz’u 2 Temmuz’a bağlayan saatlerde “Sivas’ın yollarına…” şeklindeki tweet’iyle yine kasıtlı bir şekilde tepki oklarını üzerine çeken Ün, ırkçı, mezhepçi, cinsiyetçi paylaşımlarının yanı sıra Sedat Peker ve Tayyip Erdoğan’ı buluşturduğu düğünüyle de ittifak halindeki bu şebekelerin birbirleriyle yakınlığını bir kez daha ortaya serdi. 70 bine yakın takipçisiyle ortalama bir AKP vekilinden çok daha fazla takipçiye seslenen bu şahıs, Erdoğan’la olan yakın ilişkisiyle de onlardan daha fazla güce sahip olduğunu düşündürtüyor.
Velhasılıkelam, gazeteciliğin herhangi bir şartını yerine getirme ihtiyacı duymadan manşet atmanın, AKP medyasınca vazgeçilmez huy edinildiği şu günlerde Taha Ün ve benzerlerinin nitelik olarak söz konusu mecralardan pek de eksiğinin olmadığını söyleyebiliriz. Üstelik Twitter’da Kürtlere satır göstermek, Alevilere nefret kusmak serbest, sağı solu hedef göstermek daha verimli. Sedat Peker ve Erdoğan yamağı bu sosyal medya karakterinin, siyaset sahnesindeki son dönemini ‘çarpışa çarpışa’ geçirmek istediği anlaşılan AKP için geçer akçe bir örnek teşkil ettiğini tahmin etmek zor değil.
Evrensel'i Takip Et