Yaşadıklarımı Yaşamayın Diye...
Ben 14 yaşında bir kadınım şimdi. Burada ırgatım. Hem de çok kısa bir süre önce elimde şeker, ayağımda top sokakta koşturuyordum.
Zeynep KAYA
Gaziantep
Elimden geldiğince hızlı koşuyordum. Bu sokaklar bana çok tanıdık geliyordu ama korkuyordum. Tanıdık olan bir şeyin beni korkutacağı hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Tek yaptığım şey koşmaktı. Üstelik neyden korktuğumu bile bilmiyordum. Hava biraz bulutluydu, yağmur yağmak üzereydi. Bu mu beni korkutuyordu bilmiyordum. Hiçbir şey düşünmeden koşuyordum. Ta ki karşımda Hasan amcanın bakkalını açık görene kadar.
Az önceki koşmanın verdiği yorgunluk mu yoksa bakkalı açık gördüğümden mi bilmem ama nefes alış verişimi iki sokak ötede bombalar atılırken bile duyabilirdiniz. Daha birkaç saniye önce koşarken şimdi adım atmaya takatim kalmamıştı. Yine de kalan enerjimle yavaş da olsa iki adım ilerleyebildim. Zaten hemen ardından dizüstü yere düştüm. Yanaklarımdan aşağı usulca yaşlar akmaya başlamıştı bile. Ali’yle birlikte Hasan amcadan çikolata çaldığımız günü hatırladım hemen. Zaten hiç çıkmazdı aklımdan. O günden sonra bir hafta boyunca her gece ağlamıştım. Çikolatayı çaldığımız için her gece ağladığımı Ali’ye anlattığımda söylemese de onun da her gece ağladığını ve çok pişman olduğunu anlamıştım. O gün karar vermiştik; bir sonraki bayramda harçlıklarımızın hepsini Hasan amcaya verecek, yaptığımız kötülüğü anlatacaktık. En önemlisi Hasan amcadan tam yüz kere özür dileyecektik. Saçları ve sakalları aklar dolu, göbeği kocaman ve çok iyi biriydi Hasan amca. Bu bakkal da ona babasından kalmıştı. Her gün oğluna bağırıp çağırsa da büyük ihtimalle o da bakkalı oğluna bırakacaktı. Hem bence Hasan amca oğlunu çok seviyordu. Onun için endişelendiğindendi bu kızgın halleri. Zaten çok yumuşak yüzlü bir adamdı. Önümüzdeki bayram Ali’yle beni affedeceğine adımız gibi emindik. Ama o bayram hiç gelmedi. Gelemedi…
Ceplerimi karıştırdım. Tam da Hasan amcadan çaldığımız çikolatanın bedeli kadar para vardı cebimde. Koşarak bakkala girdim. Parayı çikolatayı çaldığımız yere bıraktım ve bakkaldan sağa dönerek hızlı adımlarla evimize doğru ilerledim.
SAVAŞ BİZİM KÖYÜMÜZE DE SIÇRAMIŞTI
Tüm evler yerindeydi. Hiçbirinde bir hasar yoktu. O zaman bizim ev de yerinde olmalıydı. Öyle olması gerekmez miydi? Sorumun yanıtının olumlu olması için içimden bildiğim tüm duaları okumaya başlamıştım. Yine de hiçbir şey içimdeki umudu susturmaya yetmiyordu. Belki annem, babam ve… Ve belki Ali de bizim evdedir de beni bekliyorlardır. Bu düşünce aklımdan geçer geçmez koşmaya başladım. İşte sonunda evin önüne gelebilmiştim. Kapıyı bilinçsizce açtım hemen ardından kendime gelince içeriye asla giremeyeceğimi fark ettim. Tam karşımda duran kapının önünde ölmüştü annem. Yağmur yağmaya başlamıştı. Yağmurla birlikte ben de daha çok ağlamaya başlamıştım. Şimdi annem olsa; “Islanıp hastalanacaksın Yıldız! İçeriye geç hadi! Bıkmadın mı Ali’yle kovalaşmaktan?!” diye bağırırdı kesin. Bunları düşünüp ağlarken omzumda bir el hissettim. Arkamı dönüp baktığımda, karşımda annemi öldüren o adamı gördüm ve korku içinde bağırmaya başladım.
NASIL UNUTURUZ?
Kan ter içinde irkilerek uyandım. Gördüklerimin hepsi rüyaymış demek. İstemsizce ağlamaya başladım. Birazdan herkes uyanacak ve tarlaya gidecektik. Tarlaya gitmek için kalktığımızda daha güneş bile doğmamış oluyordu. Oysa annem benim için uykunun çok önemli olduğunu söylerdi. Yattığım yerden kalkıp dışarıya çıktım. Bu ev bizim değildi. Burası yabancıydı. Ama savaş yoktu. Beni mutlu eden tek gerçek buydu. En azından insanlar ölmüyordu. Bu evde Ali’nin dayısıyla birlikte kalıyordum. Emir Dayı evliydi ve dört tane de çocuğu vardı. Bir de ben ve Ali vardık. Onunda en büyük çocuğu tıpkı ben ve Ali gibi tarlada çalışıyordu. Diğeri evde kalıp iki küçük kardeşine bakıyor, evi temizliyor ve yemek yapıyordu. Anlattığına göre bazen eve jandarmalar geliyormuş. O bunları anlatınca iyi ki jandarmaları görmüyorum da tarlada çalışıyorum diyorum kendi kendime. Çok az bir para alsak da bir gün biriktirdiğimiz parayla Kobane’ye geri dönecektik Ali’yle. Evlenecektik orada. Hatta bir de kızımız olacaktı. Ben adını Peri koyacaktık. O asla insan öldürmeyecek ve asla ne Ali’nin ne de benim ölümüzü görmeyecekti. Bunu ona yaşatmak istemezdim.
Bir düşünsenize daha bir gün önce sofraya oturup gülüştüğünüz ailenizi bir gün sonra kanlar içinde yerde yatarken buluyorsunuz. Bize bu yapılanları nasıl unuturuz? Bu acıyı kalbimizden nasıl atarız? Yine de Ali’nin söylediğine göre çok yakın bir zamanda Kobane’deki savaş biter; biz de evimize döner mutlu bir şekilde yaşamaya devam edermişiz.
Ben 14 yaşında bir kadınım şimdi. Burada ırgatım. Hem de çok kısa bir süre önce elimde şeker, ayağımda top sokakta koşturuyordum. Yanı başınızda ana babamın acısıyla, evimin özlemiyle kıvranıyorum. Ve siz benim sesimi duymuyorsunuz.
Siz duymadıkça ben haykırıyorum acımı. Sırf beni duyun, siz de bana ses verin de benim yaşadıklarımı yaşamayın diye.