Ukrayna’da Osmanlı’nın mirası mı dediniz?!...
Okay DEPREM
Osmanlı İmparatorluğu’nun “yedi cihana”, “üç kıtaya” yayılan devasa sınırlarının gösterildiği; her biri de neredeyse birbirinden belli ölçüde farklılaşan, çeşidi saymakla bitmeyen haritalar Türkiye’de doğup büyümüş ve en azından ilk ve orta öğretimini bu ülkede tamamlamış hemen hemen herkesin hafızasına neredeyse ve “zoraki olarak” kazınmıştır. Toplumun belli bir kesimi “Yeni Osmanlıcılık” rüzgârına kendini kaptırıp onun arkasında sürüklenmeye başlamadan çok evvel bu görkemli ve “geçmiş nostaljili” haritalar moda olmaya başlamış; MHP, Ülkü Ocakları, Fetih Derneği, MNP-MSP çizgisi, vs. üzerinden yavaş yavaş 1970’li yıllarda; ancak ve asıl olarak “Türk-İslam Sentezi”nin her açıdan yeni devlet ve eğitim politikası haline geleceği 12 Eylül Cuntası’ndan sonra eğitim ve kültür hayatının aşağı yukarı her hücresine sirayet etmeye başlamıştı. Söz konusu haritalar içinde gerçeklik ve “bilimsellik payı” en yüksek olanlarının başında, Topkapı Sarayı’nın, Askeri Müze ile Deniz Müzesi’nin girişlerdeki duvarlarda boy gösteren kocaman olanları gelir.
BUGÜNÜN UKRAYNA’SININ NEREDEYSE YARISI
“Devlet-i Ali”nin farklı yüzyıllarda yayıldığı toprakları resmeden söz konusu haritalarda; Osmanlı geçmişi ve kültürü ile daha çok özdeş kabul edilen Balkanlar ve kısmen Ortadoğu coğrafyası haricinde kalan ve yerlerinde günümüzde bir dolu ülkenin var olduğu bölgelerde Osmanlılardan en başta maddi anlamda gerçekten ne kalıp kalmadığının enine boyuna tartışıldığı, buradan hareketle sistematik araştırma ve belgeleme yapan çalışmaların sayısız oldukça sınırlıdır. Örnek mi: Bugünün Ukrayna toprakları… İmparatorluğun egemenlik kurduğu kuzey Karadeniz sathının sınırları kimi haritalarda Kırım Yarımadası ile günümüz Ukrayna’sının yatay olarak yarısına yakınını kapsamaktadır. İlk defa 1470 ve 80’lerde yani Fatih Sultan Mehmet devrinde Kırım’a, ardından da Ukrayna’ya “ayak basan” Osmanlı’nın ulaştığı sınırlar; zamanla 16. ve 17. asırlarda bugün Odessa, Nikolayev, Xerson, Zaporojye ve Donetsk’ten oluşan Ukrayna’nın bütün güney vilayetlerini içerdiği gibi; kimi bazı haritalarda Dinyepropetrovsk ve Kirovograd gibi iki büyük orta ili dahi içinde barındırır.
OSMANLI’NIN ‘HAYALİ İZİNDE’ BÖLGEDE KISA BİR TUR
Güney Ukrayna’nın Odessa, Xerson, Nikolayev gibi sahil vilayetlerinin merkezleri ile Zaparojye kentinin kuruluş tarihleri 1780’li ve 90’lı yıllarda hep arka arkaya; Rus-Türk Savaşları’nı takip eden döneme denk düşer. Kaba bir hesapla Osmanlılar adı geçen topraklarda 300 küsur sene hüküm sürmüşlerdir. Şimdi gelin birlikte başta Odessa kenti olmak üzere bu coğrafyada Osmanlı’nın “haritalardaki İzleri”nin gerçekteki izdüşümünün peşine düşelim… Güney Ukrayna’nın son 200 yıl içindeki en büyük yerleşim yeri Odessa’dır. Kent merkezindeki Lanjeron Plajı’nın hemen başında şehrin kuruluş tarihi olarak 1794 senesi yazılıdır. Bu tarih 2. Yekaterina döneminde Rus ordularının aynı yerde bulunan Osmanlı yerleşkesi “Hacı Bey”i Türklerin elinden aldıkları yıldır. Buradan, Sofiyevskaya Caddesi’ndeki resim müzesine geçelim. Şehrin ve bölgenin görsel bir hafızası niteliğini taşıyan galeride, Hacı Bey dönemini ucundan da olsa resmettiği gözüken tek bir esere rastlanır sadece. Söz konusu peyzaj yapıtında Hacı Bey; baraka ve antrepolar ile ileride ufak bir camii, deniz kıyısında dolaşan binek hayvanları ve de sakallı adamlar ile çarşaflı kadınlar kompozisyonu biçiminde tasvir edilir. Günümüzde Odessa’nın değil sadece genç ve orta yaş kuşaklarına, eski jenerasyonun bile önemli bir kısmına “Osmanlılar kentinizin olduğu geniş bölgeyi üç asır boyunca kontrol etmişler” dediğiniz vakit size ya anlamsız surat ifadesi ile bakarlar veya ‘hadi canım sen de’ gibisinden alaycı bir tebessümle olay mahallinden uzaklaşırlar…
NESİLLERİN GEÇMİŞ HAFIZASI TARİHİ MİRAS İLE ŞEKİLLENİR
Eskiden beri Ukrayna topraklarında yaşamış nesillere tarih ders kitapları aracılığı ile tam olarak ne öğretilip öğretilmediği bir yana; sıradan bir insanın doğup büyüdüğü kentte, yörede kendisinden önce, en azından yakın çağlarda, hangi medeniyetlerin oradan gelip geçtiklerine dair hafızası; ufak yaşlarından itibaren çevresinde gördüğü maddi-tarihi yapı ve eserler üzerinden şekillenmeye başlar. Diğer bir deyişle; belirli bir an belli bir bölgeye egemen durumdaki devletten önceki uygarlıklar, “sokaktaki insan”ın tarih bilincinin somutlaşmasında en başta ve doğal olarak arkalarında bıraktıkları bütünlüklü maddi miras yoluyla etkide bulunurlar. Hacı Bey Kalesi’nin kalıntıları ile Varontsov Sarayı’nın iç bölümü haricinde; 2 milyona yakın kişinin yaşadığı kentte Osmanlı’nın Yeni Çağı’ndan kalan tek bir sivil yapıya, tarihi esere rastlanmaz. Odessa’nın hiçbir konvansiyonel savaşta ağırlıklı olarak yıkılmadığı, dahası zaman içinde buraya yerleşen Slav halklarının da, kendilerinden önce burada dayanıklı malzemelerle yapılmış olan sivil yapıları, onlardan kendi ihtiyaçları paralelinde ve kullanım tasarruflarında yararlanmak yerine, durduk yere ve topyekûn yok etmeleri açısından hiçbir neden olmadığı akla getirilirse; Osmanlı’ların bu topraklarda bu denli uzunca bir süre tam olarak ne yaptığının büyük bir muamma olduğu anlaşılır.
OSMANLI’NIN ‘RÜZGAR GİBİ GEÇTİĞİ’ YERLER
Buradan yola çıkıp Nikolayev ve Xerson illeri yönüne, yani Kırım’a kadar olan sahil ve hinterlandındaki bölgeyi aynı açıdan tarayalım. Bir Odessa kadar olmasa da, 19. ve 20. yüzyıllardan kalma oldukça güzel kentsel çekirdeklere sahip bu eyaletlerin aynı adlı başkentlerinde de Osmanlı’dan kalan “herhangi” bir maddi yapıya, binaya rastlamak tam olarak samanlıkta iğne aramaya benzer. Kısacası Avrupa-i Rus uygarlığı buralarda sıfırdan modern kentler kurmuştur. Sadece Kherson taşrasında Türk-Osmanlı Savaşları’nın geçtiği arazi, karayolu üzerinde işaret edilmiştir, o kadar!.. Halbuki Güney, Orta ve Batı Avrupa’ya baktığımızda; pek çok şehirde farklı çağ ve devirlerden bugünlere kalabilen ölçülemeyecek sayıda sivil tarihi yapıya denk gelinir. Osmanlı’nın bugünün Ukrayna’sında hükümranlık sürdüğü tarihsel dilim, Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’nun büyük bir parçasına egemen olduğu süre ile hemen hemen aynıdır. Ne var ki Klasik Roma Çağı Türkiye topraklarına, onlarca termo-nükleer bomba atılsa bile kalıntılarını silip yok edemeyeceği kapsamda ve derinlikte izler bırakmıştır. Osmanlı ise, söz konusu toprakları yalnızca “elde tutup”, sınırlarını kontrol etmekle yetinmiş; topu topu birkaç kale-türbe-camii-han benzeri yapı dışında bir iz bırakmayarak adeta “rüzgar gibi geçmiştir!..”