18 Temmuz 2015 00:51

Bir ayrılık öyküsü: Ege

İSTOS Yayınlarıyla Lozan Mübadilleri Vakfı ortak yayını “Hasretin İki Yakasından Mübadele Öyküleri” göçü yaşayan Rumların ve Türklerin hikayelerini anlatıyor Türkçe ve Yunanca.

Paylaş

Gözde TÜZER

Tam 92 yıl önce, yani 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile Yunan hükümeti arasında bir anlaşma imzalandı. Devletler elbette bu anlaşmayla 2 milyon kişinin yerinden yurdundan, evinden barkından, hatta dilinden dininden olacağını biliyordu da, hangi devletin umurundaydı ki 2 milyon insan? Mübadeleden bahsediyoruz elbette.

ZORUNLU GÖÇ

Türkiye’de yerleşik Rum-Ortodokslar’la Yunanistan’da yerleşik Türk-Müslümanların zorunlu göçünü öngören Mübadele Sözleşmesi... Yunanistan’ın Balkan Savaşı’na katıldığı tarih 18 Ekim 1912’den itibaren yurtlarını terk etmiş olanları da kapsamına alan bu sözleşmeyle yaklaşık 2 milyon insan doğdukları toprakları terk etmek zorunda kaldı.

MÜBADELE ÖYKÜLERİ

İSTOS Yayınlarıyla Lozan Mübadilleri Vakfı ortak yayını “Hasretin İki Yakasından Mübadele Öyküleri” işte bu göçü yaşayan Rumların ve Türklerin hikayelerini anlatıyor. Hem de iki dilli, Türkçe ve Yunanca olarak...

Mübadeleye yani göçe zorlananlar, yüzlerce yıldır ekip biçtikleri topraklarını, ekmek parası kazandıkları işyerlerini, evlerini, ibadet ettikleri kutsal mekanlarını, sevdiklerinin mezarlarını geride bıraktılar.

Limanlarda, tren istasyonlarında kurulan çadırlarda haftalarca, aylarca beklediler. Çoğu, yolcu taşımaya elverişsiz olan gemilerle iki ülke arasında günler, haftalar süren yolculuklar yaptılar.

Yetersiz beslenmeden ve kötü fiziki koşullardan ötürü hastalanarak ölenler oldu. Aileler dağıldı.

Yeni ülkelerinde uzun süre uyum güçlüğü çektiler. Doğdukları toprakları ziyaret etmelerineyse uzun yıllar izin verilmedi. 1. kuşak mübadillerin hemen hemen tamamı doğdukları toprakların özlemiyle aramızdan ayrıldılar. Onlardan geriye sadece anılar kaldı.
Şimdiyse bu anıları 1. kuşak mübadillerin torunları anlatıyor. Neler yaşadıklarını, hangi koşullarda yolculuk yaptıklarını, kimleri kaybettiklerini...

NERESİ MEMLEKET?

Selanik’ten göçen dedesi ve büyükannesini anlatıyor Alanur Özalp... Kendisine 3. kuşak mübadil diyor ve o fotoğraflarla büyüdüğünü anlatıyor. “Onların Selanik’te çekilen fotoğraflarıyla büyüdüm. Tüm aile bir arada ve çok neşeli görünüyordu. Çok şık giyinmişlerdi” diyerek devam ediyor. Selanik’ten kalkıp Sinop’a geldiklerindeyse uzunca bir süre uyum sorunu çekiyorlar. “Oradaki yaşam tarzımızı burada devam ettirmemiz bayağı zor, bizim Selanik’teki evimizle, burada bize verilenler aynı ölçüde değil” diyormuş hep büyükannesi.

Peki Türkiye’den Yunanistan’a giden mübadiller... Onlar daha güzel koşullarda mı yaşamışlar? Ariadni Andoniadu anlatıyor dedesinin hikayesini... Uluabat gölünün kıyısındaki bir köyde doğuyor dedesi. İpek böceği yetiştirip, hayvan besliyorlar. 1924’teyse köylerinden göçmek zorunda bırakıldıklarında, önce Bandırma’ya, oradan gemiyle Trakya’ya ve son olarak arabayla Yunanistan’a gidiyorlar. Fakat alışmak zor oluyor haliyle. Ne oranın yerli halkı, ne de sonrasında İzmir’den gelen mübadiller aileyi kabul ediyor.

DOSTLUK AMA NASIL?

Yunanistan’da ya da Türkiye’de doğan, Türkçe ya da Yunanca konuşan halk, göçe zorlanınca bir anda başka bir dille karşı karşıya kalıyor haliyle. Anlaşma güçlüğünden, iletişim problemlerine, sosyal hayatın olamamasına kadar onlarca sorunla karşı karşıya kalıyor pek çoğu. Melek ve Gülsüm Özerol anlatıyor hikayeyi... Türkiye’ye gelen aile her iki dili birleştirerek konuşmaya başlıyor. Örneğin “paramana” yani çengelli iğne... Bakkaldan bir çengelli iğne almak bile oldukça zor oluyor.

Dostluk, komşuluk, arkadaşlık yapmak istiyor elbette mübadele mağdurları. Ancak iletişim dili olmayınca, ilişki de kurulamıyor haliyle. Örneğin Yanya’dan gelenler Yanyalılarla dost olurmuş hep. Bu durum beraberinde kapalı bir toplum yaratıyor.

YOLCULUK ÇİLESİ

Doğduğun toprakları terk etmek, yeni bir şehre, aslında yeni bir ülkeye alışmak zaten yeterince zorken buna bir de yolculuk çilesi ekleniyor. Yollarda hastalanıp hayatını kaybedenler vapurlardan denize atılırken, o kargaşada onlarca çocuk da kayboluyor. İşte o yolculuklardan birini Şule Kılıç’ın ailesi yaşıyor. Annesinin anlattıklarını anlatıyor... “Rıhtım ana baba günüydü, kadınlar, erkekler, çocuklar bitkin perişan. Denkler, bavullar, sepetler, hurçlar, sandıklar, çuvallar...” diyor. Aile 7-8 günde nihayet İstanbul Tuzla’ya varıyor. Önce karantinadan geçiriliyorlar, 1 gece ağaçlık yerde uyuduktan sonra Pendik’e doğru yol alıyorlar... Kaos da beraberinde geliyor.

Petros Haciiliadis de ailesinin Türkiye’den yolculuğunu anlatıyor. Adana yakınlarındaki Görümce köyünden yola çıkan Bodosakis Nikolas ve Maria’nın 12 çocukları var. Ancak çocuklardan biri Yunanistan’a giden gemide, Mersin’de kayboluyor. Sadece 5 çocuk hayatta kalıyor. Bunlardan en ufağı da Petros’un annesi Magdalini.

Aycan Yılmaz’da ailesinin göç öyküsü de dikkat çekici... “ Ailem Selanik Limanına yanaşan Gülcemal vapuruna binmiş. Bu vapura 3 köy halkı topluca binmiş... 3 gün 3 gecelik seyahatten sonra İzmir’e varmışlar. Babaannemin anlattığına göre ölen insanların cesetleri bir çarşafa sarılarak ve ucuna da bir demir parçası bağlanarak denize atılırmış”

'VATANDAYKEN...'

Yolculuk ayrı bir dert, yeni bir yerde yaşam ayrı bir dert. Peki doğdukları, yaşadıkları, büyüdükleri toprakları bir daha görebildi mi mübadiller? Maalesef hayır. Topraklarını göremeden hayatlarını kaybetti 1. kuşak. Ariadni Andoniadu “Aynı evde büyüdüğüm ninem bir daha vatanını ziyaret edemedi. Kendisi mübadele öncesi geçen yılları hep özlemle anar ve dedem eve geldiğinde onunla devamlı Türkçe konuşur, daima ‘Vatanda olduğumuz zaman...’ derdi” diyerek anlatıyor. Neden gidemediler? Çünkü anlaşma gereği mübadillerin kendi ülkelerine ziyaret etmeleri de yasaklanmıştı. Üstelik bu yasak yıllarca devam etti.

Kitap, savaşlarda ve göç yollarında yaşamlarını yitiren, doğdukları toprakları bir daha görmeden bu dünyadan göçüp giden tüm mübadillere ithaf ediliyor. Son sözüyse Petros Haciiliadis söylesin “Mübadillerin torunları olarak bizler, sevgimizi ve duyarlılığımızı ırk ve rengi ne olursa olsun herkese göstermeliyiz. Amin!”

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Metin Göktepe’nin heykelini yapan Balcı yıllar sonra Evrensel’de

SONRAKİ HABER

Hem doğaya hem de kanuna aykırı ağaç sökümü yapıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa