Önemli olan anlamaya çalışmak
Big Bang der ki; “Büyük Patlama olmadan boşluk, zaman, madde, enerji hiçbiri yoktu. Patlamadan sonra bunlar meydana geldi. Patlamadan sonra oluşan ‘şey(evren)’ gittikçte artan bir hızla genişlemektedir. Gezegenlerin ve yıldızların birbirine olan uzaklıkları genişleme ile artmaktadır. Evren bugün nasıl büyük bir hızla genişliyorsa bir gün küçülmeye başlayacaktır.”
Ulaş Zal AKKAYA
Çorlu
“Bizler nerede yaşıyoruz?” sorusuna herkes farklı cevaplar verebilir. Birisi köyünün ismini, birisi il veya ilçe ismini bir diğeri de ülke veya kıta ismi ile yaşadığı yeri ifade edebilir. Ama hepsinin bir ortak yanı var. Dünya’nın içerisinde yaşadıkları. Dünya’nın da içerisinde yaşadığı bir sistem var. Galaksileri yıldız takımlarını içerisinde barındıran bir sistem. Yani evren. Einstein’ın bir sözü vardır “Evrenin en anlaşılmaz tarafı anlaşılır olmasıdır.” diye. Peki nedir bu anlaşılır olması, anlaşılmaz olan şey nasıl oluşmuştur? Evrenin oluşması ile ilgili 2 temel görüş var aslında ortada. Bunlardan biri ‘Evren’in bir yaratıcısı vardır. Evren her zaman vardır ve her zaman var olacaktır.’ görüşüdür. Bu daha çok kilisenin ve din adamlarının evreni kutsal kitaplara uydurma çabasında olduklarına dair bir görüştür. Ki bilimin ve teknolojinin gelişmesi ile evrenin bir başlangıcı olduğu, her zaman genişlediği ve bir gün sonunun olacağı( yani küçüleceği) keşfedilmiştir. Yani evrenin başlangıcı hakkında bir diğer görüş ortaya çıkmıştır. Aslında bu yazıda 2. görüşü biraz incelemeye çalışacağım. Ama ondan önce tarihe bakmakta fayda var.
KOZMOLOJİ’NİN(EVRENBİLİM) ORTAYA ÇIKIŞI
Yunanca düzenlemek anlamına gelen kosmeo sözcüğünden türetilen kosmos ilk kez Platon tarafından evren anlamında kullanılmıştır. Aslında gökbilim ve onun bir kolu olan kozmoloji, bilimlerin en eskisidir. Gecenin sessizliğinde göğün o görkemli görüntüsü karşısında düşüncesiz kalabilir miydi ki insan? “Bu parlayan şeyler nedir? Nereden geliyoruz? Uzayda ve evrende yerimiz nedir?” gibi sorular tarih öncesinden beri insanların kafalarını kurcalayan sorular olmuştur. Fakat bu sorulara verilen cevaplar tarih öncesindeki bilim ve teknolojinin yetersizliği nedeni ile daha çok düşsel kalmış, kozmolojik mitoslardan öteye gidememiştir. Tabi bu zevki merakların yanı sıra pratik işlerde de gökbilimine ihtiyaç vardı. Mesela ‘zaman’ı anlama, yön tayinleri gibi çeşitli ihtiyaçlarda gökbilime ihtiyaç vardı. Gökyüzünün bir diğer ilginç yönü ise insanların gökyüzünü çözememelerinden kaynaklanan göğe yücelik atfetme ve bağlanma durumu idi. İnsanlar kendilerini göğe ait hissediyor ve oradan geldiklerine inanıyorlardı.
ESKİ ÇAĞLARDA ÜRETİLMİŞ KOZMOLOJİK MİTOSLAR
Neredeyse her uygarlığın geçmişte evrenin oluşumu ile ilgili bir yaratılış ‘mitos’u vardır. Evrenin başlangıcında bir kaos içerisinde olduğu ve Tanrıların sonradan gelip bu karmaşayı bir düzene soktukları inancı bu mitosların ortak paydasıdır. Geçmişten günümüze gelen birçok uygarlığın uzun ve ayrıntılı mitosları var. Bunlardan bahsetmek epey sayfa ister. O yüzden tüm uygarlıkların paylaştığı bir inancı tartışmakta yarar var. Kökeni Sümerler’e kadar giden bu efsaneye göre yer ile gök başlangıçta yapışıktı. Sümer Tanrısı Enlil bunları birbirinden ayırarak şimdi ki haline getirdi. Yunan Mitolojiisi’ne göre yer ile gök birleşmesinden doğan oğul Kronos, anası Gaia’nın kışkırtması ile babası Uranos’un cinsel organını bir tırpan darbesı ile keserek denize fırlatır ve su köpükleri üzerine saçılan spermlerden Aşk Tanrıçassı doğar. Sonra Uranos bir gürler gökyüzü oluşur. Gerçekten şu an için bize komik gelen fakat tarihte delicisine inanılan inançlar bunlar. Ve bakarsak aslında bütün kozmolojik mitosların konusu, anlatmak istediği aynıdır: Bir güç var BİLİMSEL DENİLEBİLECEK İLK KOZMOLOJİK
DÜŞÜNCELER
Miletli bilginlerin ileri sürmüş oldukları yedi katmanlı gök önerisinden hareketle bilimsel olarak nitelendirebileceğimiz ilk kozmoloji modelini Platon’un öğrencilerinden matematikçi Eudoksus ile onun öğrencisi Kalippus gerçekleştirdiler. Yedi katın her birine bir çeşit asma kat şeklinde yeni katmanlar ekleyerek daha karmaşık bir orta merkezli kristal küreler modeli oluşturdular. Eudoksus’un modeline göre yıldızlar ve gezegenlerin hareketlerini açıklayabilmek için Güneş ve Ay’ın her birine üçer tane, beş gezegenin de her birine dörder tane olmak üzere; yirmi altı tane ortak merkezli küre gerekiyordu. Böylece sabit yıldızlarınki ile birlikte kürelerin toplam sayısı yirmi yedi olmuştu. Bu kürelerin değişik yönlerde ki eksenler çevresinde değişik hızlarda dönmesi yolu ile gözlenen karmaşık olarlar kabaca daha basitçe bir şematik haline getirilip açıklanıyordu. Platon’un bir diğer öğrencisi Aristo bu modeli benimsedi ve yeni katmanlar ekleyerek fiziksel bir içerik kazandırdı.
ARİSTO’NUN KOZMOLOJİ MODELİ
Aristo modelini planlarken hocası Platon’un idealist-mistik düşüncelerinden bir hayli etkinlendi. Yer’den Ay’a olan kadar kısma ‘Ay-altı’ bölge dedi. Burası ona göre her türlü değişikliğin ve kötülüğün olabileceği bir yerdi. ( Platon’a göre her değişiklik bir yozlaşmadır.) Ve bu ay-altı bölge dediği bölgede her madde 4 elementten oluşuyordu. Bunlar hepimizin bildiği Ateş-Su-Hava-Toprak idi... Ay ötesi,ay-altı dışı bölgesi ise beşinci bir elementten oluşup değişmez,ebedi bölgedir. Tanrılara da birçok kez ihtiyaç duymuş ve bahsetmiştir Aristo. Çünkü onun fiziğine göre hareket eden her şeyin bir hareket ettiricisi olmalıdır. O zaman eylemsizlik ve atalet bilinmiyordu. Aristo’nun bu mekaniği uzun bir süre en ileri mekanik-düşünce sayıldı.
KOPERNİK ‘’DEVRİM’İ
Ta ki Kopernik ondan önceki evrenbilimde düşünülen ve savunulan bazı düşünceleri kökünden silerek bir ‘devrim’ yapana dek. Adeta bir din haline gelmiş Aristo kozmolojisine balta vurmuştur. Bunu Yerküre’yi evrenin merkezinden kaldırıp Güneş çevresinde dolanan sıradan bir gezegen durumuna getirerek yapmıştır. Kopernik’ten önce evren toplum düzenine de örnek olacak şekilde yerden göğe Tanrı’ya doğru yükselen hiyerarşik yapıda idi. Önemli olan göğün ne ve nasıl olduğu değil,oraya nasıl gidileceği idi. Çünkü orası gidilmesi gereken, yüce bir yer idi. Bu düşünceyi de zamanın dini anlayışı veriyordu. Ve kopernik bu anlayışı o zaman yıktı. Bir çağı yıktığını bile söyleyebiliriz. Bunun yanında bir şey daha akla geliyor. Bu adamlar yıllardır süre gelen din haline dönmüş düşünceleri yıkınca bir tepki doğdu. Bu tepkiler egemenlerin ve din adamlarının tepkileriydi. Çünkü; bilim adına, halkın gerçekleri görmesi adına atılan her bir adım onların aleyhineydi. Ve onlar da her dönem onların temsil ettiği sınıflar ne yapmış ise -bu Galileo dan tutalım Darwin’e kadar Kopernık ve yandaşlarına kadar- aynısını yaptılar.
20.YÜZYIL KOZMOLOJİSİ VE BÜYÜK PATLAMA
20.yy ‘a girerken uzay ve evren hakkında birçok sistem geliştirildi. Aristo’nun kozmolojisi sona erirken Kopernik kuramı birçok ilerletici şey kazandırdı. Newton mekaniği ortaya çıktı gibi... Bu arada evren, bilimi için en önemlisi yani Big Bang teorisi çeşitli tartışmalar ve uzunca fikir tartışmaları sonucu ortaya çıktı. Peki Big Bang ne idi? Big Bang bir çok bilim insanının çeşitli bağımlı bağımsız araştırmalarıyla uzun bir tartışma döneminden sonra hazırlandı. Ve günümüze kadar yapılan birçok deneyden sonra kabul gördü. Big bang der ki; “Büyük Patlama olmadan Boşluk, Zaman, Madde,Enerji hiçbiri yoktu. Patlamadan sonra bunlar meydana geldi. Ve Patlamadan sonra oluşan ‘şey(evren)’ gittikçte artan bir hızla genişlemektedir. Gezegenlerin ve yıldızların birbirine olan uzaklıkları genişleme ile artmaktadır. Ve evren bugün nasıl büyük bir hızla genişliyorsa bir gün küçülmeye başlayacaktır.”
BİG BANG KURAMI KALICI MIDIR DEĞİŞEBİLİR Mİ ?
Bilimde hiçbir kuramın kalıcılığı ve değiştirilemezliği söz konusu değildir. Asıl görev bilimi, doğayı, uzayı ve evreni açıklayabilmek için her şeyi sorgulamak, deneylemek, araştırmak ve kanıtlamaktır. Bunlar olduktan sonra; yani halk evren, uzay, dünya hakkında doğruyu öğrenmeye devam ettikçe bir kuramın kalıcılığı veya değişmesi önemli değildir. Önemli olan doğruyu öğrenmek veya öğrenmeye çalışmaktır!