İrem KARABATAK**
20 Temmuz’da bir sürü çocuğu öldürdüler. Suruç’ta Amara Kültür Merkezi önünde. Amara, Zazaca “bizden biri” anlamına geliyormuş. İlk defa yeni öğrendiğim bir kelime için sevinmedim ben, ilk defa. O çocukların hepsi bizden biriydi, ben bunu biliyorum, siz de bilin. Devlet dersinde öldürülen çocukların şiirini bir kez daha kaşlarımı çatıp da hatırlıyorum şimdi:
“Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler.” Oracıkta. Çocuklarımızın, arkadaşlarımızın emeklerini... Kenetlenmiş ellerine…
...
Kobanê’nin yeniden inşası için çalışma yürüten Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi arkadaşlar, oradaki can parçası çocukları sevindirmek için oyuncaklar koydu çantalarına ve düştüler yollara. Belli ki bu sevinç fazla görüldü bazıları tarafından. Basın açıklaması okunurken büyük bir gürültü duyuldu. Her yer sis, her yer duman; herkesin sesi çığlık giyinmiş. Patlamanın ardından o sis ve duman kalkınca yerdeki bedenler görüldü. Bin bir emekle oyuncak toplayan o eller çatılara uçtu, sonra da paramparça olmuş o oyuncaklar. Şiir nasıl mı devam ediyor? Tam da böyle işte:
“Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor / Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır: / Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım.”
Bazı çocuklar, oyuncakları olduğuna inanarak büyür bu ülkede.
...
Kütüphanedeydim, Oğuz’la karşılaştım ikinci katta. Selamlaştık önce, hâl hatır meseleleri. Bir öykü kitabı verdi bana okuyayım diye, ben de gidip çikolata aldım ona teşekkür niyetine. Gülmüştük. Hangi aydı, günlerden neydi, bilmiyorum. Heyecanla kitabın arka kapağında gezinmişti gözlerim. Bundan altı gün önce ise internette dolaşan o yaralı listesinde endişeyle isim arattılar gözlerimize. Oğuz’u gördüm ve tanımadığım başka arkadaşlarımı…
O öykü kitabının ismi yok hatırımda ama birkaç cümlesi vardı ki o günden beri hiç unutmadım:
“Geceyi izliyordum. Çoban yıldızını. Gocuklarından başka yıldızları var bir de çobanların. Hiçbir ağanın, sultanın yıldızı yok hâlbuki. Ne güzel! “
Hiçbir ağanın, paşanın, makam ve oy hevesine içimize korku salanın, yeryüzünü cehenneme çevirerek yarattıkları kan gölünde kulaç atanların, hiçbirinin yıldızı yok; doğru. Göğü olmayanın yıldızı da olmaz çünkü.
Bizim kocaman bir göğümüz var, mavisinde barışı düşlüyoruz.
...
Türküler hafızayı canlı tutuyor, bilinciyle yaşayanlardanım. Fırat öğretmenim vardı ilkokulda, Mardinliydi. O zamanlar bir türkü söylemiştik birlikte; Fırat öğretmen, ben ve birkaç arkadaş daha. O yaşta anlam yüklemek zor tabii, söyleyip geçmiştim belli ki. Yine geçenlerde can arkadaşım Ufuk ile yazdığı bir şiir üzerine muhabbet ederken “İnsan ya alışır, ya Erkan Oğur dinler” demişti. Şimdi ne zaman böyle haberler duysam bunları hatırlıyorum ve alışmak istemiyorum diyorum kendi kendime. Ben bu ölümlere alışmak istemiyorum, siz de alışmayın n’ olur. Hafızam gittikçe kalabalıklaşıyor ve cehennemin bizzat kendi kafalarının içi olan o zalimlere inat, o türküyü bağıra bağıra söylemek istiyorum:
“İnsancıl insanlar barıştan yana/ Ancak zalim olan kıyar insana.
…
Dünya cennet olsun, yaşasın insan.”
(*) Turgut Uyar’ın “Kıştan Kalan
Soğukluk” şiirinin son dizesi.
**Ege Üniversitesi/ Mütercim
Tercümanlık öğrencisi
Evrensel'i Takip Et