Toprakta hâlâ barış kokusu var
Diyarbakır’a indiğimizde hal hatır derken “Nasılsın?” dediğimiz herkesten aldığımız ilk cevap: “Sabaha kadar Kandil bombalandı, uçak sesleri hiç susmadı. Diyarbakır’da kimse uyumadı. Yani nasıl olalım ki!”... Sessizlik, KJA’daki tüm kadınların gözlerinden okunan kaygı ve kararlılık...
Ayşen Güven
Diyarbakır’a indiğimizde hal hatır derken “Nasılsın?” dediğimiz herkesten aldığımız ilk cevap: “Sabaha kadar Kandil bombalandı, uçak sesleri hiç susmadı. Diyarbakır’da kimse uyumadı. Yani nasıl olalım ki!”... Sessizlik, KJA’daki tüm kadınların gözlerinden okunan kaygı ve kararlılık. Ve bizim o sessizlikten çıkardığımız nice kızkardeş, eş, dost, sevgili ve kardeşin olduğu dağlardan gelebilecek kötü haber ihtimalinin huzursuzluğu. Ziyadesiyle sıcak havayı ağırlaştıran “Çatışmasızlık günlerinin sonuna mı gelindi?” sorusuna takılan düşünceler! Taksiciden bakkala, evlerin salonundan oteldeki resepsiyona kadar herkesin gözü haber bültenlerinde. Kandil’den açıklama var mı? Hükümetten açıklama var mı?
BARIŞA EL AYAK OLAN VAR HÂLÂ
Yukarıda bahsettiğim kararlılık bütün sohbetlerin tek ve gizli olmayan öznesi “barış” üzerine. Bu Diyarbakır kentinin en hâkim kokusu. Duymayanın burnu sızlamıyordur. O kokuyu içimize çeke çeke Lisa Çalan’ın evi gidiyoruz. Bu evde barışın kokusu burnumuzun direğine dayanıyor nihayet! Ve işte kararlı bir genç kadın daha karşımızda; yaşam adına kararlı, sinema adına kararlı. Aslında bu yolculuğa çıkış nedenimizdi Lisa ve 5 Haziran Diyarbakır mitingindeki bombalı saldırıda yaralananların yarasını birlikte sarmak, uzuvlarını kaybedenlerin eli ayağı olmak. Daha Suruç olmamıştı. Oldu! Lisa iki bacağını kaybettiği patlama gününü bir daha yaşamıştı Suruç’ta, canı yine çok yanmıştı. Bir katliam girişiminin derdine mahçup bir deva taşımaya hazırlanırken bir başka katliamın yarası açıldı.
Programın ikinci gününü de yaralar belirledi. Sahiden, iki kentte de koyu bir sessizlik vardı, belanın ayak seslerini duyabilmek için susuluyordu sanki. Sessizliği haber spikerleri bozuyordu önce. Diyarbakır’dan Urfa’ya belediyenin aracı ile gitmek bile bir güvenlik zaafiyeti olur muydu? Diyarbakır Belediyesi bunu dahi düşünmek zorundaydı, gene Batı’dan gelenin canı daha “kıymetliydi” onlara; çünkü korkmamış gelmişti, barış adına gelmişti, gamı kederi paylaşmak adına gelmişti. Ve aslında bölge halkı biliyordu ki Akçakale’de de Suruç’ta da daha birçok kentte olduğu gibi IŞİD’liler vardı. Sağır sultanın duyduğu, bir valiye ulaşmamıştı.
AMARA’DA BİR AĞAÇ GÖLGE VERİYOR HÂLÂ
Diyarbakır’dan Suruç’a giderken sarının binbir tonu güneşle yanıyordu. Tıpkı bizim oralara, İç Anadolu’ya benziyordu da ölümle mesafe hiç benzemiyordu! Arada yeşiller başlıyordu sarıyı kesip, onlar da daha yeni dikilmiş fidanlardı. Sanki koskoca Mezopotamya’da şehirler yeni kurulmuştu. Hiç de öyle değil de elbet; defalarca yakılıp yıkılan bu topraklarda yaşı ilerlemiş gövdesi kalın ağaç mı kalırdı? Değil mi ki devlet her defasında insandan önce ağaca kıymıştı? Değil mi ki yine onlar yeniden başlatacakları yeni savaşın ateşini, tanrıların dağı Cudi’de yakmışlardı? Suruç’ta gövdesi kalın gözüme çarpan bir ağaç vardı, Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde... Ne yaman çelişki değil mi? 32 arkadaşımızın dalları altında Kobane’nin yeniden inşaasına çağrı yaptığı o ağaç. Kan yoktu, bedenler yoktu, sadece binanın çatlamış camları vardı katliamı anımsatan. Bir de ağacın gölgesinde oyuncaklar. O plastik oyuncaklar taşınamayacak kadar ağır olabiliyormuş.
Avlunun girişinde iki teyzem üstümüzü ve çantamızı aradı; “Kusura bakmayın sizin iyiliğiniz için” diyerek. Sonra belediyeye girerken de başka teyzeler aradı ve hepsi birbirinden habersiz iç geçiriyordu; “Keşke o çocuklar ölmeden yapsaydık”. Teyzemler kendine kusur buluyordu, hatta bütün Suruç “Türklerin” evlatlarını koruyamadık diye “keşke biz ölseydik” diye yanıyordu… Ama Vali oralarda IŞİD’li olup olmadığı sorusunu gazetecileri gözaltına alarak yanıtlamıştı patlamadan az önce. Oysa HDP’li kadın yöneticiler, Belediye Eş Başkanları sürekli uyarıyordu, “Geceleri sokaklarda çok dikkat edin, IŞİD’liler geziniyor,” diye.
Belediye Eş Başkanı Mehmet Koşti, Amara’nın Suruçlu kadınların ellerinde kurulduğunu anlattı bize; bir de Kobanê çalışmalarının mekânı olduğunu. Saldırıda ölen gençlerle Kobanê için uzun zamandır beraber yardım çalışması yürüttüklerini… Sinop’tan, Konya’dan “bile” gençlerin gelmesi büyük gururdu ve saldırı bu genişleyen seseydi. Bir de kadınların Amara’daki emeğine...
BARIŞ AĞAÇ OLMAYI BEKLEYEN BİR FİDAN HÂLÂ
Suruçlular hâlâ o tehditle burun burunaydı. Gelgelim bütün analar bize o gençlere sarılır gibi sarılıyordu. Biz de Batı’dan gelmiştik. Üstelik ortalık karışmışken gelmiştik. Ve bu niyeyse ölümü köşe koltuğuna oturttukları hayatlarında çok önemliydi. Belediye binasında adeta alarm hali vardı, vatandaşlar toplanmış hep beraber gözler gene haberlerdeydi. Bize “size de bir şey olmasın” der gibi bakıyordu herkes. Hem ağırlamak hem başımıza bir şey gelmeden yolcu etmek istiyorlardı. Sonuçta eşlik ettiğim kadın sinemacılar Suruç’ta o ağaca kara kara tülbentler bağladılar, tutmaya izin verilmeyen yasa durdular. Teyzeler bize bakıp içlendi, gözyaşlarını sildiler durmadan, Amara’nın yöneticisi Zehra, o her bir genç fidanla paylaştıklarını anlatıyor sigara üzerine sigara yakıyor, titriyordu. Baya canından gitmişti her biri. Biz, 6 kadın, muhtemelen benzer şeyleri içimizden geçiriyorduk; bizim canımız yine mi daha kıymetli, Suruç’ta fidanlar hep fidan mı kalacak? Memleketin dört bir yanından kan yerine su taşınmayacak mı bu fidana? Memleketin dört bir yanına kokusunu veremeyecek mi bu fidan? Kaldırdıkları F-16’lar rüzgârı tersten estirse de herkes bilmeli.
Bu fidanın toprağı barış kokuyor…
Hâlâ…
--
SAĞIR EDİCİ BİR SESSİZLİK
Jülide KURAL / Oyuncu: Suruç; genç ölüler tarihinin akıl sınırlarını zorlayan haliyle karşımızda dururken, sessiz bir öfke içindeyiz, tedirgin, acılı... Amara Kültür Merkezi’ne yöneldiğimizde ise; daha iyi bir dünya özlemiyle oyuncaklarını, kitaplarını yanına alıp savaş çocuklarına ulaşmak için bir araya gelmiş gencecik insanların gülümsemesi beynimizin tüm hücrelerinde... ama... oyuncaklar ve kitaplarla çevrili avlu içindeyken artık sağır edici bir çığlık kalbimizdeki acı... Yas içinde siyah örtülerimize sarıyoruz çocuklarımızı, genç yoldaşlarımızı... Ve söz veriyoruz sessiz bir isyanla: Er ya da geç hesabı sorulacaktır!
Başımız sağ, dostlarımız değilse…
Melek ÖZMAN / Filmmor: Bildiğim, bıraktığım gibi olmayan Suruç'a, Amara Kültür Merkezi’ne gitmek… Kapısında gönüllü kadınlar tarafından aranmak, kırık camlar, ortası oyuncaklar etrafı bantlarla çevrili bir alan, o alanın etrafındaki kalabalık, sadece birbirimize değil, yerdeki taşlara, oyuncaklara bakamamak… Taziye yeri… Bulunduğumuz zamanın dışında da, hiçbir zaman hiçbir dilde hiç kimsenin “Başımız sağ olsun”, “Dostlar sağ olsun” demediği, diyemediği tıklım tıklım bir taziye yeri. Hepimizin, şehrin üzerindeki yükü bir zaman aralığında paylaşmak… Bir şey diyemeden birbirinin yanında durmak, paylaşmak, sarılmak, dayanışmak… Başının sağ olmasının, dostlarının sağ olmamasının yasını, öfkesini taşımaya çalışan Suruç… Anlatması çok zor…
Barış iradesine yürekten inanıyorum
Elif ERGEZEN / Yönetmen: Lisa'ya sinemacı kadın arkadaşların selamını götürdük. Çünkü böyle zamanlarda kadınlar olarak yan yana durmanın önemini biliyoruz. Bir sürü film hikâyesi yazdığını, daha yoğun bakımdan çıkar çıkmaz ses kayıt cihazı isteyip senaryo fikrini kayda aldığını söyledi. Direnmek biraz da böyle bir şey şüphesiz. Üretmeye ve sanatın sesini yükseltmeye devam etmek... Bunu ben bir nasihat, bir telkin olarak alıyorum. Hepimize çok iş düşüyor. Gezi'de ortaya çıkan ortak akla da güveniyorum ben. “Barış için bugün ne yaptım” sorusunu herkes kendine soruyor, biliyorum. 13 Haziran seçimleri halkların barış yönündeki iradesinin beyanıydı. Bombalar, her geçen gün daha da güçlenen bu barış arzusuna ve halklar arasındaki dayanışmaya atıldı. Bunu biliyoruz. Öyleyse Suruç'ta katledilen arkadaşların bıraktıkları yerden dayanışmayı sürdürmeye ve yatıp kalkıp barış demeye devam etmek zorundayız. Yaralıların tedavisi için başlatılan dayanışma kampanyası için Diyarbakır'a ve Suruç'a kadın sinemacılar olarak yaptığımız ziyaretin asıl vurgusu da budur.
Katiller kadar; onları koruyanlar, savaş çığırtkanlıkları yapanlar ve nefret söylemleri ile insanları, siyasi partileri, STK'ları hedef gösteren herkesin eli kanlı! Bunu en iyi Cumartesi insanları bilir. Reyhanlı, Roboski, Maraş bilir, Çorum bilir, Sivas bilir... Bilir ha bilir! Devlet, tarihle sabittir. Fakat artık karşılarında birbirini dinleyen, bu geçmişle yüzleşme ve barışma iradesi gösteren halklar var. Yürekten inanıyorum, bu gözü dönmüşlere savaş yaptırmayacağız! Amara Kültür Merkezi'nin sorumlularından Zehra mealen şöyle demişti: “Analarımız olmayan kemikleri bırakmamış yıllardır, şimdi yerde duran kemikleri bırakırlar mı hiç!”