Uğur Biryol 'Kazım'ın Sevdası'nı anlattı: Kazım hep hayatımdaydı
Sevda AYDIN
İstanbul
Kazım Koyuncu’nun ölümünün 10. yılında sevenlerine onu daha yakından tanıyabileceği, düşüncesi, dostluğu ve Karadenizli’liğine dair pek çok şeyi yeniden öğrenebileceği bir kitap yayımlandı. Uğur Biryol’un yazdığı Kazım’ın Sevdası (Kazimişi Oropa), Kazım’ın hayatına girmiş hemen hemen herkesle yaptığı söyleşilerden oluşuyor. Kazım’la son olarak 2004’te Ankara’da bir konserde karşılaşan Uğur Biryol, Kazım’ın sözlerinin ve mücadelesinin bugünün dünyasında yaşananlara da ışık tuttuğunu söylüyor.
Kitabın sorusundan bu kez ben başlayayım isterseniz. Kazım’la nasıl tanıştınız?
Kazım’la nasıl tanıştık; aslında tanışmadık; merhabalaştık… Bir Ankara baharında, sene 2004 Mayıs. Kazım, Ankara’ya konsere gelmişti, Birgün’de muhabirken gittim yanına tanışmaya, merhabalaştık. Sohbet ettik biraz; üzerinde tuhaf bir ışık vardı, sürekli sigara içiyor, ara sıra uzaklara dalıyordu…Toplasan yarım saat konuştuk, ardından görüşmek üzere ayrıldık... Bir daha da görüşemedik maalesef. Ama Kazım hep hayatımdaydı, herkeste olduğu gibi.
“Kazım’ı hep anlatacağız. Unutulmasın diye değil, kendimizi iyi hissetmek için” diyor Murat Meriç kitabınızda. Türkiye’de çok az sayıda sanatçı her şeyiyle sevilmiş, takdir görmüştür. Kazım Koyuncu bu nadir durumu yaşayanlardandı. Siz çalışmanızı yaparken bunu nasıl hissettiniz?
Evet ben hep bunu söyledim, Kazım yaşarken sevilenlerdendi. Ama sevilmesi anlaşıldığını göstermiyor. Kazım’ın sözleri ve mücadelesi bugünün dünyasında yaşananlara da ışık tutan sözler. On yıl önce söylediği sözler, bugün baktığımızda karşılığını buluyor. Özellikle savaşlar, ekoloji ve siyasete dair söyledikleri…Yazarken, Kazım’ın yaşamamasına ve bu dönemde yanımızda olmayışına çok kahrettim.
Kazım Koyuncu yaşamıyla, düşüncesiyle pek çok kesimi etkiledi. Karadeniz müziğini sürdüren gruplara ilham verdi. Hâlâ özellikle Karadenizlilerin çaldığı üç şarkıdan biri onun. Sizin gözlemleriniz neler oldu buna dair?
Söyleşilerinde başka müzisyenlerin de adını vermekten imtina etmeyen bir insandan bahsediyoruz. Çoğu kendi çağdaşlarının adını anmazken ya da bu yolu açanlardan bahsetmezken, onun kendisinden önce bu işe başlayanlara hakkını teslim etmesi çok takdir edilesi bir davranış. Kazım, bugün Karadeniz müziği yapan kuşağın önünü açan isimdir. Bunu kimse inkâr edemez.
Kitapta ailesi, dostları, arkadaşları ve beraber müzik yaptığı pek çok insan Kazım’ı anlatıyor. Siz onlarla birebir görüştünüz. Anlattıkları sizde nasıl bir iz bıraktı?
Duygusal açıdan oldukça etkilendim tabii; bir an sanki kendimi Kazım’ın yerine koydum ve onlar da uzun zamandır görmedikleri dostlarını görmüşler gibi anlatıyorlardı…Kazım’ı özledikleri o kadar belli ki, samimi oldukları, anlatırken o anı dibine kadar yaşadıkları… Hissiyatları geçti bana da ve kaybımızın ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladım.
DOĞAYI DEVLETE KARŞI KORUMAK DA TARİHİN İRONİSİ
Daha önce Gurbet Pastası, Karardı Karadeniz, Karadeniz’in Kaybolan Kimliği ve Kaçkarlar’da Bulut Olsam gibi çalışmaları hazırladınız. Bugün Kazım’ın yaylasına göz dikilmiş durumda. Çok uzun bir süredir direnen Karadeniz çok büyük bir tehditle karşı karşıya. Çernobil’den kurtulamayan Karadeniz, “Yeşil Yol” la başka bir yara alacak. Kazım’ı anlatmış, dinlemiş yazmış biri olarak siz ne düşünüyorsunuz?
Yeşil Yol büyük bir vandallığın kod adı! Kapalı kapılar ardında, Karadeniz halkına danışılmadan yapılmış bir dizi saçmalığın son halkası…Önce sahil yolu, ardından hes’ler, taş ocakları, madenler derken şimdi de yaylalarımızı birbirine bağlama adı altında bilhassa söylüyorum sermayeye ve Arap turizmine peşkeş çekme derdinde olan bir anlayış var karşımızda. O nedenle tabii ki bir taraftan mücadele ederken, bir taraftan da kahrediyoruz. Kazım bugün yaşıyor olsaydı elbette gelirdi, destek verirdi, direnirdi ama bu durum sağlıklı bir insanı kanser etmeye yeter de artar! Yurtdışında bir bitki üzerinden milli park ziyaret ettiren zihniyetle, binlerce bitkiyi yok edecek zihniyeti mukayese etmek bile zûl! Milliparkla otoparkı ayıramayanların memleket idare ettiği bir ülkede, doğayı devlete karşı korumak da tarihin ironisi olsa gerek…