‘Sevgili hemşirelerimiz, Biz o barışı kuracağız'
Filiz KERESTECİOĞLU*
16 Ağustos 2015 tarihinde, Varto’da “güvenlik güçleri” tarafından çırılçıplak soyulmuş bir kadın cenazesinin fotoğrafları sosyal medyada paylaşıldı. Ailesi, bölgede çalışan basın mensupları ve siyasi kişiler, görüntülerin, cenazesi Van’da defnedilen Kevser Eltürk (Ekin Wan)’a ait olduğunu bildirdiler.
Eltürk’ün öldürüldükten sonra çırılçıplak soyulması, cenazeye bile işkence edilmesi ise; evlerimizden çatışma bölgelerine, bedenlerimizi ve benliğimizi işgal eden savaşın erkek egemen yüzünü bu olayla birlikte bir kez daha ortaya koydu. Maalesef, özellikle muhalif kadınlara ve bizim özelimizde Kürt kadınlara yönelik işkence ve kötü muameleler, savaş halinde adeta ikinci bir savaş, bedenlere savaş şeklinde tezahür etmekte… Bu sebeple, savaş sırasında kadına yönelik çeşitli şiddet eylemlerine ilişkin uluslarası insancıl hukuk tarafından düzenlemeler yapılmış, bu eylemlerin yasaklanması uluslararası kural haline gelmiştir. “(…)Yaşam ve kişilik haklarının ihlali, özellikle her türlü cinayet, uzuv kesilmesi, zalimane muamele ve işkence; onuruna yönelik yapılan saldırı…” ile “cinsel suçlar” Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu olarak tanınmaktadır.
Hukuk böyle demektedir ancak şu ana kadar söz konusu fotoğrafla ilgili devlet kademesinden tek açıklama Muş Valiliği’nden gelmiştir. Fotoğrafın sosyal medyada dolaşıma girmesi üzerine yapılan açıklamada, “10.08.2015 tarihinde ilimiz Varto İlçesi kırsalında güvenlik güçlerimiz ile girdiği çatışma neticesi etkisiz hale getirilen PKK terör örgütü mensubu bayana ait bazı görüntülerin sosyal paylaşım sitelerinde yayınlandığı tespit edilmiştir.” ifadeleriyle fotoğraf doğrulanmış ancak Valilik, yalnızca görüntüleri çeken ve sosyal medyaya servis eden kişiler hakkında adli ve idari soruşturma başlatıldığını belirtmiş, işlenen suça dair herhangi bir soruşturmadan bahsetmemiştir.
17. Ağustos 2105 tarihinde verdiğimiz soru önergesinde İçişleri Bakanlığı’na;
“…Özel Harekat Dairesine bağlı kamu görevlilerinin işkence ve kötü muamelesine maruz kalan kaç vatandaş tespit edilmiştir? İşkence ve kötü muameleye uğrayanların kaçı kadındır?
Hükümetiniz döneminde Özel Harekat Dairesine bağlı kaç kamu görevlisi hakkında işkence ve kötü muamele yaptığı iddiasıyla yasal işlem başlatılmıştır? Sonucu ne olmuştur?
İşkence ve kötü muamelenin Bakanlığınıza bağlı Özel Harekat Dairesi mensupları tarafından özellikle kadınları hedef alan sistematik bir savaş aracı olarak kullanıldığına dair iddialar vardır. Bu iddialar üzerine Bakanlığınız bir inceleme başlatmış mıdır? Bu uygulamalar bilginiz dahilinde midir?...” sorularını yönelttik.
Ülkemizde sorular sorulur, cevapsız kalma hali esastır! Yıllardır Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, İş cinayetlerinde yakınlarını kaybedenler, Gezi’de, Lice’de ölenlerin yakınları tekrar tekrar -sorular sorular sorular- sordular, cevapsız kaldılar!
Ülkemizde özgürlük istenir, güvenlik esastır! Yurttaşları değil, devleti korumak için önlemler alınır! “Ama haklarımız” dersiniz “güvenlik” cevabı verilir!
Olsun, o sorular ki vicdanları ve mücadeleyi ayakta tutmuştur, tutmaya da devam edecektir! Sorularımız cevapsız kalsa da vicdanlarda çoktan cevaplarını bulmuştur.
18 Ağustos’ta Kadın Özgürlük Meclisi’nden bir heyetle Silopi’ye gitmek üzere yola çıktık. Fakat Silvan’da sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi ve operasyonların başladığı haberleri üzerine Silvan’a yönelmek durumunda kaldık. Silvan’ın girişinde Özel Harekat Polisleri akrep ve tomalarla yolu kapatmıştı. İlçeye giriş ve çıkışlara müsaade edilmiyor, babasının cenazesini almak için şehir dışından gelen bir kadının bile ilçeye girmesine izin verilmiyordu. Bölgede internet ve telefon bağlantıları, su, elektrik kesilmişti. Silvan hayalet şehir gibiydi. Sokaklar, akrepler, tomalar ve zırhlı araçlarla doluydu. Çatışmaların yoğun yaşandığı birkaç mahallede ise özellikle sivil halkın durumu çok zordu. Yani savaş vardı!
Barış ihtimalini yok eden bu savaşın 90’lardaki imha politikalarından farkı; özellikle Kürt halkına yönelik bu saldırılara artık hepimizin tanık olması! Yine Silvan’da, sessizce yaklaşan bir polisin “lütfen bu savaşı yukarıdan durdurmak için bir şeyler yapın, bizlere yapılanları da kınayın” sözleri de iç acıtıcıydı. Her gün gelen asker cenazelerinde, asker yakınlarının bu savaşın kimin savaşı olduğunu bilerek gösterdikleri tepkiler de aynı derece can yakıcı ve halkın 90’lardaki halk olmadığını göstermesi açısından dikkat çekici!
Biz kadınlar, çeşitli ülkelerle görüşme masalarına oturup savaş başlatan “önemli insanlar” arasında değiliz. Ne savaşın yarattığı yeni elit sınıfa mensubuz ne de savaşa gösterdikleri rıza karşılığı erkeklere vaat edilen imtiyaz, hizmet, fedakarlık ilişkilerinin parçasıyız. Savaş en çok bizlere zarar veriyor.
Tüm dünyada erkekler savaşa yürürken biliyoruz ki barışa yürüyen binlerce de kadın vardı; fakat tarih yalnızca erkekleri yazdı.
Oysa, örneğin 1. Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı kadınları yabancı devlet erkanı erkeklerin eşlerine “Sevgili Hemşirelerimiz” diye seslenerek barışı birlikte kurmak için çağrı yaptılar. Yine Versaille antlaşması yapıldığında tüm dünyadan 2000 kadın, anlaşmanın şartlarını mağlup ülkelerde yoksulluğu ve milliyetçi nefreti artıracağı, tekrar yeni savaşlara sebep olacağı için sert biçimde eleştirdiler. Kadınlar öngörülerinde haklılardı; zira ardından 2. Dünya Savaşı geldi.
Kadınlar 11 Eylül’ün ardından ABD’nin “küresel çapta terör” söylemine, ABD ve İsrail işgallerine, Yugoslavya’nın içine çekildiği milliyetçi şiddete, Bosna savaşında kadınlara yönelik cinsel şiddete, Meksika’daki tecavüzlere karşı uluslararası ağlar ördüler. Örneğin, İkiz Kuleler bombalandığında New York Halk Kütüphanesi’nin basamaklarında, şoven nefrete inat intikam istemediklerini haykırıyorlardı.
Bu Uluslararası ağların radikal ve kararlı eylemleri sonucu 2000 yılında 1325 sayılı BM Güvenlik Konseyi, Kadınlar, Barış ve Güvenlik başlıklı kararı imzalandı. Eksiklerine ve çelişkilerine rağmen bu karar, en azından savaşların kadınlar üzerindeki özel etkisini kabul ederek, kadınların barış süreçlerine katılımlarını taraf devletlere şart koştu.
Şimdi Türkiye’de de savaşın değil; savaşın yarattığı patolojik yaraları onarmanın zamanı. Türkiye’de kadınlar, uzun süredir barış için bir aradalar. Biz kadınlar, Barış Bloku, Barış İçin Kadın Girişimi ve Kadın Özgürlük Meclisi gibi inisiyatiflerde bir araya gelerek barışın sesini yükseltmeye devam edeceğiz. Ve sesleneceğiz “Sevgili hemşirelerimiz, barışı biz kuracağız”.
* HDP İstanbul Milletvekili