Ne değişti? ... Yine ağıtlar, yine ölümler ...
90’larda çocuk olmak da kadın olmak da çok zordu bizim oralarda. Hayat şartları, devletin baskısı… Devlet bizim oralarda ölüm demek, zulüm demek, genç-yaşlı-kadın demeden zindanlarda çürümek demek.
Merhaba Ekmek ve Gül okuyucuları;
Ben mektubumda sizlere gençliğimde yani 90’lı yıllardaki –doğduğum coğrafyada, Diyarbakır’da– yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum.
90’larda çocuk olmak da kadın olmak da çok zordu bizim oralarda. Hayat şartları, devletin baskısı… Devlet bizim oralarda ölüm demek, zulüm demek, genç-yaşlı-kadın demeden zindanlarda çürümek demek.
94’te köyümüz yakıldı, eşim askerdeydi o tarihte. Akşam saat dörtte köyün etrafına ateş attılar. Gece on bire kadar yakılmadık yer kalmadı. Hiç unutmuyorum asker köyü yakmaya geldiğinde küçük kızım, “babam köyü yakmaya gelmiş” dedi. Bize iki gün mühlet verdiler ya ajan olacaksınız, ya köyü terk edeceksiniz veya çoluk çocuk demeden hepinizi yakacağız dediler. Ekinler yeni biçilmişti. Arpa, buğday, mercimek; bunların hepsi yerde kaldı, yandı. Hayvanlarımız telef oldu. Kurtulan bazı hayvanları yanımıza almak istedik; onlar da arabalarda havasızlıktan boğularak öldüler. Eşyalarımızı doğru düzgün alamadık yanımıza. Köydekilerin çoğu yaşlı, kadın ve çocuklardı. Erkeklerin neredeyse hepsi cezaevindeydi.
Eşim askerde olduğundan üç çocuğumla babamlarda kalıyordum. Babamın köye girmesi yasaktı, eniştem ve ağabeyim ceza evindeydi. Üç evin sorumluluğu ve toparlanması benim üzerime kaldı. Üç aile Diyarbakır’da bir eve taşındık. Ailede beş kişi mahkumdu, iki kişi kaçaktı ve haklarında vur emri vardı. 7 yaşındaki çocuklarımız bile takip ediliyordu. Pazara dahi rahat çıkamıyorduk, hiçbir şekilde telefon kullanamıyorduk. İnsanlar bizim yaşadıklarımızdan dolayı selam vermeye çekiniyorlardı, ev bulamıyorduk.
Ablamın durumu köyde iken çok iyiydi. Eşi ve eşinin kardeşi cezaevine girince 6 çocukla tek başına kaldı. Çocuklarının karnını doyuramayacak duruma geldi. Bizim de durumumuz farklı olmadığından maddi olarak destek veremedik. Çocuklarımızı okula gönderemedik.
O dönemde kayıplar vardı, insanları evlerinden alıp işkencelerden sonra kaybediyorlardı. İşkenceler vardı, hiç suçu olmayan insanları cezaevlerine koyuyorlardı. Biz direndik, her şeye rağmen direndik.
Yakınlarımızı görmek için cezaevlerine ziyarete gittiğimizde bebeklerin bezlerine, biz kadınların pedlerine kadar kontrol ediliyor, götürdüğümüz kıyafetlerin renklerine kadar karışıyorlardı. Ağabeylerimden biri 3 yıl kaldı cezaevinde, diğeri de 11 yıl; akrabaların da 6 aydan başlayıp uzun yıllara yayıldı tutuklulukları.
Biz Diyarbakır’da polisevinin karşısında oturuyorduk o dönem. Gözaltına alınanları polisevinin spor salonuna topluyorlardı. Gözaltına aldıklarını döverek içeriye götürüyorlardı. Çocuklar evin çatısına çıkıp bakıyorlarmış. Biz de kimlerin alındığını anlamak için balkondan ve camdan bakmaya çalışıyorduk. Bakmayalım diye evlere plastik mermiyle ateş ediyorlardı, gaz sıkıyorlardı.
Bir gece spor salonunda yer olmadığı için bahçesine elleri kollarlı bağlı olarak üst üste yığdılar adeta insanları. Sabah saatlerine kadar beklettiler o şekilde. Sabaha karşı 4-5 civarı götürdüler hepsini. Altını ıslatanlar vardı aralarında.
Sekiz yıl sonra köyümüze gitmemize şartlı olarak izin verildi. En ufak bir şikayet veya ihbar olursa yine köyünüzü yakarız dediler. Köye döndüğümüzde evlerimizi, bahçelerimizi bulamadık. Evler yakılmış ve yıkılmıştı. Bahçelerimizde ağaçlarımız kökünden kopartılmıştı. Elektrik ve su yoktu. Evlerimizi yeniden kurmaya başladık. Bazıları köye dönmedi, dönmek istemediler korkudan.
Yine aynı şeyler yaşanıyor. Köyde yaşayan insanlara karşı baskılar yine başladı, insanlar yine göçlerde. Bağları bahçeleri yakıldı insanların, korkudan hayvanlarını otlatamıyor köylüler.
Kürt olmak yeterli başımıza bir şey gelmesi için. Oğlum 5 dakika geç gelse bir şeyler mi oldu diye korkuyorum. Hiçbir yerde sesini çıkaramıyorsun, üç kişi bir araya gelemiyor. Üniversitelerde öğrenciler uygulanan baskılar, tutuklamalar devam ediyor. Sokaklarda toma, gaz, polis copu, keyfi gözaltılar... Demem o ki ne değişti? Hiçbir şey. Yine ağıtlar, asker ölümleri, gerilla anaları, sokakta öldürülen çocuklar, anaların yüreğindeki yangın… Milleti birbirine kırdırıp, kardeşi kardeşe düşürüyorlar. Mecbursun çocuğunu askere gönderiyorsun. Orada da eziliyor, şehit düşüyor çocuklarımız.
Peki o günler geçti mi gerçekten, 90’larda mı kaldı? Hayır, sosyetik bir şeyler oldu isim değişikliği gibi bir şey...
Gül GÖKTAŞ / Eyüp-İSTANBUL