90’lar... Bir daha asla!
Geçmişte ne olduğuna bakmak, “bir daha asla” demezsek yarın ne olacağını görmenin bir yolu.90’lar, bugün o günlere dönmenin provasını yapanlar için esin kaynağı gibi. Aynı keyfi ve hukuksuz uygulamalar, halka dönük korkunç saldırılar, kadınların ve çocukların hayatlarını öldürerek, sürerek, işkence ederek, bedenlerini işgal ederek, yoksulluklarını artırarak, evlerini yakıp yıkarak bozguna uğratmalar...
Sevda KARACA
Sevim GÜNGÖR
Geçmişte ne olduğuna bakmak, “bir daha asla” demezsek yarın ne olacağını görmenin bir yolu.
90’lar, bugün o günlere dönmenin provasını yapanlar için esin kaynağı gibi. Aynı keyfi ve hukuksuz uygulamalar, halka dönük korkunç saldırılar, kadınların ve çocukların hayatlarını öldürerek, sürerek, işkence ederek, bedenlerini işgal ederek, yoksulluklarını artırarak, evlerini yakıp yıkarak bozguna uğratmalar...
Unutmamalı, o günlerde yaşananlar nasıl ki savaşı isteyenlere esin kaynağı ise, biz kadınlar için de bugün barışı daha yüksek sesle haykırmanın, barış için bir araya gelmenin de nedeni…
ZORUNLU GÖÇ, ZOR HAYAT
Ormanlar yakıldı, yayla mezra yasakları getirildi, eve giren unun, ekmeğin bir gıdım fazlasına “teröristlere mi veriyorsunuz siz bunları” diye el kondu, kadınlar hayvanlarını otlatmaya çıkamadı, ekinleri tarlada kaldı, yoksulluk, açlık, sefalet katlandı. “Teröristlere yataklık” iddiası ile 4 bin mezra ve köy boşaltıldı, yıkıldı, yakıldı. 4 milyon insan; yer gösterilmeden, süre dahi tanınmadan, eşyalarını -hatta bazen çocuklarını- almalarına izin verilmeden yaşadıkları ortamlardan, geriye dönüşü imkansız kılacak bir biçimde kovuldular. Yoksullukla işsizlikle, açlıkla, polis ve yargı baskısıyla gelecek kaygısıyla baş başa kaldılar. Can güvenliğinden ve sosyal yardımlardan yoksun, umutsuz bir yaşama mecbur edildiler. Böylece, kentlerin çeperlerinde yeniden var olma ve yaşamını sürdürme savaşı başladı…
“Ne Değişti? Kürt Kadınların Zorunlu Göç Deneyimi” kitabında kadınların anlattıkları, bu savaşın özetini yapıyor:
* Milletin çocukları oynamaya gidiyordu biz çalışmaya gidiyoduk. İlkokuldaydık bıraktık okulu. Bizi de işe götürüyorlardı sabah ezanında. Önce ben ve iki ablam geldik teyzemin yanına. İşe girdik ev tuttuk. 5 ay sonra bizimkiler geldi. Ben o sıralarda 12-13 yaşındaydım. O günden bu yana çalışıyorum. Okula zeten gidemedim, bırakmıştım.” (Azime)
* Acıdan başka bir şey görmedim İstanbul’da. Hep nasıl kendime bakayım, çocuklarıma bakayım, eşim cezaevinde, hep üzülüyordum kimse yok diye… hep evdeyim bir yere çıkmıyorum, zaten imkan yok… fazla komşularımla ilişkim yok. Hemen hemen yalnızım, geldiğimden beri bir kere memlekete gittim. İmkan olmayınca gidemiyorum… buradan çıkmak istiyorum. Daha önce insanlar bizim topraklarda çalışıyordu, sonra ben geldim milletin bodrumunda kaldım. (Kevok)
* Evin dışına çıkarken zorlanıyorsun. Türkçe bilmiyorsun. Çevreyi bilmiyorsun. Yabancı bir yerdesin. Bütün yaşadıkların bildiklerin kayboldu... Uzun zaman hasta oldum. Dilimi kaybettim… Erkek istediği yere gidiyor ama biz öyle kaldık orada. (Münevver)
HEPSİ GERÇEK!
Halk, silahlı çatışma ortamında, alabildiğine yetki tanınan, hiçbir cezalandırmanın muhatabı olmayacağını bilen, devletçe korunup kollanan güvenlik güçlerinin keyfi saldırılarına maruz kaldı. Savaşın kural tanımazlığı kadın bedenlerini de işgal etti. “Hepsi Gerçek, Devlet Kaynaklı Cinsel Şiddet” adlı kitapta Kamile Ö.’nün yaşadıkları, benzer pek çok korkunç işkencenin açtığı yaraları ortaya koyuyor: “Yıl 1992. Nusaybin’de yakalanan yedi PKK’liden biri, o dönem 50 yaşında olan Kamile Ö’nün evinde sığınak olduğunu iddia eder. Ev basılır, sığınak aranır, bulunamaz. Özel tim, kadını ve yedi PKK’liyi gözaltına alır. Bunlar kadının ilçeden tanıdığı gençlerdir. Hepsini çırılçıplak soyarlar. Kadını, kucaktan kucağa atarak cinsel ilişkiye zorlarlar. Hepsi ağlar. Kadının çıplak bedenine basınçlı su sıkarlar, parmaklarını vajinasına sokarlar. Çıplak şekilde askıya alınır ve bacaklarından biri havaya kaldırılır. Bir özel timci, cinsel organına botlu olan ayağının ucunu sokmaya çalışır. Yere indirip bacaklarını açarlar ve cinsel organına sopa sokarlar. Kadında aşırı kanama başlar ve bayılır. Doktora götürülür, iğne yaptırılır. Sonra yeniden evde sığınak aramaya giderler. Merdiven altında bir özel timci kadına tecavüz eder. Bu, 1991’den beri kadının üçüncü gözaltına alınışıdır ve en fecisidir. 33 gün sonra mahkemeye çıkarılır ve salıverilir. Sonra ameliyat olur, önce Adana’ya sonra İstanbul’a göç eder. Sonra Almanya’ya iltica talebi hemen kabul edilir.”
‘Hayatın değeri bir soğan başı kadar…’
Bu yıllarda devletin Kürt illerinde silahlı kuvvetler içindeki kontrgerilla yapılanmaları aracılığıyla gerçekleştirdiği şiddetin önemli bileşenlerinden biri de zorla kaybetmeler oldu. Hafıza Merkezi’nin raporlarına göre, Türkiye’de 1980 ila 2004 yılları arasında zorla kaybedilen insan sayısı 1353 kişi.
Devletin zorla kaybettiklerinin büyük çoğunluğu erkekler; geride kalan zorlu ve şiddet dolu hayatları yaşamak zorunda bırakılanlar ise kadınlar… Hakikat Adalet Hafıza Merkezinin “Fotoğrafı Kaldırmak: Eşi Zorla Kaybedilen Kadınların Deneyimleri” başlıklı raporu zorla kaybedilenlerin geride bıraktıkları hikayeleri anlatıyor.
· “O zamanlar olumlu hiçbir şey yoktu. Dünya öyleydi ki insanlar ‘biz varız’ demeye bile korkuyordu. Yangın yeriydi insanların hayatının değeri bir soğan başı kadar yoktu. Bu kaybedilen insanların çoğu o zaman kaybedildi.”
· “Herkes bir başına gitmişti. Kimse aynı yerde bir araya gelemiyordu. Herkes kendi kahrıyla baş başa kalmıştı. Ölene kadar bir parçasını bulmak kimliğini bulmak, kemiklerini bulmak için.”
· (Kocamı aramaya karakola gittiğimde) Söylemediklerini bırakmıyorlardı ki. Bu çocuklar kimin diyorlardı; benim çocuklarım, diyordum. Bunların hepsini teröristlerden peydahlamışsın, diyorlardı. Bundan sonra da bizden peydahlayacaksınız, diyorlardı. Yani kötü şeyler diyorlardı, ama her şey söylenemiyor. Yani biz oradan göç etmeseydik çocuklarımıza da tecavüz etmeye geleceklerdi. Yani insan doğru konuşmalı. Yani bir kadını evde tek bulsalar gidip o kadına tecavüz ediyorlardı.”
BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL!
Sokağın köşesinde babasının vurulduğunu görüp, eve döndüğünde onun aldığı son elmayı ağlayarak yiyen, mayınlarla oynarken arkadaşları bin parçaya ayrılan çocuklar… İnsanın eceliyle ölmesinin ne demek olduğunu bilemeyenler … Evleri tarandığında ölen akrabalarını günlerce evden çıkaramayıp o kokuyla yaşayanlar, o kokuyu unutamayanlar… Ortadan kaybolan babaları bir gün karşısına çıkar korkusuyla 30 yaşında sigara içerken hâlâ çekinenler… Verilen elektriği, Filistin askılarını, sokulan copları, tecavüzü, gözaltında marşlar eşliğinde günlerce süren işkenceyi anlatmaya bugün kelime bulamayan kadınlar… Bir günde ailesinden 12 kişi yok olan, birileri ‘faili meçhul’, birileri dağda ölürken yaşamaktan utanan, hâlâ düğünlerde simsiyah giyinenler … Telefonda arkadaşına “Gelirken topkek al” dediği için bu ‘şifreyi’ itiraf edene kadar işkence gören, kendi saçlarını boynuna dolayıp intihar ettiği söylenen genç kadınlar… Türkçe diye bir dil olduğunu, bir soyadının bulunduğunu ilkokulda öğrenen, bilmediği dil yüzünden zekâsıyla dalga geçilen çocuklar… 90’ların gerçekleri…
Rojin Canan Akın ve Funda Danışman’ın kitabı “Bildiğin Gibi Değil- 90larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak” kitabındaki 19 Kürt gencinin dilinden dökülenlerin bazıları şöyle:
* Bana çocukluğum sorulduğunda aklıma açlık, rezillik, sefalet, perişanlık, bombalar, savaş uçakları geliyor. Annemin, köyümüz bombalanırken kaç, kaç saklan dediği aklıma geliyor. Küçükken rüyalarımda bunu görüyordum. Hala da içimde korku var. Üç defa düşük yaptım, üçünde de korkudan olduğu söylendi. Ben bunları unutamam ve affedemem. Affetmek istesem bile vicdanım affetmez. Ben kan dökülsün istemiyorum. Barışı hemen şimdi istiyorum (Nuvin- 1984 Şırnak Cizre doğumlu)
* Özel timlerden ilk dayak yediğimde 8 yaşında falandım. Ama asla unutmayacağım olayı 13 yaşında yaşadım. Yine bir gün özel timler evleri bastılar, her tarafı dağıttıktan sonra biz çocukları toplayıp kışlanın duvar dibine dizdiler. Duvarın üstünde duran askerler ve timler sırayla üzerimize -çok affedersiniz ama- çiş ettiler. Hiçbir şey yapamıyorduk çünkü hareket ettiğimiz an kafamıza indiriyorlardı. Hemen hemen Çukurca’da herkes bu tür olayları yaşamıştır. Bu olaylardan sonra bir abim daha gururuna yediremedi ve gerillaya çıkış yaptı… Abim evli ve bir kız çocuğu babasıydı giderken. (Xezek- 1980 Çukurca doğumlu)
* Karşıdan bir çığlık kopuyordu ki dehşet. Küçük bir kız. Çığlığı korkunç. Anlamıyoruz. Dokuz veya on yaşlarındaydı… Hazal nasıl zevk alıyor musun, falan diyorlar. Ama kız ölüyor. Bir adam sürekli bağırıyor. Gözlerimiz kapalı, anlamıyoruz… Yanımdaki beni dürttü. Gözlerini aç dedi… Açamam, dedim, dayanacak gücüm yok dedim. Kürtçe aç gözlerini dedi… Göğüsleri daha belirgin olmayan bir kız çocuğu, saçları dağılmış. Kızın bacaklarının arasından kan damlıyor. Ne oldu anlamadık. Tokat atıyorum yok. Kızın gözleri faltaşı gibi açılmış. Kız defalarca tecavüze uğramış. Kızdan habire kan boşalıyordu. Ne yapsam kendine gelmiyor. Sanki gözleri yırtılıyor… Biri gelip diyor ki dokuz kişi onu… Biraz daha konuşursanız yirmi kişi gelip sizi… Biri diyor ki babası daha konuşmadı mı? Babasını konuşturmak için küçücük kıza gözünün önünde tecavüz etmişler… Hazal’dan sonrası yoktu artık bizim için. Ülke kavramını yitirdi. Yani hukuk, anayasa her şey bitti…” (Wanbetan-1977 Erciş doğumlu -Gözaltında yaşadıklarını anlatıyor.)