Kadınlar, Varto ve Savaş
21 Ağustos’ta Varto’dan memleketimden maalesef ailemi yakınlarımı, arkadaşlarımı, kardeşlerimi bütün Varto halkını yaşadıkları bu kirli savaşın içinde bırakarak, benden sonra onlara ne olabileceği, neler yaşanabileceği endişelerimle beraber gözü yaşlı annemi içim kanayarak bırakıp İstanbul’a döndüm.
Suruç’ta yaşanan katliamdan sonra 24 Temmuz 2015 tarihinde devletin çözüm sürecini, “buzdolabına” kaldırmasının ardından, bütün Türkiye gibi, Varto halkı da savaşın korkunç yüzünü 1990’larda olduğu gibi yeniden yaşamaya başladı. İlçede tomalar, akrepler, tanklar kol gezmeye başladı. Varto’da halk bu savaş ortamına dönüşle yeniden eski kaygılarını yaşamaya başlarken biz kadınlar da savaş ortamında bugüne kadar yaşanan baskı, taciz, tecavüz gerilimini ve psikolojik travmaları yeniden yaşamaya başladık.
Özellikle 10 Ağustos 2015 tarihinde Varto’da gerçekleşen çatışmada hayatını kaybeden gerilla Kevser Eltürk'ün (Ekin Wan) ölü bedeninin çıplak görüntülerinin medyada servis edilmesi ile beraber bu coğrafyada kadınların yaşayabileceği tehditlerin boyutunu bir kez daha hatırladı Vartolu kadınlar. İşte bu psikoloji ile ben de durumun vahametini fark ettim ve tedirginliğim artmaya başladı.
Tatilimin sonu geldiği için 16 Ağustos’ta biletleri aldım, oğlumla beraber İstanbul’a dönecektik. 13 Ağustos günü Ekin Wan’a yapılan işkence üzerine oluşan tepkilerle “bu devlet tarafından yönetilmek istemiyoruz” denilen Varto’da, 15 Ağustos sabahı uyandığımızda devletin sokağa çıkma yasağı var diyerek tüm Varto’yu ateşe tuttuğunu öğrendik. Devletin saldırısının boyutunun ne olduğu ile ilgili bir fikrimiz yoktu çünkü iletişim kurabileceğimiz hiçbir şey yoktu, elektrikler, telefonlar kesikti ve evlerden çıkamadığımız için hiçbir haber alamıyorduk. İkinci günden sonra Varto’daki saldırının boyutlarını ancak telefonların çalışmaya başlamasıyla İstanbul’dan bizi arayan yakınlarımız aracılığı ile öğrendik.
19 Ağustos’ta Çaylar köyünün karşısındaki Gıreboğa denilen dağlık alanın 4-5 askeri helikopter ile sabah 5.30 civarında bombaladılar sonrasında öğrendik ki öncesinde de yakındaki gerilla şehitlik alanı bombalanmıştı. Bombardımanın ardından çıkan yangın köylüler tarafından söndürülmüştü. Söz konusu gerilla şehitliğinde de ağırlığını kadınların oluşturduğu köylüler bombardımana karşı nöbet eylemine başladılar. Varto’dan dönüş için otobüslerde yer bulabilir miyim diye ilçe merkezine gittiğimde Kadın Özgürlük Meclisi’nin çağrısıyla İstanbul ve Ankara’daki kadın örgütlerinden, feministlerden, sendikalardan ve siyasi partilerden kadınların geldiğini ve Muş’tan Varto’ya ulaşmak üzere olduklarını öğrendim.
Kadınları beklerken, iki gün geçmesine rağmen hala esnafın camlarının kırık olduğunu, duvarlardaki kurşun izlerini, kapalı kepenkleri ve insanların yüzlerindeki endişeyi korkuyu görebiliyordum. Konuştuğum bir kadın arkadaşım bu son devlet saldırısının daha önce yaşananlardan çok daha büyük ve korkunç olduğunu, ilçenin her tarafından silah seslerinin geldiğini, dışarıda olup bitenlerden habersiz olayların ortasında olmalarına rağmen yakınlarını merak etmekten kendilerini alamadıklarını ve bu belirsizliğin onları çok korkuttuğunu sabaha kadar uyuyamadıklarını söyledi. Sabah kalktığında yakın bir komşu evdeki yangını söndürmek istediğini ama akrebin içindeki özel timlerin onları azarladığını ve bırakmadığını, söyledi.
Kendilerine yakın oturan polis aileleri ve çocukların da aynı Varto halkı gibi çok korkmuş olduğunu, bilmedikleri tanımadıkları bir coğrafyada savaşın tam ortasında kalmanın korkunçluğunu hissettiklerini söyledi. Kadın örgütleriyle gelen kadın arkadaşlarla birlikte gerilla Ekin Wan’ın yaralıyken işkence ile katledildiği çıplak bedeninin erkek savaş vahşetiyle çıplak olarak tüm direnen kadınlara tehdit olsun diye resmedildiği yerde basın açıklaması yaptık. Tüm kadınlar bir arada erkek savaş politikalarına direnişi yükselteceğimizi söyledik. 21 Ağustos’ta Varto’dan memleketimden maalesef ailemi yakınlarımı, arkadaşlarımı, kardeşlerimi bütün Varto halkını yaşadıkları bu kirli savaşın içinde bırakarak, benden sonra onlara ne olabileceği, neler yaşanabileceği endişelerimle beraber gözü yaşlı annemi içim kanayarak bırakıp İstanbul’a döndüm. Bencil davranarak annemi de getirmek istedim fakat gelmek istemedi. Bu savaş atmosferinde annem bir daha gelir mi gelebilir mi bilmiyorum ama işte sevdiklerimizin hepsi orda savaşın ortasında kaldı. Aklım ve yüreğim orada kaldı…
Gülşenay DALVEREN / Varto-MUŞ