6 Eylül 2015 01:31

Şenay AYDEMİR

Geride kalan son 4-5 yıla bakınca ‘İşsiz gazeteci sayısı, çalışanlardan fazla olabilir mi?’ diye düşünmeden edemiyor insan. Meslek olarak gazeteciliği seçmiş, bu alanın değişik organlarında çalışmış, hatırı sayılır birikim elde etmiş olanların önemli bir kısmı ise artık kendilerini ‘eski’ gazeteci’ olarak tanımlıyorlar. Çünkü uzun süren işsizliklerinin ardından ‘medya dışı’ alanlarda çalışmak zorunda kaldılar.
Türkiye’de gazetecilerin iş güvenliği sorunu, özellikle 90’lı yıllardan itibaren çalışanlar açısından önemli bir gündem maddesi. Medya patronlarının, bu alan dışında da ekonomik faaliyetlere yönelmeleri; Türkiye’de ekonomik büyümenin en önemli kaynağının devletin sermaye aktarımı olduğu gerçeğiyle birleştiğinde, medya-devlet arasındaki çizgi de birbirine iyice karıştı. Kaldı ki, Türkiye’de medya-devlet ilişkisi en soğuk zamanlarında bile birbirine teğet ve aynı yöne doğru giden iki çizgi gibiydi. Türkiye’de medya patronları, medya organları ve devlet ilişkisine dair birçok araştırma, akademik çalışma ve kitap yayınlandı. Bu konuya özel ilgi duyan okur, ilgili kaynaklara bakabilir. Yine ‘dijitalleşme’ yöneliminin yarattığı işgücü tahribatını, haberin içeriğinin bir anlamı kalmamasıyla birlikte iyi içerik üreten habercinin de ihtiyaç olmaktan çıktığı gerçeğini de hatırlatmadan geçmeyelim.  Bunlar başka bir yazının konusu olarak dursunlar.

ANA AKIM VE ‘BAĞIMSIZLIK’

Ancak bu yazı kapsamında iki önemli saptamayı yapmamız gerekiyor.
İlki, AKP iktidarının ikinci dönemiyle birlikte ‘ana akım’ olarak tanımlanan basın organlarının siyaseten dizayn edilmesinin yarattığı etkiler. İkincisi de buna tepki olarak ortaya çıkan ‘bağımsız medya’ platformlarının yarattığı durum. Uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. AKP iktidarının kendisine yakın sermaye gruplarının emrine verdiği medya organlarının, zamana yayılmış bir biçimde ve çoğu zaman ‘ekonomik’ gerekçeler öne sürerek söz konusu yayınların eski çalışanlarını tasfiye ettiği herkesin malumu.  Ancak burada sorun şu. Eskiden ‘ana akım’ olarak adlandırılan medya grupları, Kürt sorunu gibi devletin politik hassasiyetlerinin net olduğu belli başlı alanlar dışında görece ‘bağımsız’ oldukları izlenimi verme ihtiyacı duyarlardı. ‘Bağımsızlık’ vurgusu okura yönelik bir imaj durumuydu hiç kuşku yok ki. Öte yandan, bu yayın organlarının bağlı bulundukları sermaye grupları farklı farklı siyasi partilere yakın (ya da dönemlik politik gelişmelere göre hepsine aynı mesafede) durmak zorundaydılar. Bu da ekonomik gerekçelerle gazetesinden atılan bir basın emekçisinin, başka yerde kolayca iş bulmasını kolaylaştırıyordu. Yani medya çalışanları küçük farklılıklar dışında neredeyse birbirinin aynısı olan gazeteler arasında dolaşabiliyorlardı. Medya çalışanlarının örgütsüzlüğü, meslek birliklerine karşı mesafeli tutumu, dayanışma yoksunluğu gibi kadim sorunları bir yana koyarsak, son yıllarda bu durum tamamen değişti. AKP iktidarının basın organlarını tam olarak biat etmeye zorlaması, bu işi bir meslek olarak seçenleri de giderek zor durumda bıraktı. Daha çok, ‘muhalif’ popüler köşe yazarlarının, televizyon programcılarının işten çıkartılmasıyla gündeme gelse de, basın organlarının mutfağında yer alan çalışanlar açısından meslekte yaşanan dezenformasyon ve buna karşı içeriden gösterilen tepkilerin karşılığı bir süre sonra işten ayrılmak/kovulmak oldu. Geçen hafta Milliyet gazetesinin açık bir şekilde AKP karşıtı olduğu bilinen ya da öngörülen çalışanlarını topluca tasfiye etmesi bu durumun geldiği son noktayı göstermesi açısından ibret verici.
Burada mesele sadece ‘popüler’ köşe yazarı ya da televizyon sunucu değil. Mesele, gazeteciliği bir meslek olarak seçen muhabir, editör, sayfa sekreterinin bundan sonra ne yapacağı. Yani işin mutfağında olan, hamallığını yapanlar için çalışacak alanların giderek daralması. Mesleği yapabilmek için yeterlilik değil tam biat istenilen bir noktada, işsiz gazetecilerin payına düşen çay içip çalışılabilecek ne kadar az gazete kaldığına dair umutsuz sohbetler oluyor.

ÖZGÜR MEDYA ÖZGÜR BASIN TARTIŞMALARI

Tam da buradan, “özgür medya platformları”na ve “özgür basın” tartışmalarına geçebiliriz. Bunun iki farklı ayağı var. İlki ‘ana akım’ olarak adlandırılan ve ülke gündemini belirleme yeteneğine sahip yayın organlarında mesleki donanımları yüksek, alanlarına hâkim ve ‘demokrat’ insanların çalışabilmesi hem o ülkedeki okurların farklı haber/yorumlar alabilmesi için iyidir, hem de ülkede yanlış giden bazı şeylerin kamuoyuna daha kolay ulaşmasını sağlar. Bunun koşullarının ortadan kalkması, “O gazeteler zaten mesleğin yapılmasına ne kadar izin veriyorlardı ki” diyerek geçiştirilecek bir durum değildir. Ötesi ve bu yazının kapsamı açısından daha önemlisi bu insanların mesleklerini yapamayacak duruma getirilmeleri.
Sorun, yazılan yazıların, yapılan haberlerin, röportajların yayınlanması değil ki. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de her türlü meslek ürününün yayımlanabileceği platformlar ve gazeteler (en azından şimdilik) mevcut. Bu satırların yayımlandığı gazete de bunlardan birisi. Ancak, ne yazık ki ana akım dışındaki gazetelerin, özellikle Gezi’den sonra sayıları hızla artan internet platformlarının darlığı bu işi bir meslek olarak seçenleri çaresiz bırakıyor. Sorun sadece haber alma özgürlüğü değil, haber yapma ve bu emeğin karşılığını alarak hayatını devam ettirebilme özgürlüğü aynı zamanda. Gazeteciliği kendisine meslek olarak seçmiş olanları, bu işi düzenli olarak yapmakta ısrar edenleri, yıllarını bu işe adayanları ve henüz başlayıp kararlı bir şekilde sürdürme eğiliminde olanları bekleyen belirsizlik asıl mesele.
Kendisine “gazeteciyim” diyen, artık mesleğini seçmiş demektir ve mesleğini icra ederken harcadığı emeğin bir karşılığı olması ve geçimini ‘asgari’ olarak sağlaması gerekir. Ötesi politik bir özveri ya da sosyal sorumluluk (ikisine de hiç itirazım yok) kapsamına girer.
Ezcümle: Gazetecilik bir hobi değildir!

Evrensel'i Takip Et