06 Eylül 2015 03:53

Şiir ve devrim

Paylaş

Özgün E. BULUT

Devrim, kaybedilmeye çalışılan insanı diriltme, onu özüne döndürmenin şiiri ise, Kürtler bu özün gerçekliğinin şiiridirler. Kadınlar erkek egemenliğini yerle bir etmişlerdir. Çocuklar devrimin ateş topudurlar. Erkekler köleliği yerle yeksan eden bir bilince ulaşmışlardır. Bedelin en katmerlisini ödeyerek, en büyük acıları çekerek buralara gelmişlerdir.
Devrimden sadece hayranlık duydukları devrimleri anlayanlar, şiirin hiçbir halini hissetmezler. Dokunur gibi yapsalar da, dokunsalar da bu değişmez ne yazık ki. Devrim, örgütlü bir mücadelenin siyasal sonuçları da düşünülerek, adım adım örülen ve çoğaltılan büyük mücadelenin inşasının şiiridir. Devrim ruhun inceliğidir. Şiir ise bu inceliğin ürpertilerini, korkularını yok edip başkaldırıya dönüştüren en büyük öznesidir.
Dünyadaki devrimci liderleri devrimle buluşturan biricik şey, şiirle haşır neşir oluşlarıdır. Kurulan her dize, düşünülen her imge sonsuz özgürlüğün hamleleridir aynı zamanda. “Biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu/ bereketli kanatlarla dolduracak beynimi,/ Biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan/ fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım.” Che Guevara’nın ‘veda şarkısı’ bir devrimcinin ruhunun ve yüreğinin nereden beslenip, nereye gidilmesi gerektiğini anlatır. Umut sırt çantasındadır sürekli ve doğayla konuşmaktadır. “Biliyorum ki ölümüne çarpışma günü/ halk çocukları benimle omuz omuza verecek, halkın savaştığı amacın kesin zaferini/ göremezsem eğer/ fikri en yüksek geleceğe götürmek için/ mücadele verdiğimdendir,/ eski kabuğun tüylerini yolarken/ doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları.”
Şiir devrimi selamlarken devrimci de dağlardan özgürlüğe doğru bakmaktadır. Kalbini vuran incelik tomar tomar şiir olarak dolaşır vadilerde. Ağaçları selamlar, çiçekleri koklar ve tohum olarak toprağa düşer. Mao devrimin uzun yürüyüşüne çıkarken mola verdiği her zirvede bu duygularla bakmıştır ülkesinin uçsuz bucaksız topraklarına. ‘Gezginlere yalnız bir konak kalır,/ Taşkın suların onuruna kalkar kadehim/ Yükselen dalgalarla coşarken kalbim.”
Başa dönüyorum yeniden. Politik dergilerin eski sayılarını karıştırırken, Nikaragua’dan El Salvador’a kadar devrim süreci yaşamış toprakların yazılmayan tarafı kalmamış. Afganistan iç sorunumuzmuş gibi tartışılmış ve dergiler bunun üzerinden kavga bile etmişler. Acıdır ki görülmeyen, sayfalara girmeyen tek şey ya da cılız bir şekilde yazılan tek şey Kürt meselesi  olmuş. Filistin’in bilinmeyen sokağı yok. Afrika’nın bilmem neresindeki Komünist Parti analizleri yapılmış. Ancak bu toprakların en büyük kitle hareketi, en coşkulu şiir ırmağı bir türlü okunmamış ve analiz edilmemiş. Ta ki yakın zamanlara kadar. Fırtına koptuktan sonra analizler yapılmaya başlanmıştır. Bu durum şiirde dışlanan ‘toplumcu gerçekçi’lerin haline benziyor biraz. İşkencenin en büyüğünü görmüş, takibe uğramış, işlerinden edilmiş, buna rağmen yazmaya devam eden şairlerin şiiri gibidir Kürtlerin mücadelesi. Şiirin her hali olmasına rağmen.
Devrim, kaybedilmeye çalışılan insanı diriltme, onu özüne döndürmenin şiiri ise, Kürtler bu özün gerçekliğinin şiiridirler. Kadınlar erkek egemenliğini yerle bir etmişlerdir. Çocuklar devrimin ateş topudurlar. Erkekler köleliği yerle yeksan eden bir bilince ulaşmışlardır. Bedelin en katmerlisini ödeyerek, en büyük acıları çekerek buralara gelen büyük bir itirazdır sözü edilen şiir. Dağlardaki en parlak taşlara yazılmıştır. Kobani’deki toz fırtınaları o şiiri sadece ara ara gizlemiştir. Durum bundan ibaretken aklıma şu geliyor. Bu kadar coşkulu bir şiiri hissedememek ya da geç görmek ya da hiç görememek nasıl bir algıdır! Oysa devrim düşü yüreğimizden şiire açılan, bize aydınlıkla buluşturan en görkemli pencere değil miydi?
Marks Jenny’e aşkını şiirlerle büyütmemiş, şiirden geçerek aşka gelmemiş olsaydı böyle düşünmezdim. El Salvadorlu devrimci önder Rogue Dalton da şiirden geçerek devrime gelmiştir. İkisi de büyük bir sevdaya doğru yola çıkmışlardır. Ruhları birdir ve beslendikleri damar ortaktır. ‘Bir zamanlar alnı açık/ Dimdik duran kale çökmüş/ Boğulmuş kızıl parıltısı,/ Gönlümün ülkesi bomboş.”  Genç Marks’ın aşka dair ümitsizliği vardır. Oysa Dalton Marks’ın bu ümitsizliğini de yanıtlarcasına devrimci bir ruhla sesleniyor dünyaya. “Ve düzene ve insanlara/ şiirimizle saldırıyoruz/ değişme şansını sunuyoruz/ günbegün/ yaşamlarımızı koyarak ortaya.”
Dünya devrim tarihi şiirin de tarihidir. Ho Şi Minh, Lumumba, Amilcar Cabral,Engels, Stalin, Marcos, Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, İbrahim Kaypakkaya, Hüseyin İnan, Deniz Geçmiş, Yusuf Aslan, Mazlum Doğan devrimin şiire değen yıldızlarıdır. Gökyüzünden damla damla düşen şiir taşlarıdır. Mahir Çayan şiirle hücresini karanlığa gömerken, Hüseyin Cevahir edebiyatın içine girmişti bile. Hüseyin İnan Türkiye devriminin yolunda bekliyordu yoldaşlarını. “Bazı ölmüş şiirlerimi/ Dün tepelikte toprağa gömdüm/ Ama bazen mezarlarını ziyarete gidiyorum/ Çünkü biliyorum/ Eğer o ölüler olmasaydı/ Şimdi bu canlar olmazdı!” Şérko Békes bir anlamda vefa ile selamlamıştır devrimcilerin ruhlarını. Aynen böyle bir yakınlıktır şiiri ve devrim akrabalığı. Biri olmazsa diğeri eksiktir, biri eksikse diğeri hep hamdır.
Gezi günlerini anımsıyorum. Haziran günlerini. Devrim ve şiirin iç içe hallerini. Haziran coşkusu şiir ile yayılırken, sosyal medyada farklı şeyler yazanlar kınanıyordu. Benim şiir kitabım o günlerde çıkmıştı ve ben onu arkadaşlarıma bile duyurmaya utanmıştım. Sonra Dersim Kültür Sanat içinde ismini taşıyan kitabım Kobanı direnişi günlerine denk geldi. Acı ve sarsıcı günler yaşıyorduk. Kobani vicdanlarımızı sallıyordu. O kitabımı da paylaşmaktan utanmıştım. Paylaşımlarım çok sonraya denk gelir. Bu şunun için önemli. Bugünlerde Kürt coğrafyası büyük operasyonlarla karşı karşıya. En son Gever’den geliyor kötü haberler. Varto ve Silvan’la başlamıştı devletin öfkesi. Şunu demek istiyorum. Gezi döneminde tepkilerini koyan insanlar, bu günlerde lay lom haldeler nedense. Oysa devrim diyoruz, şiir diyoruz. İkisinin de hikmetinden söz ediyoruz. Bugünleri okuyamamak ve bugünlere militarizmin kuşatması ile bakmak üzücü değil sadece, kahredici.
Kardeşime kurşun sıkmam diyen Yunan komünistlerini öveceksin. Aleksis Çipras’ın Nazım’dan şiir okuyarak istifa ettiğinin ballandıra ballandıra anlatacaksın ve buradaki yangında kardeşlerine her türlü sıkmayı reva görene ‘kardeşine kurşun sıkma’ deme cesaretinden yoksun olacaksın. Şairin tavrı, devrimci eylemi buradan yürür. İstanbul Üsküdar meydanına temsili bir Kâbe maketi koymuşlardı yakın zamanlarda. Şair Cihat Duman hac kıyafetlerini giyerek buranın önüne gelip ‘hacı olmak istiyorum’ diyerek müthiş bir protesto gerçekleştirmişti. Şairi devrimci kılan bu duruşu ve bu tavrıdır. Şiir devrimin çamurdan yapılmış heykelidir. Dize dize yazılmış manifestosudur. Devrim şiirin ışığıyla büyür ve insanı yakalar. İsyan günlerinin en lirik ateşi şiirdir. Şiirin en kızıl dizesi ise devrimdir. Böyle düşülür yola. Ötesi bana göre sadece söz yığınıdır.

ÖNCEKİ HABER

Şehitler ölür!

SONRAKİ HABER

Devletin çiseden sorumluluğu ya da samimiyetler

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa