Ruşen Çakır: AKP, Erbakan ayarlarına döndü
Gazeteci Ruşen Çakır: 'Fabrika ayarlarına geri dönüldü ama bu fabrika daha eski... Erbakan dönemine, Refah Partisi ayarlarına dönüldü. Yani bir kişinin her şeyi belirlediği, tek ses çıkartılan. Adalet ve Kalkınma Partisi, Erbakan’ın tek adamlığına itirazla çıkmış bir hareket...' (Fotoğraf: Tolga Alp Turgut)
Çağrı SARI
İstanbul
Geçtiğimiz hafta sonu yapılan AKP kongresi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın MKYK listesine müdahalesi ve Bülent Arınç’ın eleştirilerinin damga vurduğu bir ortamda gerçekleşti.
1 Kasım seçimlerine giderken gerçekleştirilen kongrede ve sonrasında yapılan değerlendirmelerde en sık uyduğumuz ifade “fabrika ayarlarına dönüş” oldu. AKP’yi yakından takip eden gazeteci Ruşen Çakır, “Evet, fabrika ayarlarına geri dönüldü ama bu fabrika daha eski... Erbakan dönemine, Refah Partisi ayarlarına dönüldü” diyor, “Yani bir kişinin her şeyi belirlediği, otoriter liderliğe...” Çakır, AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde hedeflediği başarıyı yakalayamayacağını görüşünde.
AKP, 1 Kasım’a giderken, çatışmalı bir süreçte yaptı kongresini. Belirlenen MYK için ‘Erdoğan’ın listesi’ yorumları yapılıyor. Siz ne diyorsunuz?
Liste çok net bir şekilde Tayyip Erdoğan’ın hazırladığı liste. Davutoğlu duyduğumuza göre bir liste hazırlamış ama o hiçbir şekilde geçerli olmamış. Davutoğlu’ya yakın kimse konulmamış listeye bu çok net gözüküyor.
Binali Yıldırım’ın genel başkan adayı olacağı yansıdı basına ancak tek liste ile kongreye gitti AKP. Davutoğlu ile Erdoğan uzlaştı diyebilir miyiz?
Yok, uzlaşma değil! Davutoğlu partinin başına Tayyip Erdoğan tarafından atandı. Gücünü parti teşkilatından almadı. Birkaç aday vardı da Davutoğlu en yüksek oyu almış değil yani. Tayyip Erdoğan başkasını seçseydi biz şimdi onu konuşuyor olacaktık. Dolayısıyla, Davutoğlu’nun kendi listesi için Tayyip Erdoğan ile tartışmasının imkanı yok, onun verdiği listeyi kongreye taşıdı.
Ne oldu da Binali Yıldırım genel başkan adayı olmadı?
Eğer kazara Davutoğlu bir direnç falan gösterseydi, o zaman Binali Yıldırım formülü devreye girebilirmiş onu anlıyoruz.
Erdoğan’a en yakın isimlerin, mesela Berat Albayrak, Binali Yıldırım, Süleyman Soylu’nun delegelerden en az oyu alan isimler olması dikkat çekti...
Süleyman Soylu MYK’ya da giremedi.Geçen seçimde birinci derecede seçim işlerine bakan kişiydi. Demokrat Parti geleneğinden geldi. Kısa zamanda Numan Kurtulmuş ile beraber Genel Başkan yardımcısı oldular ve son seçimlerin ve yaşanan sonucun birinci derecede sorumlusu olarak göründü parti içinde. Ona rağmen listeye girmesi bir başarıdır ama MYK’da yer almadı. Sadece MKYK üyesi. Cumhurbaşkanına yakın, Saraydan gelen Binali Yıldırım ve Burhan Kuzu var. Bir de damadı var. Kadrolu danışmanlarıydı Kuzu ve Yıldırım. Tabi onun dışındaki isimlerin hemen hepsi de Erdoğan’ın bildiği ettiği isimler.
Davutoğlu partinin başına Tayyip Erdoğan tarafından atandı. Gücünü parti teşkilatından almadı. Birkaç aday vardı da Davutoğlu en yüksek oyu almış değil yani. Tayyip Erdoğan başkasını seçseydi biz şimdi onu konuşuyor olacaktık. Dolayısıyla, Davutoğlu’nun kendi listesi için Tayyip Erdoğan ile tartışmasının imkanı yok, onun verdiği listeyi kongreye taşıdı.
AKP 1 KASIM’DA BAŞARILI OLAMAYACAK
Peki, AKP bu kadroyla 1 Kasım sürecinden nasıl çıkar?
AKP’nin 1 Kasım’da başarılı olmasını beklemiyorum. Bu kadro ile hiç beklemiyorum. Seçimden bir buçuk ay evvel kongre yaptılar, isteseler erteleyebilirlerdi. Bunun bir anlamı olur. Nedir bu? Bir heyecan, yenilenme... AKP 7 Haziran yaralarını sarmak için mesela genel başkan yardımcılarını değiştirebilirdi, başka bir partiden ya da siyaset dışı isimler katabilirdi partiye. Davutoğlu da konuşmasında da yeni bir şey demedi.
Fabrika ayarlarına geri dönüş tartışmaları yapıldı kongreden önce...
Fabrika ayarlarına geri dönüldü ama bu fabrika daha eski... Erbakan dönemine, Refah Partisi ayarlarına dönüldü. Yani bir kişinin her şeyi belirlediği, tek ses çıkartılan. Adalet ve Kalkınma Partisi, Erbakan’ın tek adamlığına itirazla çıkmış bir hareket... Refah Partisi ve ardından Fazilet Partisindeki yenilikçi hareketin en temel meselesi şuydu: Genç, orta yaşlı partililer, paylaşım istiyorlardı ama Erbakan onlara izin vermiyordu, yaşlı ekibiyle yürüyordu ve bu itirazın sonucunda AKP çıktı. AKP tek adam ve otoriter yönetime isyanın sonucudur. Dolayısıyla AKP’nin fabrika ayarı budur. Yani AKP, Erbakan’ın otoriter liderliğine döndü.
ANLAŞILAN İŞLER İYİ GİTMİYOR
Bülent Arınç’ın eleştirisi de bununla alakalı sanırım...
Sadece Arınç değil o dönem Refah Partisinden kopup, AKP’yi kuranların bir çoğu benzer şeyleri hissediyor, yaşıyorlar. Çok azı şu anda üst düzey. Mesela Mehmet Ali Şahin örneği var, Faruk Çelik örneği var... Bir çoğu da kendini dışlanmış hissediyor. Neden? Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan çok güçlü isimler istemiyor. Kendi iktidarını paylaşma potansiyeline sahip isimlere çok izin vermiyor. Yani son kongre ile anlaşılan, işler iyi gitmiyor. Bu kongrede toparlanamadı, bunun seçim sonuçlarına kesinlikle etkisi olacaktır. 1 Kasım’da yine kötü sonuç alırsa, AKP bu yapıyla çok ciddi darbeler yer. Bu parti yapısı, bu liderlik (Davutoğlu) ve bu parti yönetimi yeni bir seçim yenilgisini kaldıramaz.
Erdoğan’ın yeniden meydanlara ineceğine dair haberler yansıdı... Bu AKP’ye nasıl yansır sizce?
Erdoğan bir daha iner meydana ama bunun AKP oylarını artıracağını hiç sanmıyorum. Zaten toparlanma sorunu yaşayan AKP’yi iyice zor durumda bırakabilir.
KÜRT SORUNU KANDİL, İMRALI, HDP MUHATAP ALINARAK ÇÖZÜLEBİLİR
7 Haziran sonrası savaş konseptine geri döndük.. Cizre’de yaşananlar, Kürt işçilere yönelik linç girişimleri, HDP bürolarının yakılması... Neden böyle oldu? Diyalog sürecine dönüş olur mu sizce?Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek dışında bir çıkış yolu yok. Kürt sorununu çözmenin de onun aktörleriyle müzakere dışında bir seçeneği yok. Kürt sorununu çözmek zorundasınız. Çözerken de Öcalan’ı, PKK’yı ve HDP’yi muhakkak masaya oturtmak zorundasınız. Bu çözüm hiçbir şekilde silahlı olamaz. Yıllardır denendi olmuyor. Eninde sonunda ister AKP olur, ister başka iktidar gelir, koalisyon olur, bir şekilde Kürt sorununu Kandil’i ve İmralı’yı muhatap alarak, belki HDP üzerinden belki doğrudan onlarla görüşerek çözmek zorunda.
Bugün yaşananlara geldiğimiz zaman ‘Kim başlattı?’ sorusunu ben doğru bulmuyorum. Kim başlatırsa başlatsın, önemli olan kimin bitireceğidir ve burada kim gerçekten bir adım atarsa o insiyatif kazanır. Yani çözümden yana, ateşkesten yana, en azından çatışmasızlıktan yana... Bu konuda ısrarlı bir şekilde HDP’de Selahattin Demirtaş da Kandil’e çağrı yapıyor. Şu anda çatışmasızlığa tekrar dönülmesinin tek koşulu, Demirtaş’ın deyimiyle Kandil’in ‘ama’sız ‘fakat’sız Türkiye’de ateşkes ilan etmesidir. Bunun başka bir yolu olduğunu düşünmüyorum.
Çatışma süreci Erdoğan’ın iktidarı için başlatıldı diye tartışılıyor. AKP buradan kazanır mı peki? Milliyetçi oyları toplar mı?
Öyle bir hesap yapmış olabilirler ama o hesabın tutacağını sanmıyorum, Eğer yapmışlarsa da bu hesaptan dönmeleri gerekir. Çünkü şehit cenazelerinde yaşananlar çok net bir şekilde ortada. Çatışmanın tırmanmasının AKP’nin işine yarayacağını ben zannetmiyorum. Yarasa yarasa MHP’nin işine yarar. HDP’nin ise büyük bir ihtimal bölgedeki oyu artar. Öyle bir şey oluyor ki; hendekler kazıyorlar, devlet geliyor müdahale ediyor, sonra siviller ölüyor. Cizre’de yaşananlar malum... Bunun sonucunda insanlar HDP’den mi uzaklaşacak!
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ HERKESE LAZIM
Geçtiğimiz haftanın önemli gündemlerinden biri Nokta dergisinin baskına uğramasıydı. Hürriyet gazetesine yönelik saldırılar da hala gündemde. Medyaya dönük baskılar bugünün toplumsal atmosferi nasıl etkiliyor?
Basın ve ifade özgürlüğü anlamında çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Ergenekon sürecinde de böyleydi ama o zaman Cemaat-AKP işbirliği altında yapıyorlardı. Sonra kendi aralarında ayrıldılar. Şimdi Cemaatin medyasına yönelik de ciddi bir baskı var.
Türkiye’deki basın özgürlüğü -ben 30 yıldır bu işi yapıyorum- en kötü dönemini yaşıyor benim gördüğüm. Ben 85 yılında Nokta’da başladım gazeteciliğe. O yıllarda ANAP iktidardaydı ama ordu hâlâ çok güçlüydü. Kenan Evren cumhurbaşkanıydı vs. Çok riskli dosyalar yaptık, kapaklar bastık. ‘Acaba başımıza bir şey gelir mi?’ diye bekledik. Pek bir şey gelmedi. Küçük çaplı soruşturmalar olsa da basmalar, gözaltılar... böyle şeyler olmadı. 30 yıl sonra baktığımızda, daha çıkmamış dergiye el koyuluyor... Bunlar vahim şeyler... Çıkmamış kitap içip baskın yapıp kitaba el koyanların başına geliyor şimdi aynı şey. Cemaatin buradan ders çıkartması gerekir ki çıkartmıyorlar hâlâ, geçmişteki hesaplarını vermeden bugünü konuşmamızı istiyorlar. Basın özgürlüğü, özgürlükler konusunu herkes kendine göre yontuyor. Oysa herkes için özgürlük istenmesi lazım.
Hürriyet gazetesi saldırısının başrolünde AKP İstanbul Milletvekili Abdurrahim Boynukalın var. ‘AKP disiplin soruşturması açacak mı’ diye tartışırken kongre divanına seçildi. Medyaya bir mesaj mı verildi sizce?
Tabi sahip çıktılar Boynukalı’a. Normalde yeni gündeme gelmiş birinin divana getirilmesi, arkasında olduklarını gösteriyor.
Ama bunlar geçecek. ‘Türkiye’nin en kudretli savcısı’ şu anda nerede? Zekariya Öz.... Yeri bile belli değil. Ergenekon sürecinde hukuku katletti şimdi başına gelenlere bakın. Tabii sadece o değil başkaları da var. Hedef gösteren, meslektaşlarını ihbar eden, ayağına çembe takan, sözüm ona ‘gazeteci’ olanların hali ortada... Türkiye bu tür şeyleri atlatabilecek bir dinamiğe sahip.