Kara deliğe misketi yuvarlanan çocuklar
Nasıl tam olabilir insan… Cemile’nin çocukluğunun sıcak yanını dondurucuda bıraktığımız şimdi de… Üstelik bu ülkenin tozunu toprağını yükünü karasını omzunda taşıyacak bir yıldızı bile yokken, Cemile belki de sırf bu yüzden görünmüyorken, nasıl var olabilir insan(lık)…
Zuhal KAYA
Ölümün tanımı dillerin argümanlarında yazılı haliyle duruyordur muhakkak. Muhakkak etrafımızda kazada, hastalıktan, yaşlanmaktan ölen insanları olanlar vardır. Ben bir gün öleceğim mesela. Sen de öyle. “Hepimiz bir gün öleceğiz”…
Mahallede çok arkadaş olurdu birbirine çocuklar. Hatta hep arkadaş olmuştur birbirine çocuklar. Ödünç alınıp verilen nice oyuncak paylaşmışlığımız var. Küsmeyi de bilirdik elbette serçe parmak ve başparmağın halka yapıldığı o anlarda. Küserdik ertesi gün barışmak için. Küsüyor yine çocuklar şimdi de lakin barışmaları için bir “ertesi güne” müsaade edilmiyorken. Bugünler bizim için (yaşayanlar ve hissedenlerin) bellek diliminde çocukların olmayan “ertesi günlerine” barışmayarak yaşanmış bir sürü kırmızı kalem tonlarıyla yazılacak…
Kılıf…
Yazıldı, yazılacak elbet. Söylendi, çokça söylenecek, ağladık çokça ağlanacak az olmayan yoksullukta, yaşanmayan çocuklukta…
Çok severiz bir şeyleri bir şeylere giydirmeyi. Üryanlığından utanmak; başkaca toplumsal refleksler edinilmiş toplumlar için, sosyolojik şaşırtmacası yok bu utanma eyleminin. İşte burada başlanılmış olsa gerek ölene, ölmüş olduğunu unuttururcasına bağlanan tenekeler. Üzerindeki herhangi bir üniformadan anlaşılan unvan patlamaları. Daha az bir yeri mi vardı omzunda bir yıldız taşıyanla yıldızı fazla olanın ya da göğsünde galaksi taşıdığı halde üniforması olmayan gençlerin. Daha mı kısa sürecekti ölmüş olduğu veya daha az mı gerçekti. Ya da meşruluğunu bir yere koyamadığınız insanların ölmüş olmasından üstelik sadece çocuk olması bile yetiyorken üzülmeye elverişsiz mi gönüllerimiz…
Kılıf…
Mülkiyet nerede başladı diye düşünüyorken bu konuya girmeyeceğim elbette. Lakin uzun uzun yazılacak tarihsel süreci olan bu sınırlar var. Çizgi çizmeyi sevdiğimizden midir bilinmez orada yaşayan aynı ailedeki insanları farklı kimlikler adı altına koyacak çizgileri çizmişligimiz var. Bu tarafla o taraf diye ayrılan “…gilleri” ve diğerlerini koruması için silahlanmayı meşrulaştırmış “ordu” var mı var. Varlığı sınırlar içerisinde nefes alanları koruması için gerçekleşmiş bir argümanın içindeki farklı renkleri ısrarla kırmızıya boyamışlığı da var. İşte bu zamanlarda çok yağmurlar yağar… Islanmışlığı bilen nice köklü ağaçlarımız, kökleri sağlamlaştıkça dallarını kemiren “medeniyetimiz de”…
“Sahi niye gelmişti ki bunlar şehre… Şehri de bozmuşlardı üstelik”
Şimdiye gelecek olursak... Birbirine benzeyen günlere, birbirine benzeyen ölenlere, birbirine benzeyen öldürenlere… Üstelik farklı yerlerde de olsalar “et tırnak masalıyla” geçen birbirine benzeyen büyümüşlüklere… Hangi ara alışkanlık edinmiştik inanmayarak kurulan ezber cümleleri…
“Benim de… (ötekileştirilenler) arkadaşlarım var. Biz kaç senedir komşuyuz”
Bu yazının gidişatında bir sorun olduğunun farkındayım. Bu günlerin gidişatında da bir sorun olduğunun farkında olmam gibi… Bu yazıyı toparlamam için şu andaki parmaklarımın kıpırdanışı yetersiz. Toparlamam için beynimle, hislerimin, bildiklerimin, öğrendiklerimin ve tecrübelerimin topyekun konuşmasına izin vermem gerek. Anlaşıldığımı umarken bile karışık her yan…
Nasıl tam olabilir insan… Cemile’nin çocukluğunun sıcak yanını dondurucuda bıraktığımız şimdi de… Üstelik bu ülkenin tozunu toprağını yükünü karasını omzunda taşıyacak bir yıldızı bile yokken, Cemile belki de sırf bu yüzden görünmüyorken, nasıl var olabilir insan(lık)…
Velhasıl kelam yaşatamıyorken yaşamak Azrail olmak değil de nedir...
Ne yazıktır ki dahasını da sayacak tanıklığımdan utanıyorum. Kıyıya vuran Aylan’nın bedeninde, sadece tatminkâr çığlıklarla yetinildiği için suyun alıp gittiği yüzümden utanıyorum ve sadece utanmakla yetinmekten çok korkuyorum…
Bu yüzdendir ki Azrail olmaya değil, 400 kez Azrail’in canını almaya, et ilen tırnak ilen…
Şimdiki Zamanlardan ( 08.09.2015 00:31)