20 Eylül 2015 05:56
/
Güncelleme: 12:52

Sansüre karşı bir Prometheus olmak...

İnsanoğlunun düşüncesini özgürce ifade edebilmek uğruna verdiği savaşları unutmamak gerekir. Prometheus olmak hiç de kolay değildir.

Sansüre karşı bir Prometheus olmak...

Nilüfer ALTUNKAYA

“Ne büyük gelişme kaydetmişiz. Orta Çağda olsak beni yakarlardı. Şimdi kitaplarımı yakarak yetiniyorlar.” - Sigmund Freud (Nazilerin kitaplarını yakması üzerine söyledikleri)
Tarihin her döneminde ‘aykırı’ söylemde bulunmak ya da genel kabullere uzak durmak,  herkesin cesaret edemeyeceği bir itaatsizlik olarak algılanmıştır. Çünkü düşünceyi ifade özgürlüğünün niteliğini, her zaman ‘egemen olan’a karşı bir söylem, bir tavır geliştirip geliştirmemek belirlemiştir. Egemen güç, ister kral, padişah, imparator olsun, ister dinsel normların kurumlaşmış yaptırımları olsun, isterse ‘modern devlet’ olsun, fark etmez.

PROMETHEUS OLMAK HİÇ DE KOLAY DEĞİLDİR
İnsanoğlunun düşüncesini özgürce ifade edebilmek uğruna verdiği savaşları unutmamak gerekir.  Prometheus olmak hiç de kolay değildir.
Sokrates, eğilip bükülmeden ölüme giderken,  öğretisinin en iyi savunucusu olmamış mıdır?  
Thomas More, VIII. Henry’nin Katolik kilisesinden bağımsız bir İngiltere kilisesi kurma isteğini onaylamadığı için, itaatsizlikle suçlanarak idam edilmiştir. Galileo, yalnızca dünyanın döndüğünü söylediği için değil, Kopernikus astronomisini doğrulayarak Aristoteles’in skolâstik felsefeyi temellendiren dünya merkezli görüşlerini de yıkacağı için kilisenin hışmına uğramıştır.
Oysa, Kopernikus’un görüşü çok yalın bir ereğe yaslanır. Koca evreni dünyanın etrafında döndürmenin bilimsel dayanağını açıklayamıyorsak, dünyayı yani “küçük noktayı” “büyük kütlenin” çevresinde dolandırmak daha kolay değil midir? Kopernikus’un bu sorusu, antik çağın kültürüyle beslenen Rönesans düşüncesinin insanın özgürlüğünü temellendiren devrimci hızına katkıda bulunmuştur. Bu özgürlük rüzgârlarını bilimsel gelişmelerle temellendirerek, hümanist düşüncenin tohumlarını serpen ‘yetkin bilinç’lere egemen güçlerin yaklaşımı da gayet insaflı olmuştur:
 ‘Görüşlerini dillendirmekten vazgeçersen yaşamını bağışlarız. Düşünme ya da düşün ama söyleme!’  
Aydınlanma ile siyasal aristokrasinin ve insanı doğuştan günahkâr sayan kilise öğretilerinin yıkılması, hiç değilse sarsılması, yeni bir sınıf olarak ortaya çıkan burjuvazi sınıfının öncelikli savaşımı sayesinde olmuştur. Diğer yandan Aydınlanma düşünürleri yoğun bir şekilde sansürlenmeye çalışılmış, o dönemde kurulan ilk gizli siyasal polis örgütleri ile baskı altında tutulmak istenmiştir.
Voltaire bile ‘Devlet benim!’ diyen XIV. Louis’i öven bir eser yazmak zorunda kalmıştır.
Bütün bu kavgalar, Marks’ın ‘biçimsel özgürlükler’ olarak nitelendirdiği özgürlüklerin kazanılmasını sağlarken sanatçılara ‘iktidara karşın düşündüğünü açık yüreklilikle ifade edebilme’ şeklinde bir sorumluluk da yüklemiştir.

TARİH SANSÜR VE BASKIYLA DOLU
Tarih sanatçıya yapılan baskılar, yaptırımlar, sürgünler, sansürlerle doludur. İşte kitapları yasaklanan ya da yakılan dünya yazarlarından, şairlerinden bazıları; Honore de Balzac, Charles Baudelaire, Cervantes, Dante, Daniel Defoe, William Faulkner, Gustave Flaubert, Andre Gide, Goethe, Ernest Hamingway, Victor Hugo, James Joyce, La Fontaine, Jack London, Montaigne, Jean Paul Sartre, Shakespeare, Stendhal, Tolstoy, Emile Zola…  
‘Düşünce’, ‘özgürlük’ ve ‘ifade özgürlüğü’ kavramları, Batı’da böylesine güç tarihsel, siyasal ve sosyolojik süreçlerden geçerek farklı zeminlerde olgunlaşmış olsa da, ülkemizde hâlâ bu kavramların yanına bile yaklaşamıyoruz.
Yakın tarihimizde yasadışı bir ‘sol’ örgüte üye olmak, bir sınıfı bir sınıfa karşı kışkırtmak, anayasayı ihlâl etmek ve komünizm propagandası yapmak gibi suçlarla yargılanan, suçlanan, suçsuz bulunan, sürgün edilen, farklı gerekçelerle kitapları toplatılan yazar, gazeteci, aydın ve sanatçıların sayısı o kadar çok ki... Hasan İzzettin Dinamo, Orhan Kemal, A.Kadir, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Samim Kocagöz, Şükran Kurdakul, Mahmut Makal, Fethi Naci, Fakir Baykurt, Erdal Öz, Talip Apaydın, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Adalet Ağaoğlu, Metin Demirtaş, Gülten Akın,  Nihat Behram, Asım Bezirci, Vedat Günyol, Kemal Burkay, Fikret Otyam, Sevgi Soysal, Muzaffer İzgü, Yılmaz Güney, İbrahim Balaban, İlhan Selçuk, Turhan Selçuk, Uğur Mumcu, Cahit Irgat, Arif Damar, Enver Gökçe, Nezihe Meriç ve Sait Faik benim bir çırpıda sayabileceğim isimlerden sadece bazıları…
Bugün medyaya ve basın özgürlüğüne yönelik sansür ve baskıların orta yerinde sanatçının da ülkede yaşananlara karşı tavırsız kalamayacağı günlerden geçiyoruz.

İKTİDARIN ‘İNSAN YARATMA’ ÇABASI
Farklı ya da aykırı düşünceyi ifade etmek bir yana, neredeyse düşünmeyi bile yasaklayan iktidarın, kendi ideolojik ürünü olan bir insan yaratma çabaları öncelikle eğitim kurumlarını kendi istekleri doğrultusunda şekillendirmeleriyle hızlandı. Ardından yargı tüm saygınlığını yitirerek iktidarın boyundurluğu altında çalışan bir kuruma dönüştürüldü. Gün geçtikçe iktidarın kendi düşüncesinden olmayan gazeteci, aydın ve sanatçılara uyguladığı sansür ve baskılar, son derece kaygı verici hale geldi.
Kısaca söylemek gerekirse iktidar tüm hegomonik kurumlarıyla öğütüyor düşünmek özgürlüğümüzü.
Sansür karanlık bir sis gibi bilincimizi, düşlerimizi, geleceğimizi kuşatmış durumda.
Bütün bunlara rağmen sanatçı ve aydınların yapması gerekense, Prometheus olmaktan vazgeçmemek!

@nilaltunkaya

Evrensel'i Takip Et