Musa Anter
1992 yılında Nûdem adında bir edebiyat dergisini çıkardığımda, idolüm olan Musa Anter, dergimin ilk yazarlarından biri oldu. Ama dergi henüz bir yaşına varmadan, Musa Anter faili meçhulle kurban gitti, bugün gibi...
Firat CEWERÎ
Can Yücel: Musa Anter’lerin öldürülmediği, herkesin barış ve dostluk içinde yaşadığı bir ülke istiyoruz…
Yazar ve aydınların yetişmesi için zamana gereksinim var. Her yüzyılda bir birkaç isim çıkar ve kendi toplumların aynası olmaya gayret gösterirler. Toplumlar, o yazar ve aydınlar sayesinde özgüvenlerini elde ederler, umutla geleceğe bakarlar. Sayıları az olan bu aydın ve yazarların amaçları iktidara gelip ülkeyi yönetmek değil, ülkenin ve halkın geleceği için iktidarlardan mesafeli durup, yöneticilerin ülkeyi daha adil ve demokratik bir biçimde yönetmeleri için çaba sarf ederler. Bu tür yazar ve aydınlar, gelişmiş ve demokratik sistemlerde onurlandırılıp, ödüllendirilirler, ama demokrasilerden nasibini almamış sistemlerde ise alacakları ödüller zindan, işkence ve ölümdür. Çünkü onlar totaliter iktidarların önünde birer engel olarak görülürler ve dolayısıyla o engeller ortadan kaldırılmalı, seslerini çıkarmamalıdırlar. Ya da yalaka takımına katılıp sürüden biri olmaları istenmektedir. Zamanla o sürüye katılan aydınlar olsa da, kendi emeğiyle yetişen ve geleceği yöneticilerden daha berrak gören aydınlar, ne pahasına olursa olsun fikirlerini savunurlar, boyun eğmezler.
Geçen yüzyılda, Kürt toplumunda öyle birkaç isim çıkmıştır. Küçük yaşlarımda iki ismi duymuştum; Edip Karahan ve Musa Anter. Her ikisi de doğduğum topraklarda doğmuşlardı, bizdendi, ama birer efsaneydi. Karanlığa boğulmuş toplumumuzda birer kıvılcımdı. Bu iki ismi çok genç yaşlarımda duymuş olsam da, kitapların ve yasaklı dilimle edebiyatın sihirli dünyasına girdikten sonra bu iki aydınımızın ne tür güçlükler çekmiş olabileceklerini düşündüm ve onlarla bir an önce görüşüp tanışmak istedim. Onların huzurunda oturup, onların öğütlerini, tecrübelerini dinlemek, onların aştığı engebeli yollardan yürümekti amacım. O yaşa geldiğimde, Edip Karahan aramızdan ayrılmıştı, ama Musa Anter yaşıyordu.
Musa Anter, sürgün yaşamına son vermek için, nostaljiden gerçek yaşamıyla birleşmek için İstanbul’u terk edip, kendi toprağına dönmüş ve Akarsu beldesine yerleşmişti. O zamanlar Nusaybin’de yaşıyordum. Akarsu Nusaybin’in bir beldesi. Çok dinamik bir gençtim. Şehrin duvarlarına sloganlarımı haykırmış, çarşı ve sokaklarında bildirileri dağıtmış, kahvelerinde materyalist felsefeyi ve diyalektiği ateşli bir biçimde tartışmış, ama proletarya diktatörlüğü düşüncesinde soğumuş, kendimi tamamıyla edebiyata vermiştim. Ama hâlâ yirmi yaşını doldurmamış bir gençtim. Yanıma iki arkadaşımı da alarak, 1978 yılında Akarsu’ya, Musa Anter’in ziyaretine gittik. Musa Anter, yazdığı bir Kürtçe şiir için idamdan kıl payı kurtulmuş, tıpkı Ahmet Kaya gibi, kendi meslektaşları tarafından da tehdit edilmiş, hapis yatmış, işkence görmüş, mahkemelerde unutulmayacak konuşmalar yapmış, büyük adamlarla oturup kalkmış ve şimdi köye yerleşmiş bir bilgeydi.
Musa Anter bize kapıyı açıp, içeri buyur ettiğinde, yüzünde zerre kadar kötülük yoktu. Bu yaşlı adam, yaşıtımızmış gibi bizimle sohbete daldı, bize sorular sorup, bizi anlamaya çalıştı. Giyimi, kuşamı, hareketleri, bölge yaşlılarınki gibi değil de, daha çok bizimkine benziyordu. Bu köyden çıkmıştı, yaşamın çok yönlü labirentlerinde yolculuk etmişti, çok sayıda kitap okumuştu, okuduğu kitaplar başına bela olmuştu, zindanlarda yatmıştı, Kürt ileri gelenleriyle oturup kalkmıştı, şehir yaşamına alışmıştı ve bütün o tecrübeleriyle köye dönmüştü. Son yıllarını, çocukluk ve gençlik anılarının geçtiği topraklarda geçirmek istiyordu. Bizim gibi okumuş gençleri misafir etmekten çok hoşnut olan Musa Anter, bir yandan bize yemek pişiriyor, bir yandan da ideolojiden, teolojiden, felsefeden ve edebiyattan konuşuyordu. Sanki Sokrates mezarından kalkmıştı da Musa Anter’in ruhuna girmiş ve karşımızda felsefe yapıyordu.
O esnada Kürtçe yazdığımı duyunca çok sevinmişti, ama aynı anda bana acımıştı da. Kürtçe sevdasına yakalanmış olan bir gencin başına nelerin gelebileceğini kendi tecrübelerinden biliyordu. Tecrübesiz bir genç olan ben bile Kürtçe yazdığım için başıma nelerin gelebileceğini tahmin ediyordum. Onun için, o genç yaşımla ülkeyi terk etme yollarını arıyordum. Daha rahat bir ortamda Kürtçe yazabilmek için ülkeyi terk etmek istediğimi duyunca, içinden üzüldüyse de, yüzünde bir sevinç belirmişti. Nereye gitmek istediğimi merak etmişti. İsveç’e gitmemi önerdi. İsveç’e gidersem, orada kolaylıkla Kürtçe yazabileceğimi, kendimi geliştirebileceğimi ve ilerdeki yıllarda bir edebiyatçı olarak ülkeye geri döneceğimi söyledi. İsveç’e hiç gitmemiş, ama bütün hayatını İsveç’te geçirmiş biri gibi, İsveç’in demokrasisinden, insan haklarına saygısından bahsetti. Sanıyorum ilk kez İsveç’i ondan duymuştum ve 1980 yılında İskandinavya’nın bu soğuk ülkesine gittim, hâlâ orada yaşıyorum.
On yıl sonra, yani 1990 yılında, ilk kez ülkeye döndüğümde, Musa Anter hâlâ köyde yaşıyordu. Bir an önce onun ziyaretine gitmek, bak, dediğini yaptım, İsveç’e gittim ve Kürtçe bunca kitabı yazdım müjdesini ulaştırmak istiyordum. 1990’lı yıllar, faili meçhul cinayetlerin başlandığı yıllardı. Ondan dolayı, her ne kadar Nusaybin’den Musa Anter’i ziyaret etmek için Akarsu beldesine gitmek istediysem de, bizimkiler, güvenliğim açısından izin vermediler ve Akarsu’ya bir araba gönderip, Musa Anter’i Nusaybin’e, babamların evine getirdiler.
Musa Anter, o gün evimize bir neşe katmıştı. Şair arkadaşım Arjen Arî’de vardı. Saatlerce siyasi ve edebi sohbetin ardından, onunla siyasete ve edebiyata dair uzunca bir söyleşi yaptım. Söyleşi, “75 yaşında bir gençle söyleşi “ adı altında o dönemde İsveç’te yayın yapan Kurdistan Press adlı gazetede yayımlanmıştı. 1992 yılında Nûdem adında bir edebiyat dergisini çıkardığımda, idolüm olan Musa Anter, dergimin ilk yazarlarından biri oldu. Ama dergi henüz bir yaşına varmadan, Musa Anter faili meçhulle kurban gitti, bugün gibi...