Genzimizi yakan tuzlu bir esinti: İstanbul Bienali
Bienalin en büyük başarısı, bize emek harcatması, terletmesi ve geçmişimizle ilgili sorular sordurması gibi görünüyor . Tabii onca iş; konuşulacak ne çok şey var, olasılıkla sayfalar yetmez. Tuzlu su bazen bize derin, serin nefesler aldırırken; kimi zaman da genzimizi yakıyor. Tıpkı hayat gibi, hayat tuzlu suda doğar, tuzlu su ile aşınır...

Saime YADİGAR
İstanbul
Bir bienal hakkında yazmak zordur. Çünkü o, uluslararası ciddi bir organizasyondur. Aynı zamanda bienallere karşı olumsuz ön yargı yoğundur. Bir tarafta koşulsuz kabul, diğer tarafta koşulsuz ret. Biz sanat izleyicisiyiz, kendimiz için nesnel sorular sormalıyız. “14. İstanbul Bienali ne yapmaya soyunmuş ve bunu başarabilmiş mi? Ya da her ne yapmaya soyunduysa neleri kotarabilmiş?” Bu coğrafyanın sanatseverinde tam da şu an bir şey eksikti, bu bienal onu tamamladı. Hani bir yemek yaparsınız ve onda bir eksik vardır, bir türlü bulamazsınız ya. Olmasa da olur gibi duran bir baharattır o, ama yemeğe kimliğini katan tattır aynı zamanda. İşte, bu bienal o eksiğimize denk düştü bizim.
“İstanbul’da bienal yapmak.” Kulağa hayli iddialı geliyor. Söz konusu 8 bin yıllık tarihi olan, kıtalar arası geçişin can damarı, çok kültürlü bir metropol. Özel bir durum bu. Ve bu işi İKSV 1987’den beri yapmaya çalışıyor.
BU BİENAL TAM BİR İSTANBULLU
Carolyn Christov-Bakargiev, “Tuzlu su” başlığı altında gerçekten “Ben İstanbul’um” diyen bir bienal çıkarıyor ortaya. Evet, bu! Bu yıl İstanbul yalnızca bienale ev sahipliği yapmıyor, bienal de İstanbul’u kucaklıyor. Uluslararası sanatçıları da konuk ettiği halde yine de bu bienal, tam bir İstanbullu.
Siz bir sanatseversiniz ve elinizde kitapçık, harita, bienal gezmeye soyunuyorsunuz. Hayır yalnızca bienal gezmiyorsunuz;İstanbul’u, geçmişini, acılarını, güzelliklerini, var ettiklerini ve yitirdiklerini de geziyorsunuz. Elinizde her nasılsa ele geçirdiğiniz bir hazine haritası var, bilmeceleri tek tek çözerek ilerliyorsunuz. Her keşif bir haz kaynağı ama aynı zamanda bir burukluk ve acı. Niye mi? Artık eğitim yapmayan bir okulda, çocukların koşmuş olduğunu bilmek; adadaki yıkık bir köşkte dijital çağ insanının yalnızlığını izlerken, orayı bırakıp gitmek zorunda kalmış insanların acıları ve özlemleriyle yüzleşmek, bu maceraya burukluk katmaz mı? Çukurcuma’da eski ve terkedilmiş bir eve girip ıssızlıkla karşılaşırken, başınızı kaldırıp da tavana baktığınızda, hazineniz için bir sürü ipucu verebilecek sembollerle karşılaşıyorsunuz. Aradığımız hazine nasıl bir şey, bu harita bizi nereye götürüyor?
Sorular sorular. Kurulduğu an belki de henüz tamamlanmamıştı bienal. Biz bu yolları aştığımızda, her mekana tek tek ulaştığımızda, o heyecanı ve hüznü duyduğumuzda, bu soruları kendimize sorduğumuzda tamamlanıyor.
BİENALİN EN BÜYÜK BAŞARISI BİZE EMEK HARCATMASI
Bienalin tutturduğu, tek tek keşfetme rutini; İstanbul Modern, İtalyan Lisesi ve Rum İlköğretim Okulunda, birden fazla iş olması ile hafiften aksamıyor değil. Daha önce hiç sergi olmamış bir otel odasında bir çalışma görmek, normalde girmeniz mümkün olmayan mekanlara girmek, tanıyoruz dediğimiz İstanbul’u bir daha tanımak demek. O halde niye İstanbul Modern, Tütün Deposu ya da Pera Müzesi? İnsanın aklına şu geliyor: Bütün mekanlar yeni ve farklı olsaydı. İnanın Troçki’nin bir zamanlar sürgünde yaşadığı ve artık yıkıntıları duran bir evle tanışmak, Troçki’nin anılarına ister istemez dokunmak; aynı evin karmakarışık bahçesinden Büyükada’nın eski sessiz iskelesine çıkmak ve orada belki de silinmiş gibi görünen anıların görkemiyle karşılaşmak, çok daha doyurucu bir yolculuk.
Kıssadan hisse, bienalin en büyük başarısı, bize emek harcatması, terletmesi ve geçmişimizle ilgili sorular sordurması gibi görünüyor . Tabii onca iş; konuşulacak ne çok şey var, olasılıkla sayfalar yetmez. Tuzlu su bazen bize derin, serin nefesler aldırırken; kimi zaman da genzimizi yakıyor. Tıpkı hayat gibi, hayat tuzlu suda doğar, tuzlu su ile aşınır...
Evrensel'i Takip Et