27 Eylül 2015 05:35

Hacer YÜCEL

Evet, nihayet geldi o önemli gün. Heyecan, gerilim ve ekşın sevenler ile sevmeyenler aynı gemide, ne güzel. En sevdiğimiz tablo... Öte yandan günlerin dilleri var mıdır? Varsa 27 Eylül ne düşünüyordur acaba? Kahkahası neye benziyordur? Hayır kesin bize gülüyordur da ondan söyledik. Aslında, hafif arkaya doğru giden bir boyun, onu takip eden yüz, sonuna kadar açılan bir ağız, beyaz dişler, pembemsi dil ve ince-sert bir tonda başlayıp devam eden “hihahahaha” kahkahası tam da 2015, 27 Eylül’üne uygun olabilir. Erol Taş’tan biliriz biz bu “kötülük” kahkahasını. Evet kesinlikle böyle gülüyordur, başkası mümkün değil.
28 Eylül 2015’in kahkahasını net görememekle birlikte, “sinsi” bir tarafı var gibi. Bunu, ince üst ve kalın alt dudağının arasına gizlediği ‘küçümsemesini’ sağ yanağına doğru hafif toplayarak ilerleyen ağız hareketinden seçiyoruz. Çok fena.

Nasıl, heyecan, gerilim ve kaygı arttı değil mi?

Bütün bunların bir şaka olduğunu söylemeyi isterdik; ama kitabımızda ‘yalan’ yok.  Zaten ucundan kıyısından yetiştik meseleye; daha da anlayamadıysanız bağıra bağıra söylüyoruz, 27 Eylül bayram tatilinin son günüdür hanımlar ve beyler!

28 Eylül ise pazartesi sendromunu bağrında taşıyan ilk iş günü olduğu gibi, bu yıl bir türlü açılamayan okulların da çocuk sesleriyle şenleneceği gündür.

Şimdi anlayabildiniz mi? Hadi işe koyulun... Yol ve bayram yorgunluğunuzu, miskinliğinizi toplayıp bir kenara kaldırın, evi, çocuğu ve elbette kendi psikolojinizi 28 Eylül’ün yol çilesine, okul koşturmacasına, sendromlu pazartesi çalışmasına uygun hale getirin.

Yani kısacası kuşanın zırhınızı, silahınızı ve elbette unutmayın burası Türkiye, seçim hükümetimiz ile reis-i cumhurumuz da geri dönüyor, üzerlerindeki bayram zarafetini atarak. Tabii ki bayram zarafetlerini gördük varın gerisini siz düşünün, biz uyardık.

Öte yandan biz böylesini seviyoruz, sevmediğini iddia edenler bile aynı duygular içinde, sadece yüksek sesle söylemiyorlar. Aman siz de çaktırmayın, yüzlerine yüzlerine vurmayın, ayıp! Annelerimizin küçükken bize ilk öğrettiği şeydir “ayıp” değil mi ama... Lütfen bu öğretiye sadık kalalım, kalmıyorsanız da çaktırmayın bari. “Ailesi hiç terbiye vermemiş?” derler, ki biz millet olarak herkesi yargılamayı, mahkum etmeyi pek bir severiz. Bununla birlikte “yargıyla çatışma” ve “yargıyı yıkma” mücadele gerektirir, hani sizde yoksa, söylediklerimiz kulağınıza küpe olsun. Öte yandan bizce küpe kadında da erkekte de çok şık durur. Tek sorun doğru küpeyi seçmekte.

MEVZU NE?

Ve bunların ışığında açık yüreklilikle söyleyebiliriz ki mevzu bunların hiçbiri değil, öte yandan hepsi...
Aslında her şey bir davet ile başladı. Yani önce davet geldi, arkasından kavga çıkabileceği haberi üzerine icabet etmemiz farz oldu. Öyle ya kambersiz ne düğün ne de kavga olur! Ama en iyisi “ikisinin bir arada” olması...

Aslında kavga olacağını düğün sahipleri söylemedi, Gülşah söyledi. Gülşah kim mi? Balık etli, beyaz yüzlü, güzel gülüşlü bir kadın. Ve asla yalan söylemez, dediği kesinkes olur. Bir çeşit Fuat Avni; ama bizce ondan daha iyi. Sosyal medyada kendine bir hesap açsa kesin fenomen olurdu da mevzu o değil.
Mevzu, çoğalmayı içinde barındıran, devlet onaylı sevişme günlerinin başlayacağını ele güne duyuran “düğün halleri”.

Aslında tam olarak o da değil; ama size öyle söylüyoruz.

Öte yandan derler ki, düğün evi naz evidir. Bizce erkek evi ise “caz” evidir. Gelin-kaynana gerilimi aslında “isteme” anından itibaren başlar, alttan alta ise kız annesi erkek annesi nefreti örülür ki dillere destandır. Ama değme politikacılar gibidirler, vitrinde mutlu mesutturlar, perde arkasında kaş göz yarılır. Hazırlanan listeler savaşır ve çoğunlukla biri galip gelir. Aslında biz bu dünürler savaşını, son dönemin “Erdoğan-Davutoğlu” gerilimine benzetebiliriz. Düğünü de bir çeşit kongreye...

Neyse bizim icabet ettiğimiz düğünde kavgayı pek kimse görmedi; ama biz yakinen tanık olduk. Ve bizce böyle başlayan evlilikler çok daha uzun ömürlü olur. Kavgalar hep derinden ve sessiz ilerler, olan çocuklara olur; ama onlar da en nihayetinde politika yapmasını öğrenir.  

KOCAM KOKUYOR!

Perde arkasında çoğunlukla bunların yaşandığı evliliklerimizi sosyal medyada duyurmayı pek bir seviyoruz. Aylarca isteme fotoğrafları, peşi sıra kına, düğün, balayı... Öncelikle bunları yapanlara “zalımsınız” demek istiyoruz, çünkü olan var olmayan var. Öte yandan nazara gelirsiniz, bizden söylemesi.

Misal aylarca mutluluk pozları veren bu kızımız gibi: “Kocam kokuyor. Banyo yapmak istemiyor, 15 günde bir; ancak o da zorla. Banyoya gir deyince ağlıyor. Delirmek üzereyim. Ayak kokusundan evde duramıyorum. Gaz da çıkarıyor. Hem de sesli sesli. Kızınca da gülüyor. İnanın aklımı oynatcam. Yatakları ayırdım; ama nafile. Koku her yerde. Ne yapacağım? Lütfen akıl verin? Bu arada kocası kokan var mı başka? Nasıl çözdünüz?”

Evet durum bu. Ve biz bu kızcağıza diyoruz ki, efendim ülke kokuyor dert etmeyin bu kadar. Ayrıca balık baştan kokar!!!

SON SÖZ: BU DERİN BİR TUTKU!

“Biz Müzeyyen ile telsiz duvaksız evlenmiştik. Kendi kendimize evlenmiştik. Nikahı Müzeyyen kıymıştı. Galata Kulesi’nin tepesindeydik. Güneş, Haliç’in kuyruk sokumunda, inceden yangın rengindeydi. Müzeyyen önümdeydi, hafiften sarılmıştım. (...) ‘Tamam’ demişti, ‘Güneş bu işe izin verdi, pederim olarak.’”
Bu, usta yazar İlhami Algör kitaplarından bir alıntıdır. Böylesi bir izdivaç ne güzeldir değil mi? Yatak odasını kız tarafı, oturma grubunu erkek tarafı alacak tartışması yok, takı kavgası yok, naz yok, caz yok...
Ama uzun ömürlü değil, çünkü millet olarak ve elbette hayatın her alanında başka türlü evliliklere alışığız. Çünkü biz heyecan, gerilim, ekşın seviyoruz; sevmediğini iddia eden bile...

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et