27 Eylül 2015 05:45
/
Güncelleme: 08:31

Eylem SARIOĞLU

Kızımı tekrar tekrar öptüm. Bu ayrılıklara alışkın olmamıza rağmen, yolculuğumun Cizre’ye olmasından mıdır nedir, sıkı sıkı sarıldım. Perona yaklaşan otobüse, başka bir coğrafyaya adım attığımı hissederek biniyorum. Daha önce Kayseri’den en fazla Antep’e kadar gitmiştim. Şimdi ise günlerce abluka altında kalmış aç, susuz, silah sesleri ile 9 gün geçirilen, bebeğin de, 75 yaşındaki dedenin de öldürüldüğü Cizre’ye doğru yola çıkıyorum. Yol uzun, çabuk geçmiyor. Yan koltuktaki yolcu ile laflıyoruz. Onlar Kırşehir’den binmişler otobüse. Mardin’de inip sabah Cizre’ye geçeceğimi söyleyince hemen “Oralı olup olmadığımı” soruyor. Çünkü ailesi orada olmayan biri bu kadar karışık bir ortamda niye gider ki Cizre’ye? Gezmek için yanlış bir zaman seçtiğimi söyleyerek beni uyarıyor. Cizre’ye “Barış için Kadın Girişimi” olarak, oradaki kadınlarla buluşup acılarını bir nebze de olsa azaltmak için gittiğimizi anlatıyorum. “Allah razı olsun sizden, orada bir katliam yaşandı ve kimse orada yaşananları bilmiyor, orada yaşananları herkesin öğrenmesi lazım” diyerek, gerçeğin yandaş medya tarafından saklandığını anlatıyor. Sonra Kırşehir’de kitapevinin nasıl yakıldığını ayrıntısı ile dinliyorum. Irkçılığın yükseltildiği bu dönemlerde Kırşehir’de Kürt olmanın ne kadar zor olduğunu yol arkadaşımın yüzünden bir kez daha anlıyorum. Urfa’da yanıma genç bir kadın biniyor. Bu kez ben soruyorum bir ev sahibi edası ile “yolculuk nereye?“ “Cizre” cevabını duyunca , “Oralı mısınız” diyorum. Cizreli olduğunu, bayram tatili için gittiğini öğrenince başlıyorum sormaya. Ailesine ulaşmadığı günleri dinliyorum. “Kafayı yemek üzereydim. Şehre giriş yasak olduğu için onların yanına da gidemiyordum. Birkaç kez haberleşebildik, her geçen saat ben Urfa’da öldüm” sözleri Cizre bombalanırken, bu 9 günün nasıl zor geçtiğini özetliyordu.  

Sabah diğer illerden gelen kadınlarla Mardin’de buluşuyoruz. Herkes beyaz giymiş, barış talebini kuşanmıştı. Cizre’ye doğru yola çıkıyoruz. Suriye sınırından ötesi yanı başımızda. Cizre 54 kilometre tabelasını görünce “Ne demeli oradakilere, nasıl davranmalı? Acaba bir şey demeden sadece sarılmalı mı? Bu sorular dönüp duruyor kafamda. Vardığımızda bizi kadınlar ve çocuklar karşılıyor. Zafer işaretleri ve “Bijî aşitî” sloganlarıyla. Taziye evine doğru yürümeye başlıyoruz. Zılgıtları çoğaltıyoruz, dayanışmayı örüyoruz, “Biz kadınlar buradayız, sesinize ses katmaya geldik” diyoruz.

Bizi yakınlarını kaybedenler karşılıyor, ellerinde toprağa düşenlerin fotoğrafları. Emine Anneye sarılıyorum, öyle bir sarılıyorum ki acısı bana geçsin, hafiflesin diye sıkı sıkı sarılıyorum. Ona sarılmak isteyen tüm kadınlar için sarılıyorum. Kürtçe konuşuyor, anlamasam da hissediyorum. Cemile dediğini anlıyorum, bir kez daha sarılıyorum. Çocuğunun cansız bedenini koynuna alıp yatan, ellerine kına yakıp, derin dondurucuya koymak zorunda kalan bir kadına ne denebilir ki? Tüm kadınlarla kucaklaşıyoruz, yanlarına oturup başlıyoruz onları dinlemeye.

“Oğlum çok güzeldi, bir sürü fotoğrafı vardı, evimiz yıkıldığı ve patlamamış bombalar olabileceği için girip eşyaları alamadık. Bu da oğlumun komşudaki fotoğrafı, oğlumun bir sürü güzel fotoğrafı vardı”, sözlerini dinlerken oğlundan geriye kalan resimlerini bile öpüp koklamaktan mahrum bırakılan Cizreli kadınların gözlerindeki acıyı ve öfkeyi görüyoruz.

Sohbet ediyoruz; Cizreli kadınlardan yaşadıkları kabusu dinliyoruz, önce elektriklerin ve suların kesildiğini, su depolarının patlatıldığını. “Çocuklar açlıktan ve susuzluktan ağlıyorlardı elimizden bir şey gelmiyordu, sokağa çıkma yasağı kalktığında, çocuklarımız sokakta biriken suları içtiler” sözlerini duyunca öfkem artıyor. Yerdeki suyu içen çocuğun fotoğrafına yapılan “Abartılıyor, çocuk olduğu için yerden su içiyor” şeklinde yorum yapanların yüzlerine çarpmasını istiyorum.

9 gün boyunca silah ve patlama sesleri ile günlerini geçiren kadınların artık ufak bir gürültüye dahi tahammülleri kalmamış. “Tepsi yere düştü, kalbim duracak sandım, çocuklar ufak bir seste ağlamaya başlıyorlar ” sözleri kadınların ve çocukların yaşadığı travmayı anlatmaya yetiyor.

KAYSERİ’NİN SOKAKLARINDA OLMAYAN GÖRÜNTÜLER

Sokakların tehlikeli olabileceği gerekçesi ile hava kararmadan evlere dağılıyoruz. Geçtiğimiz sokaklardaki yıkılan duvarlar, mermi izleri, yakılan arabalar, keskin nişancılardan korunmak için sokak aralarına gerilen çarşaflar, şans eseri hayatta kalmayı başaran insanlar. Kayseri’nin sokaklarında olmayan görüntüler.
Ertesi gün saldırıların yoğun olarak yaşandığı Yasef ve Nur Mahallelerinde kadınları ziyaret ediyoruz.  Yaşadıklarına tanık olduğumuzu, kayıplarının kaybımız, acılarının acımız olduğunu söylemek amacıyla olabildiğince çok kapı çalmak için sokaklara dağılıyoruz. “9 gün boyunca farelerle birlikte evin bodrumunda yaşamak zorunda kaldık, duvarın öbür tarafına düşen mermilerin seslerini duydukça, umutlarımızı yitirmeye başlamıştık” sözleri ölüme bu kadar yaklaşmanın isyanı oluyor bir yandan. “Bir de ölülerimizi gömememek yıktı bizi” sözleri, bu sözler de bizi yıkıyor. Derken kulağıma bir ses geliyor. Duyduğum sesin bir kız çocuğunun sesi olduğundan emin olmasam; yıllardır politika yapan, yaşadıklarını nedenleri ile kavramış, sonuçlar çıkarmış bir kadını dinlediğimi düşünürdüm. Cizre, 7-8 yaşlarındaki çocukları bile büyütmüş ve ne istediklerini ve iradelerini çok net bir biçimde ifade etmeyi öğretmişti.

Cizre’de olduğum iki gün boyunca hissettiğim şey, “İyi ki orada olduğumdu.” Cizreli kadınlar seslerinin Türkiye’nin batısına ulaştırılmasını istiyorlardı. Bayramdan sonra saldırıların yeniden başlayacağına dair şüpheleri ise çok kuvvetli. Tüm acılara rağmen Cizreli kadınlar yine de “barış” diyordu. “Artık barış olsun. Ne asker, ne polis, ne gerilla ne de sivil Kürtler ölmesin” istiyorlardı. Oğlunu kaybetmiş bir anne, “Benim ölümüm barış getirecekse, ben hemen şurada ölmeye razıyım” diyerek Kürt kadınlarının barış için kendilerinden, yaşamdan bile çoktan vazgeçtiklerini gösteriyordu. Cizreli kadınlar BARIŞ için ellerini havaya kaldırıp bize sarıldılar, bize düşen o elleri tutmak ve sıkı sıkı birbirimize bağlanmaktır. Barış böyle gelecek bu ülkeye.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Milyonlar ‘fitre’lik, iftar sofraları boş

Erdoğan-Şimşek programıyla ücretleri açlık sınırının altına inen asgari ücretli işçiler ve emekliler, ramazan ayının ilk iftarını boş sofralarda karşılıyor: “Kırmızı eti zaten görmüyorduk, bu sene orucu açacak zeytin bile alamıyoruz…” Diyanet İşleri Başkanlığı da ‘Asgari ücretliler ve emeklilere fitre verilebilir’ fetvası yayımlamıştı.

İftar sofrasına 1 yılda gelen zam: Yüzde 45

Dört sene içinde güllaça gelen zam: Yüzde 1100

Pideye 2 yılda gelen zam: Yüzde 150

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
2 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et