27 Eylül 2015 05:48
/
Güncelleme: 05:04

Sadık GÜLEÇ

Cizre’ye ilk gidişim ‘93 Newrozu’ydu. Bir yıl önce çalıştığım haber dergisi Gerçek’in Diyarbakır temsilcisi Namık Tarancı öldürülmüş. Yine bir önceki Newroz’da Sabah gazetesi muhabiri İzzet Kezer Cizre’de Newroz sırasında bir panzerden açılan ateş sonucu hayatını kaybetmişti. Sahi bir ara onun adına her yıl ödül veriliyordu. Ne oldu hatırlayan var mı? Her neyse.. Newroz’u izlemek için Diyarbakır’a geldiğimde kentteki askeri yığınağı görünce hiçbir şey çekemeyeceğimi anladım. Diyarbakır bürodaki arkadaşlar tek kitlesel gösterinin Cizre’de olabileceğini söyledi. Sanırım yine daha sonra bir çatışmada öldürülen Cengiz’le konuştum. Otogardan kalkan Cizre otobüsüne binerek yola çıktım. Arkadaşlar kesinlikle Cizre’ye giremeyeceğimi, basını sokmadıklarını söyledi: “En fazla Cizre girişindeki arama noktasına kadar gidebilirsin. Orada indirdiklerinde karşıya geç Mardin otobüsüne binip geri dön.”

İlk arama Diyarbakır’ın çıkışındaydı. Askeri kontrol noktasında önce otobüsteki bütün yolcuları indirip ağır makinalının karşısında sıraya dizdiler. İnfaz edilmek için bekleyen mahkumlar gibiydik. Bir asker arkadan üstümüzü ararken bir diğeri kimliklere bakıyordu. Ben fotoğraf çantasını koltuğun altına iterek sıraya girdim. Arkadan arayan asker sıra bana geldiğinde üzerimdeki yeleğin cebindeki objektiflere, filmlere elini değdirdiğinde önce bir panikledi. “Bunlar ne “ diye sordu. “Gazeteciyim, filmler” dediğimde “ha tamam” diyerek aramaya devam etti. Kimliklere bakan askerin işi biraz daha uzun sürdüğünden sıra bana geldiğinde arama bitmişti. Askere basın kartı yerine nüfus cüzdanını gösterdim. Bir şey demedi.

CİZRE BİLETİ: BURSA KİMLİĞİ

Böyle sayısız aramadan geçerek Mardin’e kadar geldim. Mardin girişinde araçtan indirmeden kimlik kontrolü yaptılar. Kimliklere bakan komiserin yüz ifadesini hiç unutamıyorum. Bir kimliğe bakıyor bir bana bakıyor bir şey sormak istiyor ama soramıyordu. Sanırım bir Bursalının burada ne aradığını merak ediyordu. En son Cizre girişinde bir özel harekâtçı araçta kimlik kontrolü yapıp bizle birlikte Cizre otogarına kadar eşlik etti. Sonradan Cizre’ye girmeyi başarmamı o Bursa kimliğine borçlu olduğumu anladım. Bölgede batıdan gelen çok sayıda polis, istihbaratçı, öğretmen vs. vardı. Otobüste bana niye burada olduğumu sorsalar bu cevaplardan birini almaları durumunda beni deşifre etmiş olacaklardı. Bir Bursalının Cizre’de ne işi olabilirdi ki!

MEYDANI EN İYİ GÖREN ODA!

Newroz’a daha bir iki gün vardı. İlçenin kavşağında yer alan Kadıoğlu otelinden içeri giriş yaptım. Resepsiyondaki arkadaş otelin boş olduğunu istediğim yerden oda seçebileceğimi söyledi. Meydanda tanklar, panzerler bütün köşeleri tutmuştu ve otel tam bu meydana bakıyordu. Doğal olarak meydanı gören en iyi odayı istedim. Camdan hemen uzanıp fotoğraf çekmek iyi olurdu. Resepsiyon görevlisi hafif gülerek “Abi sen önce bir odayı gör sonra karar ver” dedi. Meydanı gören odayı görünce gülümsemenin nedenini anladım. “Mümkünse penceresi olmayan bir oda ver” dedim. Odanın bütün duvarları delik deşikti.

TANKLAR VE GERİLLALAR

Newroz kutlamaları bir iki gün önceden başlamıştı. Şehrin dört bir yanında yanan lastiklerin dumanı yükselmiş askerler sadece panzer ya da tank devriyesi atabiliyordu. Otelin hemen köşesindeki sokaktan içeri bakınca PKK’lıların nöbet tuttuğunu görebiliyordunuz.

Daha sonra otele birkaç milletvekili ile gazeteci de geldi. Newroz’dan iki gün önce lobide DEP Milletvekili Orhan Doğan’la sohbet ediyorduk. Dışarıdan bir iki el silah sesi geldi. Dışarı çıkıp baktım. Ortalık sakindi. Tekrar içeri girdim. Aradan on dakika geçmeden dört bir yandan silah sesleri gelmeye başladı. İlçenin arkasındaki tepelerdeki tanklardan ve mevzilerden şehre doğru yoğun bir ateş başladı. İzli mermilerin gökyüzünde dört bir yana doğru gidişini izliyorduk. Otelin lobisinde bir duvarın arkasına saklanmıştık. Binanın önündeki araçlara kurşunlar isabet etmeye başladı, birinin benzin deposundan dökülen kokuyu alıyorduk. Sanırım bir saat kadar bu ateş sesi devam etti. Bu kadar yoğun bir ateş sonrasında şehirden birçok kayıp olacağını düşündüm. Ama ertesi gün şehri dolaştığımda izli mermilerin isabet ettiği iki binada çıkan yangın ve bir iki ufak yaralının dışında hiçbir şey yoktu. Cizreliler bu savaş ortamına uyum sağlayarak geceyi sığınaklarda geçirdi.

GERİLLADAN KİMLİK KONTROLÜ: NİYE SENDE VALİLİK KARTI YOK!

Newroz günü ortalıkta derin bir sessizlik vardı. Ana caddede dolaşırken yanıma gelen on yaşlarında iki çocuk “Abi şu ara sokaktan seni çağırıyorlar” dedi. Girdiğimiz sokakta bizi karşılayan PKK militanları çocuklara “Biz yabancı gazeteci istemiştik” diye küçük bir fırça attı. Kimlik kontrolü yapan PKK’lılar benden önce orada bulunan bir başka gazetecide bulunan Diyarbakır valiliğinin verdiği tanıtım kartını göstererek “Niye sende bundan yok” dedi. İllegal olanın devletin valiliğinin verdiği tanıtım kartını meşru görmesi biraz komik bir durum olmuştu. “Ne yani devletin verdiği kartı mı tanıyorsunuz” dedim.

GÖRKEMLİ NEWROZ ALANI

Neyse ki içlerinden biri Gerçek’i tanıyordu. Müdahale etti. Buradan beni geniş bir alana götürdüler. Müthiş bir görüntüydü. Alanda binlerce çocuk, yaşlı Cizre halkı kutlama yapıyordu. Hemen fotoğraf çekmeye başladım. Tek katlı bir binanın üstüne çıktım. Cizreliler küçük çocukları havaya kaldırıyor bana poz veriyordu. Fakat bu uzun sürmedi. Alana tek araç girişinin olduğu üst yoldan panzer sesleri duyuldu. Kalabalığın bir kısmı hemen dağıldı. Alanın ortasında sadece yüz kişilik bir topluluk kaldı. Alana giren panzerlerin üstünde kar başlıkları, siyah gözlükleri ellerinde kalaşnikoflarla özel harekâtçılar alandaki topluluğun etrafında dönmeye başladı. Bazı panzerler bahçe ve ev duvarlarına vuruyor, yıkmaya çalışıyordu. Sonra araçlardan atlayıp topluluğa saldırdılar. Yetmiş yaşlarında yaşlı bir adamın hemen altımdaki panzere dövülerek sokulmaya çalışıldığını gördüm. Konumum çok iyiydi iki makina ile sürekli fotoğraf çekiyordum. Bu sırada bir anda yanımda on yaşlarında iki çocuğun bittiğini gördüm. Ellerindeki minik taşları aşağı attılar.

‘İZZET BURADA VURULMUŞTU’

Aynı anda aşağıda bulunan göbekli, kar maskesinin üzerine geniş güneş gözlüklerini takmış özel timci elindeki silahı üzerimize doğrulttu. Binanın tam köşesindeydim. Durumu anladım ve yan bahçeye birinci kattan atladım. Aynı anda silahın çıkardığı seri atışı duydum. Hemen arkasından diğerleri de ateşlemeye başladı. Yan yoldan ana caddeye doğru koşarken bir an durup koşan bir kızı ve arkasında görünen panzeri çektim. Silah sesleri daha çok yukardan geliyordu. Bu yüzden duvar diplerinden koşarken bir gün önce bir arkadaşın “İzzet burada vurulmuştu” dediğini anımsadım. Kendi kendime “Sadık sakin ol. Bir yıl arayla aynı noktada iki gazetecinin vurulması matematiksel olarak mümkün değil” dedim. Ana caddeye çıkışta başka gazetecileri getiren bir taksiye atladım. Taksicinin yüzündeki panik halini görünce durumun vahametini daha iyi anladım. O arada genç bir Cizreli pencereden uzanıp “Sen gazetecisin niye kaçıyorsun” dedi. Bir an haklı gibi göründü. Sonra “Daha ne çekeceğim” diye düşündüm. O arada taksici de hızla gaza bastı. Müthiş fotoğraflar çekmenin heyecanıyla ertesi gün filmleri Diyarbakır büroya otobüsle yolladım.

Bu öykünün en hazin tarafı ise gönderdiğim fotoğrafların ben İstanbul’a döndükten bir gün sonra elimize geçmesi oldu.

Elbette 90’lardan bugüne Cizre’de çok şey değişti. Değişmeyen tek şeyse Kürt’ün direnişinin kırılamayacağı gerçeği.

Evrensel'i Takip Et