Maya Arakon: Halk barışın ne kadar güzel olduğunu gördü, bunu geri alamazsınız
Bu hafta, masa yeniden kurulur mu, krizin boyutu nedir, dünya deneyimlerinde nereye oturur sorularına, sıcak gündem başlıkları üzerinden yanıt aradık ve dünyadaki barış süreçlerini iyi bilen Türkiye’deki birkaç isimden biri olan siyaset bilimci, Doç. Dr. Maya Arakon’un kapısını çaldık. (Fotoğraf: Erdost YILDIRIM)
Serpil İLGÜN
Bayramda da devam eden çatışmalar, sivil, asker, gerilla ölümlerini önüne katmayı sürdürdü. Savaşın kara tahtasına her gün yeni ölüm haberleri eklendiğinden, çatışmaların bir an önce sonlandırılması en acil talep olarak varlığını koruyor.
Cizre katliamının hemen ardından ilçeye giden bir grup kadın yazar ve akademisyen arasında yer alan Süleyman Şah Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Maya Arakon, çatışmalar yeniden başladığı için çok üzgün olmakla birlikte umudunu koruyor. “Barış süreçleri bitmez, kesintiye uğrar. Ama nasıl uğradığı önemli” diyor ve umutlu olmak için nereye bakmamız gerektiğine işaret ediyor: “Oynanan oyunları herkes görüyor. Çocuğunu gönül rahatlığı ile askere göndermenin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu fark etti halk. Artık bu hissi geri alamazlar.”
16 Eylül’de dayanışma amacıyla Cizre’ye giden 24 kadın akademisyen ve yazar arasında siz de vardınız. Nasıl bir izlenimle döndünüz?
Anlatılandan daha kötü bir tabloyla karşılaştık. Özellikle Yafes, Nur, Cudi mahallelerinde ağır silahlarla taranmayan tek bir ev bile kalmamıştı ve duvarlardaki kurşun izlerine, yakılıp yıkılan evlere bakınca, daha fazla ölüm olmamasının mucize olduğunu düşündük. Cizre’de hangi sokakta dolaşsak, insanlar evlerinden çıkarak bize sarıldılar ve oraya gittiğimiz için teşekkür ettiler. O çok büyük bir manevi utançtı. Çok ağırdı, çünkü o insanlar ölmüş ve sen hiçbir şey yapamamışsın, sadece acılarını paylaşmaya, yalnız değilsin demeye gidiyorsun ve onlar yine de seni bağırlarına basıyor.
Cizre’den bakınca, Erdoğan tarafından buzdolabına konulduğu söylenen barış sürecinin geleceğine ilişkin ne söylersiniz?
Bu kadar ağır bir saldırı yaşamalarına rağmen, Cizre’de kiminle konuşsak barış isteğini dile getirdi. Ortak söyledikleri en önemli şey şuydu; “Artık silahlar sussun!” İnsanlar çok daha fazla barış istiyorlar şu anda; hem devletten, hem PKK’den. Dolayısıyla, barış süreci aslında halk nezdinde bitmedi ama siyaset nezdinde bitti. Aslında bitti demek çok doğru değil, çünkü bu süreçler bitmez. Kesintiye uğrar ve bu da sürecin doğal bir parçası. Ama kesintiye nasıl uğradığı çok önemli.
Türkiye’nin süreci nasıl bir kesintiye uğradı?
Ağır bir darbe aldı. Masadan nasıl bir konjonktürde kalktığınız çok önemli. Her kalktığınızda geriye dönmek biraz daha zor olur. Burada tamamen yapay yollardan bitirildi. Süreç, yasal bir zemine oturtulmadığı için masa bu kadar kolay devrilebiliyor zaten. Ayrıca, mutlak surette üçüncü bir gözlemci heyetin anlaşmazlıklarda araya girip sorun çözmesi önemlidir. Türkiye’de Hükümet bunu hiçbir zaman istemedi. Genellikle de devletler bunu istemezler kontrolü kaybetmemek için. Ama bu zamana kadar olan barış süreçlerinin hiçbiri uluslararası bağımsız bir heyetin yardımı olmadan başarıyla sonuçlanmamıştır.
‘Yapay yollardan bitirildi’ dediniz. Somutlar mısınız? Yapay yol başkanlık, dolayısıyla seçimler mi?
Tabii. Çözüm süreci, esasa ilişkin bir sebepten bozulmadı. Umut varsa belki o yüzden var. Çünkü AKP gider, başka bir parti gelir ama bu süreç bir şekilde örgüt ve devlet arasında olacak. Dolayısıyla örgüt, karşısına kim gelirse, eğer iradesi çözüm yönündeyse oturup konuşacaktır.
Anketler AKP’nin tek başına hükümet olamasa da birinci parti olmaya devam edeceğini gösteriyor. Dolayısıyla muhatabın yine AKP olması güçlü bir senaryo. Bu da şöyle iki soru üretiyor; birincisi, yaşananlardan sonra taraflar arasında güven sorunu aşılabilir mi? İkincisi, 7 Haziran öncesinden başlayarak ‘PKK terör örgütüdür’ vs. diye şeytanlaştırılan bir örgütle yeniden masaya oturmak halka nasıl açıklanacak?
Doğrusu benim de en çok üzüldüğüm ve dertlendiğim bir mesele bu. Şu noktadan sonra “Hadi biz masaya dönüyoruz” demeleri çok zor. Çünkü dediğiniz gibi insanlar çok kışkırtıldı, çok kutuplaştırıldı. Oysa Oslo görüşmeleri sızmış ama hiçbir şey olmamıştı. Halk, “Bitsin de, nasıl biterse bitsin” demişti. Toplumu psikolojik olarak oradan öyle bir geriye çektiler ki, şimdi “Hadi masaya oturuyoruz” dense, belki infial çıkacak. Devletin güvenlikçi reflekslerine geri dönüldü. Maalesef basının durumu da çok feci. Bütün muhalif ve demokratik sesler boğulmaya çalışılıyor. Ama bu doku tutmaz. Bu toplum her ne kadar milliyetçi muhafazakar olsa da, sağduyusu yüksek bir toplumdur. Hep söylediğim bir şeydir, toplum siyasetin önünde gidiyor. Toplum yol gösterecek. 7 Haziran’da cevap verildi aslında, 1 Kasım’da da verilecek. Dolayısıyla masaya yeniden oturulur ama çok daha yara almış bir şekilde oturulacak.
Bir de şunu unutmamak lazım. Örgütü bitirmek amacıyla barış süreci yürütemezsiniz. Bombalayarak, öldürerek böyle örgütler bitmez. Sri Lanka’da Tamil Kaplanları’na yapıldığı gibi hepsine saldırırsın. Ama ne oldu? Tamil Kaplanları şimdi daha da büyüyüp “intikam kaplanları” olarak yeniden örgütlenip geri gelmeye hazırlanıyor. Bir örgüte katılımın siyasi sebepleri vardır, o siyasi sebepleri ortadan kaldırmazsanız katılım devam eder. Eşit vatandaşlığa dayalı yeni bir anayasa yaparsınız, kültürel hakları tanırsınız. Bunlar ilk adımlardır. Bu şekilde orada siyasal bir alan açarsınız ve nefes almasını sağlarsınız. Bölgenin üstündeki baskıyı ve otoriter uygulamaları kaldırırsınız, zaten Kürt siyasi hareketinin talebi de bunun üzerinden dönüyordu.
Ama hükümet buna yanaşmadı. Şimdi de ‘silahlar betona gömülene kadar mücadele sürecek’ diyor…
Silahları gömmek en son süreçtir ve uzun sürer. Kuzey İrlanda’da 7 sene sürdü. En son aşamayı en önceye koyamazsınız. Böyle bir şey mümkün mü? Bunun gerçeklikte en ufak bir karşılığı yok. Barış sürecinin ilerlemesi umurunuzda değilse bunu söylersiniz. PKK’nin silah bırakması, görüşmeler bugün başlasa 3-4 sene sonra olabilecek bir şeydir. Diyelim, kendi dinamiklerinde görüşmeler daha hızlı ilerledi, en aşağı 2 sene sonra olabilecek bir şeydir.
SANDIK TAŞIMA KÜRT HALKINI HİÇ TANIMADIKLARINI GÖSTERİR
Bugünün en acil talebi, ateşkesin yeniden sağlanması. Kimi yorumcular, seçimlere ateşkesle gidileceğine ilişkin beklentilerini koruyor. Sandık yasakları gibi uygulamalara bakınca, bu beklenti gerçekçi mi?
Ben hükümetin çatışmaları, gerilimi arttıracağını düşünüyorum. Bölgeye ağır silahlar yığıldığına ilişkin haberler de bunu gösteriyor. AKP Kürt illerinde, Kürtlere oy kullandırmamak için her şeyi yapacak. Batıdaki oyları kullandırması lazım çünkü Batı kendi oyun sahası. Sandık taşımaları vs bunlar bir önlem olamaz ve Kürt halkını hiç tanımamış olduklarını gösterir. Öte taraftan benim görebildiğim kadarıyla ateşkes konusunda, PKK üstünde de çok ciddi bir sivil baskı oluşmaya başladı. Sadece Batıda değil, Kürt halkında da. Tamam, çok şahin, çok milliyetçi Kürt gençleri var. Bu çocuklar ‘80 sonrası doğan ve şiddetten başka bir şey görmemiş çocuklar. Onların buradan yürümeye çalışmasında çok büyük bir tuhaflık yok. Ama PKK son derece deneyimli bir örgüt. Halkın barış talebini görüyor. “Tahkim edilmiş çift taraflı ateşkese hazırız” açıklaması bence bunun bir işareti. Fakat çift taraflı değil, gerekirse tek taraflı ateşkes. Çünkü iki taraftan da memleketin yoksul genç evlatları ölüyor. Üstüne siviller ölüyor. Geri planda ne dönüyor bilmiyorum tabii, ama bu tuzağa düşmemeleri lazım.
Öte yandan KCK diyor ki, ‘Tek taraflı ateşkes çağrılarına değer veriyoruz, ama biz dursak AKP durmaz. Ayrıca bizi yok etmeye dönük bir çaba var. Ne yapalım, bırakalım bizi yok mu etsinler?’
Tabii ki AKP bunu kendine mal ederek maniple etmeye çalışacaktır ama orda da HDP’ye destek vermesi gerekir örgütün. Bu zamana kadar HDP’yi hakikaten çok hırpaladı örgüt. Bir yandan hükümet saldırıyor, bir yandan örgüt saldırıyor… HDP ve Demirtaş tamamen arada kalmış durumda. Buna rağmen ısrarla barış çağrısı yapıyor. Bunu yapan başka bir lider yok şu anda. Bu çok kıymetli ve bunun üzerinden destek olmaları lazım, köstek değil.
O halde, şu algıya katılıyor musunuz? ‘PKK, HDP ve Selahattin Demirtaş’ın başarısından/ popüleritesinden rahatsız. HDP’yi zora sokan açıklamaları bu yüzden!’
Bu algı artık herkeste oluştu, bütün Türk kanaat önderlerinde var, herkes de yazmaya başladı. Çok net yazan bazı yazarlar da “PKK ne yapmaya çalışıyor?” diye soruyor. Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesinden beri bir anda alevlenen bir şiddet sarmalına girdi ülke. Dolayısıyla birinden birinin buna dur demesi lazım. AKP’nin demeyeceği belli, çünkü bundan kazanacağı hesaplar var. Ama PKK’nin en azından dur demesi lazım.
Anketlere bakılırsa, Hükümetin de kazancı giderek azalıyor gibi görünüyor. ‘Yerli, milli 550 vekil’ söylemi, kazanç hanesini etkiler mi?
Sanmıyorum. Cumhurbaşkanı, “Meclise Kürt sokmayın. 550 Sünni, Türk vekil istiyorum” demek istiyor. Fakat şunu unutuyor, HDP bir Kürt partisi değil artık. HDP artık bir Türkiye partisi. 7 Haziran’da, “Demirtaş’ı çok beğeniyorum, hangi partinin başına geçse birinci parti yapar ama şu PKK yüzünden ona oy veremiyorum” diyen çok insan oldu. O yüzden PKK’nin geri plana çekilmesi lazım diyorum. HDP ısrarla örgütün siyasi kanadı olmadıklarını vurguluyor. Bu sebeple de, PKK’nin gölgesi HDP’nin üzerinden çekilirse, HDP gerçekten çok ciddi bir potansiyelle devam edecek yoluna. Her şey normal giderse, normal yollardan bir seçim yapılırsa, HDP’nin çok büyük bir oy kaybı yaşayacağını düşünmüyorum. Batıda bile... Şu an 1 puan bir kayıp görünüyor. Önümüzdeki günlerde nasıl bir strateji uygulayacak göreceğiz, ama o 1 puan geri alınabilir.
‘Normal bir seçim olursa’, ‘bir şey olmazsa’… Seçimle ilgili tüm konuşmalar bu şerhlerle başlıyor. Sizin temel endişeniz ne? Oy hırsızlığı mı, çatışmaların tırmandırılması mı?
İkisi de. Fuat Avni yazdı, “SEÇSİS’e paralel bir sistem kuracaklar” diye. Çünkü bu Tayyip Erdoğan için gerçekten varlık yokluk savaşına dönüştü. Bu zamana kadar onca asker, gerilla, sivil ölümünü göze almış bir hükümetin geri adım atacağını zannetmiyorum.
HALK BARIŞIN NE KADAR GÜZEL OLDUĞUNU GÖRDÜ, BUNU GERİ ALAMAZSINIZ
Barış süreci, Türkiye toplumundan yüzde 80’lere varan bir destek almıştı ama 6-8 Eylül’de yaşadığımız milliyetçi kalkışma, verilen destekle, sürecin toplumsallaşmasının aynı şey olmadığını açığa çıkarmış oldu. Olayları siz nasıl değerlendirdiniz?
Şunu ayırmak lazım. Bir, büyükşehirlerde, Batıda Kürtleri linç etmeye yönelik bir organize hareket var, bir de gerçek halk var. Yani benim tamamen olumsuz olmamama sebep olan halkın Osmanlı Ocakları vs ile yapılan kışkırtmalara prim vermemiş olması. Toplum bu tuzağa yeniden düşmüyor. Herkes oynanan oyunun farkında. Bu umut veren bir şey. Bir asker bile “Bugüne kadar durmuş olan kan, şu an niye akıyor” diyebiliyorsa, bunlar Türkiye için çok büyük gelişmelerdir. İkincisi, üç senedir barışın ne kadar güzel bir şey olduğunu gördü halk. Şehit haberlerinin gelmemesinin, çocuğunu gönül rahatlığı ile askere göndermenin ne kadar kıymetli bir şey olduğunu fark etti. Artık bu hissi geri alamazlar. Dolayısıyla “terör” kartı masadan kaldırıldığı anda, barış sürecine o destek geri gelecektir.
Bir de şunu eklemek isterim, Türkiye için şöyle bir avantaj var; Türkler ve Kürtler Kuzey İrlanda’daki Katolikler ve Protestanlar ya da Güney Afrika’daki beyazlar ve siyahlar kadar birbirine düşman değil. İç içe geçmişlik ve bir arada yaşama deneyimi var. Yani bizim barış anlaşması imzaladıktan sonra toplumsal uzlaşmayı sağlamamız, onlarınki kadar zor olmayabilir.
NE ZAMAN SIKIŞSALAR MİLLİYETÇİLİK VE DİN KARTLARI ORTAYA ÇIKIYOR
Yerli, milli retoriği, çözüm sürecine üçüncü göz, izleme heyeti taleplerine karşı da kullanılmış, ‘Süreç yerlidir, millidir’ denilmişti. Yerli ve milli ısrarının gelinen noktadaki payı nedir? Bu tür süreçler ‘yerli’, ‘milli’ olabilir mi?
Herkes farklı kendi içinde. Güney Afrika da kendine göre milliydi, kendi iç dinamikleri vardı. Kuzey İrlanda ile aynı değildi. Yani hepsi birbiriyle elbette aynı değil, ama altyapıda ortak olması gereken bazı şeyler vardır, üst yapıyı da kendi yerel durumuna göre şekillendirirsin. AKP’nin İttihat ve Terakki zihniyetine geri döndüğü söylenir ya, gerçekten de Cumhurbaşkanı’nın kullandığı yerli ve milli kavramının, oradaki milli söylemden çok bir farkı yok. Her ne kadar bir aralar Türkiye’nin en demokrat partisi gibi kendisini göstermiş de olsa, her sıkıştığında o İslamcı milliyetçi damar bir yerlerden fırlıyor. Bu çok şaşırtıcı değil çünkü bu topraklarda bir siyasi partinin ne zaman başı sıkışsa, hemen milliyetçilik ve din kartları ortaya çıkar.
BİZ KOLOMBİYA’DA VARILAN AŞAMANIN A’SINA BİLE GELEMEDİK!
Türkiye’de masa devrilirken, Kolombiya Devleti ile FARC arasında 2012’de başlayan barış görüşmelerinde anlaşmaya varıldığı haberi geldi. Genel hatlarıyla Kolombiya’daki süreci nasıl değerlendirirsiniz?
FARC yapı olarak biraz PKK’yi andıran bir örgüt, onlar da dağ gerillası. Kolombiya devleti de yapı olarak Türk devletini andırıyor. Onlar da ateşkes sürecinde operasyon yaptılar, gerillaları öldürdüler, FARC da bir generali kaçırdı, arkasından serbest bıraktı. Özetle, Türkiye ile arasında paralellikler çok var.
Anlaşmanın temel başlıklarına bakıldığında, ‘Türkiye’de ne yapılmadığı için masa devrildi’nin yanıtlarına da ulaşılıyor. Özel mahkemeler, hakikat merkezleri, savaşta zarar görenlere tazminat, zorla kaybetme, cinsel şiddet, işkence gibi suçlarda özür ya da affın uygulanmaması…
Biz o aşamanın a’sına bile gelemedik. Şunu da eklemek isterim; kadınların içinde olmadığı bir barış Türkiye’de asla başarılı olamaz. Kadın örgütlerinin, belli bir noktadan sonra mutlaka barış görüşmelerinin tarafı olması lazım. Ama biz hiçbir şey yapamadık. Bunlara sıra gelmedi. Hatırlayın, Sezgin Tanrıkulu önerge verdi hakikat komisyonları kurulması için ama AKP reddetti. Düşünsenize Meclisi kapattılar, çalıştırmadılar. Koskoca yaz çatışmalarla geçti, oluk oluk kan aktı, Meclis tezkere ve terör önergesi için toplandı sadece. Böyle bir şey olabilir mi?
AKP, KEMALİST SÖYLEMİ AYNEN DEVRALDI
Sürecin sona ermesi, çatışmaların yeniden başlaması Erdoğan kararı olarak analiz ediliyor ve şüphesiz bunun bir karşılığı var. Ancak bu karar, sözünü ettiğiniz geleneksel İslamcı ve milliyetçi devlet refleksinden ne kadar bağımsız?
Millet-i hakime ve millet-i mahkume ideolojisi devam ediyor tabii. AKP’nin Osmanlıcı yanını herkes biliyor. Osmanlı’da gayri Müslimler nereye kadar özgürdüler? Millet-i mahkume oldukları sürece! O dönemin gayri müslimleri, bugünün Kürtleri. Dolayısıyla evet, AKP devletin geleneğini sahiplendi. Kemalist söylemi aynen devraldı ve kendini devlet ilan etti. Bu gelenek hep CHP elindeydi. CHP demek, devlet demekti. Şimdi roller biraz değişti. Şimdi çok daha farklı bir kültürel alt yapıdan gelen bir zümre “devlet benim” noktasına geldi.
Ama bunun geri dönülemez bir süreç olduğunu bütün siyasetçilerin görmesi lazım. Demirtaş’ın başarısı işte burada. Demirtaş insanlar üzerindeki bu devlet geleneğinin kurduğu baskıyı tersine çevirecek bir siyasi söylemle ortaya çıktı. AKP’yi, CHP’yi ve kendini devlet olarak gören bütün kesimleri rahatsız eden bu. Çünkü bu söylem, özgürleştirici bir söylem. “Bir arada, eşit olarak, özgürlük içinde yaşayalım” diyor Demirtaş. Şunu net ortaya koyalım; HDP bir Ermeni aday göstermeseydi, Roman aday göstermeseydi, LGBTİ aday göstermeseydi öbür partilerin hiç birinin böyle bir kaygısı olmayacaktı. HDP çok yol açıcı bir noktaya girdi. Bu zamana kadar özlediğimiz ne varsa, bütün bunların ışığını gösterdi, “Tünelin ucunda bu var, oraya yürüyelim” dedi. Ve bu insanlarda karşılık buldu.
IŞİD KONUSUNDAKİ SESSİZLİKTEN ÇOK TEDİRGİNİM
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, ‘Biz YPG’yi terörist örgüt olarak değerlendirmiyoruz’ dedi ve tartışma başladı. Aslında yeni olan bu sözler değil, sözün en üst ağızdan gelmiş olması. Bu sözlerin AKP’nin Kürt ve Suriye politikasına yansımaları nasıl olur?
Amerika’nın Haziran’dan bu yana Hükümete “Kürtlerle masaya dönün” baskısı yaptığı yönünde haberler var. Amerika tabii ki kendi çıkarını uygulayan bir ülke ve Türkiye’de iç savaş olması özellikle şu aşamada hiç işine gelmiyor. “PKK’yı değil, IŞİD’i bombalayın” diye açıkça da söyledi. YPG, Amerika için birinci derecede önemli çünkü IŞİD’le bu kadar etkin savaşan başka bir örgüt yok. Dolayısıyla bu açıklamayı yapması şaşırtıcı değil. Fakat Cumhurbaşkanı’nın hala “YPG terör örgütüdür” demesi şaşırtıcı. Bir siyasi körlük içinde AKP. Uzun süredir Ortadoğu’yu okuyamıyorlar. Yoksa bu kadar bataklığın içinde bulmazdı Türkiye kendini. Biz Suruç katliamından beri IŞİD’i konuşmaz olduk. Bu kadar sessiz olmasından çok tedirginim. “Sırf İstanbul’da 30 tane canlı bombam var” diyen bir örgüte karşı nasıl bir önlem alındı? Bölgeden gelen haberler de ürkütücü. Örneğin Kadın Özgürlük Meclisi’nin raporlarında var; 90’lardaki Hizbullah kılıklı tipler, Özel Harekat olarak bize ateş açıyor, muhtemelen bunlar IŞİD’li. Ya da gerilla kılığında ama IŞİD olduğu belli olan tipler şehrin içinde silahlarla dolaşıyor” deniyor. Bunlara karşı ne yapılıyor? IŞİD neden suskun? Ha bire “sizi kesecez, biçecez” diyen örgüt ne oldu da Suruç’tan beri sesini duymuyoruz? Ki Suruç’u da IŞİD üstlenmedi. Hükümet IŞİD yaptı dedi. Normalde bu örgütler üstlenir. Örgütleri çalışan bir insan olarak bunlar beni çok tedirgin ediyor.
Geçtiğimiz hafta, NATO’dan da ‘Terörle mücadeleyi anlıyoruz ama dozu kaçırmayın’ mealinde bir açıklama geldi. Sonra yalanlansa da geldiği yerin NATO olması dikkat çekici…
Evet, NATO açıklaması çok acayip. Ne kadar yalanlarsan yalanla, mesaj gitmesi gereken yere gider. “NATO üyesisin ama ayağını denk al” demek bu. “PKK terör örgütü ama YPG değil” demek, aslında PKK’yı da ayrı bir yere koymak anlamına gelir. Çünkü YPG, PKK’nin Suriye sınırlarındaki kolu. Birbiriyle ilişki halindeki örgütler bunlar. Dolayısıyla satır aralarında ciddi mesajlar var Türkiye’ye. Türkiye bunları okuyabiliyor mu, okuyamıyor mu, o önemli. Sıfır sorundan, boğazımıza kadar soruna geldik. “Altı saatte Şam’dayız, namaz kılacağız”dan, Esed’le bu süreç devam edecek herhalde”ye geldik.
CHP VAROLUŞSAL BİR SIKINTI İÇİNDE
Çatışmaların yeniden başlamasından bu yana terör diline yeniden dönen, tezkereye ‘Evet’ diyen ve bu nedenle eleştirilerden kurtulamayan CHP için değerlendirmeniz ne?
CHP varoluşsal bir sıkıntı içinde. Bir yandan geleneksel bir CHP kanadı var, ki her zaman ulusalcı bir siyaset izledi. Öte taraftan Melda Onur, Gülseren Onanç Sezgin Tanrıkulu gibi veya Rıza Türmen gibi sağduyunun, barışın, demokrasinin sesi olan, daha solda duran isimler de var. CHP’nin bence şu andaki en büyük problemi bu iki akımı kendi içinde bir türlü bir araya getirmiyor oluşu. Terör her zaman özellikle bizimki gibi milliyetçi muhafazakar tabandan gelen bir toplumu son derece iyi tutan bir karttır. Fakat tezkereye onay vermesi CHP seçmeninde büyük rahatsızlık da yarattı. CHP’nin bence en büyük sorunu tabanın yönetimi idare ediyor olması. Neden HDP ve AKP şu anda başarılı? Çünkü Selahattin Demirtaş bir lider. Demirtaş ne söylerse taban onu izliyor. Cumhurbaşkanı da öyle. Ama CHP öyle değil, taban ne söylerse Kılıçdaroğlu oraya dönüyor.
Bu, ‘tezkerenin onaylanmasından taban da rahatsız’ tespitiyle çelişmiyor mu?
Taban derken parti içindeki kliklerden bahsetmiyorum, seçmen nezdinde büyük hayal kırıklığına uğradı. Yine de liderlik, seçmeni politikalarına ikna etmektir. Ama maalesef CHP de bu olmuyor.
ŞEHRE SOKULMUYORSA ZATEN BAKANLIK YAPMAK MÜMKÜN DEĞİL
HDP’li bakanların istifaları geçtiğimiz haftanın öne çıkan tartışmalarından birini oluşturdu. Bazılarına göre Bakanların kalmaları gerekiyordu, bazılarına göre ise baştan kabul edilmemeliydi… Siz nasıl okudunuz?
İlk önce ben de kalmaları gerektiğini düşünmüştüm fakat açıklamayı okudum, kararı partiyle almışlar. Çalıştırılmadılar. Bir ülkenin bakanı ülke içinde bir şehre sokulmuyorsa zaten bakanlık yapabilmek mümkün değil. Anladığım kadarıyla seçimlere giderken şiddetin yükseleceğini tahmin ederek orada payları olsun istemediler. Ve muhtemelen tabandan da büyük tepki geldi. Özellikle Cizre olaylarından sonra “Bu vebalin altında en azından sizin payınız olmasın” diye bir talep geldi. Başka bir açıklama bulamıyorum, çünkü denildiği gibi evet, böyle olacağı baştan belliydi. O zaman niye girdiniz? Belki bu derece olacağını tahmin etmediler.