Statüsüz gerçeklik
Ancak Suriyeli mültecilerin bugün herhangi bir statüsü yok. Daha doğru bir ifade kullanmak gerekirse, aslında uluslararası hukukun kitabında yazan “mültecilik” kavramının ötesinde, bugünün Suriyelileri, Iraklıları, Şengallileri, Kobanelileri mültecilik kavramının toplum nezdindeki tanımını değiştiren bir hayat yaşıyorlar.
Deniz ORTAKÇI
Ankara
Bazı şeyler gerçekten değişmiyor. Mesela ana haber bültenlerinde yıllardır verilen mülteci haberleri. Çok küçük yaşlarımdan beri ana haberlerde teknesi batan ve sayısı onlarca yüzlerce olan mültecileri izlediğimi anımsıyorum. Bugün de baktığımızda aynı haberleri görüyoruz. Ama özellikle Suriye’deki savaş ortamı derinleştikçe, mültecilerle ilgili haberler de çeşitlilik kazandı. Linç edilen, ucuz iş gücü olarak kullanılan, dilenen ve son olarak Edirne’de gördüğümüz direnen mültecilerin haberlerini izliyoruz. Peki bu “mülteciler” bizim hayatımızın sadece haberlerde izlediğimiz kadarıyla mı yer tutuyor?
“MÜLTECİ” DEMEK DİLE KOLAY!
Bu sorunun yanıtını yazının başlığında vermiş bulunuyorum aslında. Ortada tam olarak “statüsüz bir gerçeklik” var. Statü köken olarak Fransızca status “durum, konum, mevki, toplumsal mevki, itibar” sözcüğünden alıntıdır. Mültecilik de aslında bir statüdür ve “mülteci statüsünde olmanın” getirdiği haklar vardır. Ancak Suriyeli mültecilerin bugün herhangi bir statüsü yok. Daha doğru bir ifade kullanmak gerekirse, aslında uluslararası hukukun kitabında yazan “mültecilik” kavramının ötesinde, bugünün Suriyelileri, Iraklıları, Şengallileri, Kobanelileri mültecilik kavramının toplum nezdindeki tanımını değiştiren bir hayat yaşıyorlar. Yani kitapta yazan “mültecilikle”, bu insanların hayatı arasında kocaman bir uçurum var. Bugün “mülteciler” denildiğinde akla gelen “ucuz iş gücü”, “yalın ayaklı çocuklar”, “dilencilik yapmak zorunda kalmak” gibi kavramlar oluyor. Ve tabi ki Aylan Kurdi geliyor aklımıza.
KAPİTALİZMİN VİCDANI OLUR MU?
Özellikle Aylan’ın fotoğrafının ardından basında, sosyal medyada başını alıp giden bir vicdan propagandası vardı. Ortaya çıkan fotoğrafa yönelik özellikle liberal kesimlerin “Bu suç hepimizin!” söylemi hızla yayılan bir söylem olmuştu. Benim bu söyleme çok sert bir itirazım var! Bunu söyleyenlere de şu cevabı veriyorum: “Benim bunda hiçbir suçum yok! Burada suçlu olan emperyalizmdir, kapitalizmdir. Özellikle işçi ve emekçilerin, gençlerin, mücadele edenlerin hiçbir suçu yoktur.” O fotoğrafa bakınca bugün Macaristan’da, Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde yaşananları ya da fotoğrafı ortaya çıkaran koşulları görmeden “suçlunun kim olduğunu” bulamayız. Tekrar tekrar, üstüne basa basa söylemeliyiz ki bunun suçlusu emperyalizmdir! Kapitalizmin de vicdanı falan yoktur ve bu nedenle de bu meseleye bizim yaklaşımımız da bir “vicdan, acıma, üzülme” noktasından olmamalıdır.
“DE TE FABULA NARRATUR”
Marx, Kapital’in ön sözüne bunu yazarken Alman emekçileri başta olmak üzere bütün işçi sınıfına aynı şeyi söylüyordu “Anlatılan senin hikayendir!” İşçi sınıfı ortaya çıktığı günden bugüne onun bir parçası olan bütün unsurlar hep aynı hikayenin özneleri olmuştur. Bugün de hiçbir şey değişmiş değildir. Suriyeli işçi ve emekçiler bugün hem işçi sınıfının bir parçası olmanın getirdikleri hem de kendi kimliklerinin getirdikleri yüzünden zulmü katlanarak yaşamaktadırlar. Tıpkı yıllardır Kürt, Roman vs işçilerin yaşadığı gibi. Bu noktadan da Türkiye’deki işçi sınıfının ve geleceğini işçi sınıfının kaderiyle ortaklaştırarak mücadele eden biz gençlerin Suriyeli işçilerle aynı hikayenin özneleri olduğumuzu bilmemiz gerekmektedir. Bütün sığınmacıların mültecilik haklarından tamamen yararlanması bizim de sahiplenmemiz gereken bir taleptir.