Nilüfer ALTUNKAYA
NORMATİF ETKİ
Sosyal psikologların insanın toplum içindeki davranışlarına yönelik yaptığı araştırmalar açısından tarihsel olan iki önemli deney vardır. Bunlardan ilki normatif sosyal etkinin gücünü gözlerimizin önüne seren ve 1950’li yıllarda Solomon Asch tarafından yapılan bir deneydir. Normatif etki bireylerin kendi duygu ve düşüncelerinden toplum tarafından sevilme, kabul görme, dışlanmama gibi nedenlerle vazgeçmesidir.
Asch deneyinde bunu ölçmeye çalışır. Uzunlukları birbirinden bariz şekilde farklı olan üç tane çizginin bulunduğu kartlar deneklere gösterilir. Ve çizgilerden hangisinin başka bir karttaki çizgiyle aynı boyda olduğu sorulur. Bu soruya gözünüzde herhangi bir bozukluk yoksa doğru yanıtı verememeniz için hiçbir sebep yoktur. Normatif sosyal etki işte burada devreye girer. Her grupta denek dışında Asch’in sorulara yanlış cevap vermek üzere eğitilmiş asistanları vardır çünkü.
Çalışmanın sonunda deneklerin yüzde 77’si 12 hileli turdan en azından birinde yanlış cevap verenlere uyar, yani gördüğüne değil diğerlerinin sözlerine inanır. Neredeyse her üç kişiden biri ise 7’den fazla kez diğerlerine uyar. Bu uyma durumunun nedeni bilgilendirici bir sosyal etki değildir. Grup içinde tuhaf kaçmama, sivrilmeme gibi nedenlerdir.
İTAAT VE OTORİTEYE HAYIR DİYEMEMEK
Bir diğer deney 1960’lı yıllarda Stanley Milgram’ın insanların kötücül bir otoriteye hangi sınıra kadar itaat edeceklerini ölçmek için yaptığı sansasyonel deneyidir. Bilindiği gibi itaat bireyin kendisine herhangi bir otorite figürü tarafından yöneltilmiş bir buyruğa ya da emire uymasına denir. Milgram’ın cevabını aradığı soru şudur: “İnsan sırf bir emre uymak adına göz göre göre masum bir insanın canını yakabilir mi?”
Onu bu çalışmaya itense Nazi Almanyası savaş suçlularının yargılanırken sarf ettikleri “Ben sadece bana verilen emirleri yerine getirdim” şeklindeki sözleridir.
Deney cezalandırmanın öğrenme üzerine etkisini araştıracaktı. Denekler hileli bir kura ile öğretmen rolüne atandıktan sonra kelime çiftlerini ezberlemeye çalışan öğrenci rolündeki kişiye her yanlış cevabında 15 volttan 450 volta kadar dozu arttırarak elektrik vereceklerdi. Bu öğrenci Milgramın asistanıydı ve elbette elektriğe bağlı değildi. Kırk denekten 26’sı sonuna kadar itaat ederek gerçekten acı çekiyor görünen öğrenciye muazzam ölçüde tehlikeli 450 voltu verdi.
Yani yıkıcı itaat davranışları açısından tahminleri oldukça aşan bir sonuçla karşılaşıldı.
Deney, kötücül sosyal etkinin boyutlarını göstermesi kadar yöntemiyle de birçok tartışmaya neden oldu. Başka şekillerde tekrarlanan araştırmalarda da alınan sonuçlar değişmedi ama sadece otorite figürü zayıfladığında itaatin de azaldığı görüldü.
YA KRAL ÇIPLAKSA?
Modern yaşam insanı birçok otoritenin emrinde yaşamaya zorlamaktadır. En yüksekteki otorite ise iktidarın ve devletin otoritesidir. Yerleşik yasal otorite ile sınırsız ve denetimsiz yani diktatöryal otorite arasında duran hukuksal yasallığın ise keyfilik konusunda eli kolu bağlı gibidir. Yani hukuk, iktidardan yana biçimlenmiş bir sistem gibi davranır.
Bugün bambaşka itaat biçimleriyle iktidarını 7 Haziran sonuçlarına rağmen sürdüren AKP’nin yarattığı kötücül sosyal etkilerden belki de en önemlisi biat kültürünü yaygınlaştırmasıdır. İktidarda olmayı totaliter algıyı işlevselleştirmek için yeterli gören söz konusu anlayış, dinsel referanslara son zamanlarda milliyetçiliğin argümanlarını da ekleyerek kayıtsız şartsız itaat beklemektedir herkesten. Evet, sorgusuz sualsiz ve herkesin göstermesi gereken bir itaat beklentisidir bu. Ne yazık ki biat etmekte ısrarcı olan ‘o kitle’ dışında kalamayacağımız kadar içimizdedir.
İtaati körükleyen en büyük etken dini referanslar gibi görünse de meselenin gelip dayandığı yerin tamamen maddi temelli çıkar ilişkileri olduğunu söylemek mümkün. Artık çok iyi biliyoruz ki, çarkın işleyişi adına yaratılan iktidarcıklar tuhaf bir hukuksuzluk ve ilkesizlik içindedir. Bu yazıda daha derinlemesine söz edemeyeceğimiz birçok etken, hem itaatin hem de iktidara yakın durmanın getirdiği ayrıcalıkların derinliğini belirlemektedir.
Kısaca söylemek gerekirse AKP iktidarı boyunca yayılan normatif etki son derece ürkütücü boyutlara ulaşmıştır. Sosyal yaşamın hemen her anında düşündüğünü söyleyemeyen, (belki de artık düşünemeyen) tamamen vicdani konularda bile taraf tutan (vicdan?), etik değerler yerine bireysel çıkarlarını koyan (etik değerler ne işe yarar ki?) bir seçmen kitlesi yaratılmış durumdadır.
“Emir demiri keser,” şeklindeki açıklamalarla geçiştirilen parti içi çalkantılar şöyle dursun, itaatsizliğin fena halde cezalandırıldığı bir siyasi yapılanmadır söz konusu olan.
Son derece distopik bir seçim öncesi yaşıyoruz. İstenen ‘milli’ milletvekili sayıları, seçim sonuçları ne olursa olsun şimdiden hükümdar (başkan) ilan edilen siyasi lider anlayışı, basının iktidarın organı gibi davranmaya zorlanması, ardı arkası kesilmeyen hakaret davaları, sözlü ve fiziksel şiddet uygulamaya her an hazır partililer, gazete ve gazetecilere saldırılar, inkâr edilen sivil ölümleri, çatışma ortamının akıl almaz bir hale gelmesi…
Gemi fena halde su almaktadır ve kimsenin kral çıplak demeye cesareti yoktur. Evet, bunun adı korkudur. İktidarla hemhal olanların acınası korkusudur bu.
Dökülen bunca kanın bulaştığı bir seçime edinilmiş çaresizlikler içinde yürürken, iktidar sahiplerinin söylemlerindeki aşırılığa şaşırmayalım. Ne demişti Milgram deneyi; otoriter baskı arttıkça boyun eğme davranışı da artar.
Yaşam bir sosyal psikoloji deneyi değil ve bizler birer denek değiliz oysa. Değiliz değil mi?!!
Evrensel'i Takip Et