11 Ekim 2015 01:30

Tahir ŞİLKAN

Roman ve öyküleriyle önemli edebiyat armağanlarını kazanmış bir yazar olan Fakir Baykurt, 14 roman, 10’u aşkın öykü, 8 cilt özyaşam ve düşünce yazılarının yer aldığı kitapların yanı sıra çocuk kitapları da yazmıştır. İlk öykü kitabı 1955 yılında yayınlanan Çilli, ilk romanı, Yunus Nadi roman yarışmasında birincilik ödülü kazanan Yılanların Öcü’dür.
Fakir Baykurt romanlarında ve öykülerinde önce köylülerin toprakla mücadelesini, tarım emekçilerinin üretici gücünü, bu gücün farkında olamamalarını, toprakların yetersizliğini, toprak için suyun önemini; köylülerin yaşamını benzersiz portreler yaratarak anlatmıştır. Köylüler için eğitimin ve sağlık hizmetlerinin yetersizliğini, bu konudaki bilgisizlik ve cehaletin yarattığı sorunları, köy insanlarının en büyük sorununun devlet olduğu gerçeğini ortaya koymuştur.

FAKİR BAYKURT’UN ROMANLARINDA DEVLET

Fakir Baykurt’un romanlarında; devlet, bütün çıplaklığıyla ortaya konulur. Devlet, yapması gereken; okul, sağlık ocağı, su, elektrik vb. yapmamaktadır. Devlet kadastroyu hizmet için değil, zulüm için yapmaktadır. Jandarma, halkı koruyan, kollayan devlet gücü olarak değil, yoksul köylüye baskı-zulüm yapan işkence uygulayan, döven, haklıdan yana değil zalimden-varsıldan yana tavır alan güçtür. Mahkemeler de zalimden- varsıldan yanadır, diğerleri de.
Fakir Baykurt romanlarında, ülkemizin emekçi, yoksul, dürüst, çalışkan, üretici, onurlu, gururlu, mücadeleci, cömert insanlarının bu yönlerini ortaya koyar..
Fakir Baykurt’un romanlarıyla öyküleri, köyde ve kentte, gurbette, jandarma ve polis baskısını-zulmünü, işkenceyi teşhir eden; devletin egemenlerin hizmetinde vatandaşlarına hizmet değil, zulüm yapan bir aygıt olduğunu, emekçilerin sömürülmesini, bu sömürüden kurtulmak için örgütlenmenin, mücadele etmenin şart olduğunu vurgulayan romanlardır.
Fakir Baykurt romanlarında; belleklerden silinmeyecek roman kahramanları yaratmış bir yazarımızdır. Bu roman kahramanlarının önemli bir kısmı da kadınlardır. Bu durum, Fakir Baykurt’un ülkemiz emekçi kadınlarına yaklaşımını da ortaya koyar.

KARDEŞİNİN DİLİNİ BİLMESE BİLE YÜREĞİNDE HİSSETMENİN ANLATISI

11 Ekim 1999’da  70 yaşındayken yitirdiğimiz Fakir Baykurt, 65  yaşına kadar olan  yaşamını, ‘Özyaşam’ başlığı altında 8 ciltte yazmıştır.
Fakir Baykurt, ‘Özyaşam’da çocukluğunu, Köy Enstitüsü öğrencilik yıllarını, köy öğretmenliğini, “Yoksullar Üniversitesi” olarak nitelenen Gazi Eğitim Enstitüsü öğrenciliğini, giderek şekillenen ve hızlanan yazın yaşamını, ‘Özüm Çocuktur’, ‘Köy Enstitülü Delikanlı’ ve ‘Kavacık Köyünün Öğretmeni’ başlıklı üç ciltte toplamıştır. diğerlerinin adını saymakla yetineyim: Köşe Bucak Anadolu, Bir TÖS Vardı, Genç Emekli, Sıladan Uzakta, Dost Yüzleri.
Fakir Baykurt, ‘Özyaşam’ının çocukluğunu anlattığı “ Özüm Çocuktur” başlıklı ilk cildinde, Dersim sürgünlerinden olup köylerine sürgün edilenleri, “İdrisgil” alt başlığında anlatır.
Fakir Baykurt’un aşağıda bazı bölümlerini aktardığımız anıları, kardeşliğin dili, sevginin ete kemiğe bürünmesinin anlatısıdır. Kardeşinin dilini bilmese bile yüreğinde hissetmenin anlatısıdır bize sunulan;
İDRİSGİL
“...Koşun, Kürtler gelmiş! Kuyrukları var! Dediler. Çocuk, kadın; köye 18 Kürt geldi. İçlerinde dört mü, beş mi erkek… Kürtler Van’dan sürgün geldiler, Burdur’daki Akçaköy’ümüze. Çul çaput içinde, yorgun, bitkin bir kalabalık. Kimbilir kaç aylık yollardan geçip geldiler.
….
Çocuklar olarak onların kuyruklu olduğuna inanıyor, kuyruklarını görmek için helaya gittiklerinde kapıyı kapattıkları için öfkeden kudurup taş atıyor, sövüyorduk. “Mına kodumun kuyruklu Kürtleri!!!” Onlar da bize sövüyordu: “ Vara var coddani!.”
Okul zamanı gelince öğretmen Kürt çocuklarını da yazmış. Nasılsa Kürt çocuklardan İdris’le aynı sıraya düştük. Hemen arkadaş olduk. Evlerine giderdim, İdris’in dedesi “ Ee hoş geldin bakalım torunumun arkadaşı der “ konuşurdu. Sürgün yıkım getirmişti. İdris’in babası İstanbul’da savunman (Avukat) olacakmış, tutuklamışlar. İdris’in anasını tutuklamışlar . tutuklamadıklarını da sürgüne göndermişler. Onlar da bizim köye düşmüş…
…..
…..
Dereye yüzmeye gittiğimizde, çaktırmadan arkasına dolanarak bakmıştım. Yoktu kuyruk muyruk, Sünnet de olmuştu. Ondan sonra İdris’gile “ Kuyruklu” diyenlere hasım oldum. Sonra İdris’le kan kardeşi olduk. Ailelerimiz dost oldu, arkadaş oldu, kardeş oldu…
Bağdan, mor bardak eriklerini, karanfil kokulu armutları topladığımızda, Anam bir tepsiye bolca böler,” götür Kürtlerine! derdi. Götürürdüm, arkadaşım İdris’in dedesinin büyük karısı Şehri Hanım tepsiyi boşaltıp verirken başını eğerdi. Olmalıydı sürüleri şimdi, yayıktan yağ çıkarmalı, dün yapılan peynirden vermeliydi iki kalıp. Bir çift tavucukları bile yoktu.
Bir gün evimize çağırdık, geldiler. Anam, konuklarını yukarıda karşıladı, “buyrun konuklar, buyrun hoşgeldiniz! dedikten sonra ayrı ayrı sarmaştı Kürt kadınlarıyla... Şehri Hanım, koynundan yeşilli bir yazma çıkardı, elleri titreyerek uzattı anama. Anam yazmayı evirip çevirdi, konuşulmadı, Büyük Hanımın gözlerinden ince ince akıyor yalnızca, Anam atılıp sarıldı boynuna, kucakladılar birbirini...
O gece uzun bir gece oldu, Kürt Kerim Ağa anlattı: Kırk yeğenim, beş yüz akrabam vardı, duman oldu! dedi, domur domur döktü anlatırken; unutamıyorum. Saz çalındı, türkü söylendi o gece...”

Evrensel'i Takip Et