Bunca zulüm, bu bezirgân saltanatı sürsün diyedir…
‘Esedullah tim’in paralı askerleri ile IŞİD barbarlığı bir madalyonun, daha doğrusu sarayın bastırdığı sikkenin iki yüzüdür. Sadece ülkede değil, ecdadının at koşturduğu topraklarda da hâkimiyet peşinde koşan saraydaki padişahın kapıkulları ve akıncılarıdır.
Yusuf KARATAŞ
Diyarbakır’da DTK (Demokratik Toplum Kongresi) binası olarak kullanılan eski Konukevi’nde PKK’nin ‘eylemsizlik’ kararına devletin yanıt vermesi için nasıl bir çağrı yapılabileceği konusunda meslek örgütü ve parti temsilcileriyle toplantı yapıyoruz. Yaklaşık yüz metre ötemizde yolun karşı tarafındaki Bağlar’da belli aralıklarla gaz bombaları patlıyor, havada sürekli bir helikopter dolaşıyor. Biber gazı kokusu içeri girmesin diye pencereleri kapatıp toplantıya devam ediyoruz…
Son iki aydır artık burada yaşayan insanların kanıksadığı görüntüsü bu Diyarbakır’ın!
Sur’da, Bağlar’da, Şehitlik’te, Fiskaya’da sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor. Silah seslerine bomba sesleri karışıyor. Helikopterler havada uçuşuyor. Havadan ve yerden atılan gaz bombalarıyla bütün bir kent biber gazı kokuyor. Evet, bütün bir kent sokağa çıkan insanların gözlerini yakan, onları nefessiz bırakan biber gazı kokuyor.
PKK’nin ‘eylemsizlik’ kararına devlet anında cevap veriyor: Yeniden sokağa çıkma yasağı ilan edilen Sur’a özel timler ağır silahlarla giriyor. Evlerinin 300-400 metre uzağındaki fırından ekmek almaya giden 12 yaşındaki Helin Şen, başından vurularak katlediliyor. Diyarbakır Valiliği tarafından konuyla ilgili yapılan üç satırlık açıklamada “BTÖ (Bölücü Terör Örgütü) ile girilen çatışmada yaralanan bir kız çocuğunun hayatını kaybettiği” belirtiliyor ve vatandaşların “can ve mal güvenliği için sokağa çıkma yasağına uyması” uyarısı yapılıyor.
Sur’a sarayın savaş arabasından bakan medya organlarına sorarsanız, halk özel timin girişini sevinç gösterileriyle karşılamıştı. Ama şairin dediği gibi söz ve ses yalan söylese de, bu bezirgân saltanatının, bu zulmün bitmesini istemeyenler halkı yalanla beslemeye çalışsa da Sur’daki evlerin/duvarların sessiz çığlığı gerçeği çırılçıplak gözler önüne seriyordu. Tahrip edilmiş evler, yıkılmış duvarlar ve “muzaffer” ‘Esedullah tim’in (Esedullah, Allah’ın aslanları anlamına geliyor) duvar yazılamaları…
“Türk’ün gücünü göreceksiniz”
“Allah her şeye yeter”
“Kanımız aksa da zafer İslam’ın.”
Talan edilmiş bir kent ve Kürt halkına karşı tarihin en kirli, en vahşi savaşlarından birini yürüten saray rejiminin ‘Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman’ olan paralı askerlerinin imzası; Esedullah!
***
Sur’da ‘Esedullah tim’ imzalı saldırganlığın yaşandığı günlerde Ankara’nın orta yerinde emek, barış ve demokrasi güçlerine karşı ‘İslam Devleti’ (IŞİD) imzalı ülke tarihinin en büyük katliamlarından biri gerçekleştirildi. Yüzü aşkın canımızı paramparça eden barbar katiller ailelerinin defalarca ihbar etmesine rağmen Adıyaman’dan ellerini kollarını sallaya sallaya IŞİD saflarına katılıp Ankara’nın göbeğinde bombaları patlatmıştı. Başbakan Davutoğlu, katliamın ardından yaptığı açıklamada ya nasıl bir pisliğe batmış olduklarının farkında olmadan ya da bu kadar pisliğe batmış olmanın pişkinliğiyle “Elimizde canlı bombaların listesi var ama eylem yapmadan onları yakalayamayız” diyordu. Nihayetinde burası bir hukuk devletiydi. Ekmek almaya giden 12 yaşındaki çocuğu tam isabet kafasından vuran ama Ankara’yı kan gölüne çeviren katilleri eylem yapmadan yakalamayan bir hukuk devleti! Davutoğlu, Suruç katliamını yapan canlı bomba Şeyh Abdurrahman Alagöz gibi artık Ankara bombacılarını da “istifa edecek misiniz” sorusuna pişkin pişkin gülen adaletin bakanına teslim edebilirdi!
***
‘Esedullah tim’in paralı askerleri ile IŞİD barbarlığı bir madalyonun, daha doğrusu sarayın bastırdığı sikkenin iki yüzüdür. Sadece ülkede değil, ecdadının at koşturduğu topraklarda da hâkimiyet peşinde koşan saraydaki padişahın kapıkulları ve akıncılarıdır.
Ankara katliamı ve Sur kuşatması, saltanatın devamı için sürdürülen savaşın artık kimsenin ‘görmedim, duymadım, bilmiyorum’ diyemeyeceği en çıplak gerçeğidir.
Burada Suriye rejimi ve Rojava’ya karşı kullanılmak üzere IŞİD’e MİT TIR’larıyla taşınan silahları, Diyarbakır, Suruç ve Ankara bombacılarının da içinde yer aldığı devşirilen militanları, açılan sınırları, hizmete sunulan hastaneleri uzun uzadıya anlatmaya gerek var mı?
Ya da Kürdistan’da, Hava Kuvvetleri Komutanı’nın deyimiyle iki ülke arasındaki orta ölçekteki bir savaştan da büyük olan savaşı? ‘Akıllı bomba’larla bombalanan dağları, yakılan ormanları, kuşatılıp susuz, ekmeksiz, ışıksız bırakılan kentleri, bebeğinden yaşlısına katledilen insanları…
Evet, Ankara ve Kürdistan’da bağrımıza mührünü vuran bunca zulüm, bu bezirgân saltanatı sürsün diyedir!
***
Emek, barış ve demokrasi güçlerine en vahşi, en barbar biçimde saldıranlar susalım, sinelim, sarayın itaatli kulları olalım istiyorlar.
Bizler Kürdistan’ın her tarafından kitle-meslek örgütleri ve siyasi partilerin ortak barış çağrısı için yaptığımız toplantıdan çıkarken televizyonda Davutoğlu konuşuyor: “Gerekirse PYD’yi de vururuz!”
Savaştan, kandan beslenenler kan döktükçe daha çok savaş diyorlar. Bu vampirlerin en büyük korkusu halkların barış şarkılarıyla ellerinin birleşmesi, mücadelelerinin ortaklaşmasıdır. Ankara’da patlatılan bombalar bu korkunun barbarca bir ifadesidir. Öyleyse bu kan içici zalimlerin korktuklarını başlarına getirip onları kendi karanlıklarına gömmek, halklarımızın barış mücadelesini büyüterek bu bezirgân saltanatına son vermek mücadelede kaybettiğimiz yoldaşlarımıza, dostlarımıza karşı boynumuzun borcu olsun!